a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam28. Altıncı Sır: Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan…

28. Altıncı Sır: Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

ALTINCI SIR

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! (14. Lem’a 2. Makam)

Böyle cümlelerde yapılması gereken şey enfüsi tefekkürdür. Gözleri kapamalı, boynu bükmeli, nefsi karşımıza almalı ve onunla konuşmalıyız. Aczini ve fakrını ona kabul ettirmeliyiz. Bir biçare olduğunu iyice anlamalı; aczden ve fakrdan başka hiçbir sermayesi olmadığını iyice derk etmeli…

Sakın böyle cümleleri okuyup geçmeyin. Hep diyorum ya, mesele okumak değildir. Asıl mesele, hakikatin boyasıyla boyanmak ve insan-ı kâmil olmaktır. Yine mesele, bu yolda seyrüsülûk etmektir. Bunun yolu da nefsi hesaba çekmekten ve hakikat üzerinde tefekkür etmekten geçer.

Dilerseniz, ben kendi tefekkürümün bir kısmını yazayım. Sizlere bir misal olsun:

“Ey biçare nefsim! Nedir bu gururun ve kibrin?.. Seni gören, âlemi sen yaratmışsın zanneder. Zannım o ki senin kibrin firavunun kibrinden aşağı değildir.

Ey nefsim! Kendine bir baksana… Sende nihayetsiz bir acz ve fakr var. Öyle âcizsin ki bir mikropla başa çıkamaz; kör bir akrebe ve ayaksız yılana mağlup olursun. Yahu sen şu âlemin en âciz mahlukusun. Baksana, kuşlar doğar doğmaz uçmaya, balıklar yüzmeye başlıyor. Her varlık dünyaya gelir gelmez -sanki başka bir âlemde terbiye edilmiş gibi- vazifelerine koyuluyor. Sen ise birkaç senede anca yürümeye başlıyor, zararı ve faydayı 5-10 senede anca kavrıyorsun. Ölünceye kadar da öğrenmeye hep muhtaçsın.

Hem öyle fakirsin ki heybende ne bir damla su ne de bir buğday tanesi var. Rabb-i Rahîm’in sana ihsan etmese açlıktan ölür, hiçbir ihtiyacını karşılayamazsın.

Ey nefsim! Hakikatin bu iken, bu kibir ve gurur niye? Aczini ve fakrını anlaman için illa bir imtihana mı tabi tutulasın… İlla Allah sana bir hastalık veya musibet mi göndere…

Gel ey nefsim! Aczini ve fakrını derk eyle. Hem bunlar öyle kötü şeyler değildir. Bilakis seni bir Kadîr-i Rahîm’e îsal eder. Aczinle O’nun kudret kapısını, fakrınla da rahmet kapısını çalar; lezzet ve saadet bulursun…”

Tefekkürüm uzundur. Bir kısmını sizlerle paylaştım. Sizler de kendi tefekkürünüzü yapın ve nefsinize aczini ve fakrını iyice derk ettirin.

Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki… (14. Lem’a 2. Makam)

“Rahmetin kıymettar bir vesile ve makbul bir şefaatçi olması” şudur:

Hani insan bazen bir şeyi talep eder ve bir maksuda ulaşmak ister de gücü ona yetmez, kuvveti ona yetişmez… Böyle olunca araya birisini sokar, birisinden medet ister. Araya soktuğu kişi, o kimsenin matlubuna bir vesile ve maksuduna bir şefaatçi olur. Gücü yetiyorsa o işi onun için halleder.

Aynen bunun gibi, insan da zatında son derece âcizdir ve fakirdir. Hiçbir ihtiyacını karşılayamaz, hiçbir düşmanına karşı koyamaz.

İşte Allah’ın rahmeti, insan için bir şefaatçi olur. İnsan bu rahmeti araya koyar, onun hürmetine ister. O rahmet hürmetine de her matlubu ona musahhar olur.

Bu sırdan dolayı dualarımızda, “Ya Rabbi! Rahmetinin hakkı için senden istiyoruz…”, “Rahmetinin hürmetine bizlere ihsan eyle…” diyoruz. Bununla rahmet-i İlahiyeyi, icabete bir vesile ve şefaatçi yapıyoruz. Bu şefaatçinin hakkı için her isteğimiz bizlere ihsan ediliyor ve onun hürmetine her şey bize teshir ediliyor. Eğer rahmet-i İlahîye olmasaydı şu dünyada en zelil ve en hakir mahluk biz olurduk.

O rahmet öyle bir Sultan-ı Zülcelal’e vesiledir ki yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemal-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar… Ve o Zat-ı Zülcelal’in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in istiğna-i zatîsi var ve istiğna-i mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale’l-ıtlak’tır… Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celaline karşı tezellüldedir. (14. Lem’a 2. Makam)

(İstiğna-i zatî: Allah’ın, zatı itibarıyla hiçbir şeye ihtiyaç duymaması / İstiğna-i mutlak: Sınırsız zenginlik ve hiçbir şeye muhtaç olmayış / Ganiyy-i ale’l-ıtlak: Mutlak surette hiçbir şeye ihtiyacı olmayan zengin (Allah) / Taht-ı emir: Emir altında / Tezellül: Zelil ve boyun bükmüş bir hâlde olmak)

Üstad Hazretleri sadece “O rahmet Allah’a vesiledir.” deseydi, bu ifade manayı yine karşılardı. Çünkü metinde anlatılmak istenen hakikat bu…

Ancak Üstad Hazretleri “Allah” diyeceğine Allah’ı vasfediyor; ders içinde marifetullaha bir pencere açıyor. Allah hakkında diyor ki:

O öyle bir Sultan-ı Zülcelal ki:

Yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemal-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar.

