a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam15. Evet, şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı a’zamın…

15. Evet, şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı a’zamın…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Evet, şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı a’zamın atkı ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden ve nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevi’l-hayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı a’zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal, elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. (14. Lem’a 2. Makam)

(Şems: Güneş / Kamer: Ay / Anasır: Elementler / Maadin: Madenler / Nakş-ı a’zam: En büyük nakış / Şua: Parıltı / Zevi’l-hayat: Hayat sahipleri / Musahhar eden: Boyun eğdiren / İstiğna-i mutlak: Hiçbir şeye ihtiyaç duymama / İhtiyac-ı mutlak: Sınırsız ihtiyaç)

Yine uzun bir cümle… Böyle uzun cümleleri anlamanın en iyi yolu cümleyi parçalamak ve kısım kısım mütalaa etmektir. Biz de bu usulü takip edelim:

Şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı a’zamın atkı ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden: Kâinatı muhteşem bir halı farz edelim… Güneş bu halının sadece bir atkı ipi… O Güneş ki dünyadan bir milyon üç yüz bin defa büyüktür. Ve sadece Samanyolu Galaksisi’nde böyle 300 milyar güneş yani atkı ipi var…

Ay da bu halının bir atkı ipi, elementler de, madenler de, bitkiler de, hayvanlar da…

Kâinat halısı bu atkı iplerinin tanziminden oluşmuş. Bu tanzimi de Allahu Teâlâ’nın binbir isminin şuaları yapmış. Cenab-ı Hak esmasının şuaatıyla bunları tanzim etmiş ve hayata hizmetkâr kılmış.

Üstad Hazretleri âleme ne kadar geniş bir pencereden baktı ve ne kadar büyük bir tefekkür sayfası açtı. Yani şunu düşünsek: Öyle bir sultanın memleketinde yaşıyoruz ki koca Güneş, O’nun âlem halısının sadece küçücük bir atkı ipi. O sultan, âlem halısının sadece Samanyolu Galaksisi kısmını böyle 300 milyar atkı ipiyle dokumuş. Ve bu halıda Samanyolu Galaksisi gibi yüz milyarca galaksi ve her galakside yüz milyarca yıldız yani atkı ipi var. Bu nasıl bir haşmettir ve nasıl bir celaldir!

Ve nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren: “Nebatî valideler” ile ağaçlar ve bitkiler kastedilmiş. Mesela bir elmanın validesi onun ağacıdır. Yine incirin validesi incir ağacıdır. O valide ki topraktan beslenir, kirli bir su içer ama evladına süt verir. Cenab-ı Hak bu nebatî valideleri, evlatları hükmünde olan meyvelere musahhar etmiş. Onlar için çalışırlar ve onlara hizmet ederler.

“Hayvanî valideler” hayvanatın anneleridir. Cenab-ı Hak hayvanî valideleri de yavrularına musahhar etmiş. Bu teshirin neticesinde korkak tavuk, yavrusu için ite saldırır. Canını feda eder lakin evladını kurtarır.

— Peki, bu nebatî ve hayvanî validelerin kalbine, evlatlarına karşı şefkati kim koymuş? Korkak tavuğu ite saldırtan, incir ağacına evladını sütle besleten sır nedir?

Bütün bu şefkatler, Allah’ın şefkatinin bir tecellisi ve rahmetinin bir cilvesidir. Evet, bütün validelerin şefkatleri, bir lem’a-i tecelli-i rahmettir. Yani Allah’ın rahmetinin tecellisinin sadece bir parıltısıdır. Bir parıltısı böyle olursa, acaba parıltının sahibi olan zatın zatî şefkati nasıl olur, varın bunu siz düşünün…

Ve zevi’l-hayatı, hayat-ı insaniyeye musahhar eden: “Zevi’l-hayat” hayat sahipleri demektir. Bununla bitkiler ve