O Zat-ı Zülcelal’in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in istiğna-i zatîsi var ve istiğna-i mutlak içindedir.

Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale’l-ıtlak’tır.

Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celaline karşı tezellüldedir.

Üstadımız Allah’ı nasıl vasfetmiş ve anlatmış değil mi?..

Bu ifadelerin her biri üzerinde tefekkür etmek lazım. Size kolaylık olsun diye tefekkür maddelerini şöylece sıralayalım:

1. “Sultan-ı Zülcelal” ifadesi üzerine tefekkür edilmeli. Allah’ın celali ve saltanatı bu tefekkürün odak noktası olmalı.

2. Allah’ın yıldızları idare ve tedbir etmesi tefekkür edilmeli. Bu tefekkürde yıldızların kemal-i intizamı ve emr-i İlahîye itaatleri tefekkürün odak noktası olmalı.

3. Allah’ın zerratı idare ve tedbir etmesi tefekkür edilmeli. Yine bu tefekkürde zerratın kemal-i intizamı ve emr-i İlahîye itaatleri tefekkürün odak noktası olmalı.

4. “Ordusunda hizmet ediyorlar.” ifadesinden yola çıkarak, yeryüzünü bir ordugâh-ı Sübhânî şeklinde tasavvur etmeli; yıldızların ve zerratın ise bu ordugâhta birer muti asker olduğu tefekkür edilmeli.

5. Allahu Teâlâ’nın istiğna-i zatîsi üzerine tefekkür edilmeli. İstiğna-i zatî, Allah’ın zatının her şeyden müstağni olması ve hiçbir şeye ihtiyaç duymamasıdır. Bu mana Samed ism-i şerifine bakmaktadır. Yani her şey Allah’a muhtaç, Allah ise hiçbir şeye muhtaç değil; tam bir istiğna-i mutlak içinde…

İstiğna-i mutlak: Allah’ın sınırsız ve sonsuz istiğnasıdır. Bir zerreye ihtiyaç duyulsa bu istiğna mutlak olmaktan çıkar, mukayyede döner. Allah’ın istiğnası mutlaktır; hiçbir şeye muhtaç değildir.

“Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale’l-ıtlak’tır.” cümlesi de bu manadadır. “Ganiyy-i ale’l-ıtlak” demek, “sınırsız ve sonsuz zengin” demektir. Faraza bir zerreye ihtiyaç duysa “Ganiyy-i ale’l-ıtlak” olamaz. Ganiyy-i ale’l-ıtlak olan Allah’ın tam bir istiğna-i zatîsi vardır ve istiğna-i mutlak içindedir.

Bu manalar üzerine tefekkür edilmeli ve bir nebze de olsa ism-i Samed’e yaklaşılmalı.

6. “Sultan-ı Ezel ve Ebed” ismi üzerinde tefekkür edilmeli, Allah’ın ezelî ve ebedî oluşu düşünülmeli.

7. Bütün kâinatın Allah’ın emir ve idaresi altında olduğu tefekkür edilmeli.

8. Her şeyin Allah’ın heybeti ve azameti altında nihayet itaatte olup, celaline karşı tam bir tezellülde olduğu tefekkür edilmeli.

Gördünüz mü, bir cümle okuduk ama içinde ne kadar çok mana varmış. Belki üzerinde 1-2 saat çalışılmalı…

İşte rahmet seni ey insan! O Müstağni-i ale’l-ıtlak’ın ve Sultan-ı Sermedî’nin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. (14. Lem’a 2. Makam)

(Müstağni-i ale’l-ıtlak: Hiçbir kayda ve şarta bağlı olmaksızın her şeyden müstağni olan (Allah) / Sultan-ı Sermedî: Ebedî olan Sultan)

Cümlenin şerhe ihtiyacı yok. Bu makamda ihtiyacımız: Mana üzerinde düşünmek, kimin huzuruna çıktığımızı mülahaza etmek, kime dost ve muhatap olmaya çalıştığımızı tefekkür etmek ve kime karşı abd vaziyeti aldığımızı derk etmektir.

Ben nefsimi karşıma alıp onunla konuşayım, sizler de nefsinizi karşınıza alıp onunla konuşun. Yani ben kendi dersimi yapayım, siz kendi dersinizi…

Mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki o rahmet öyle bir Sultan-ı Zülcelal’e vesiledir ki yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemal-i intizam ve itaatle beraber ordusunda hizmet ediyorlar… Ve o Zat-ı Zülcelal’in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in istiğna-i zatîsi var ve istiğna-i mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i ale’l-ıtlak’tır… Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celaline karşı tezellüldedir. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin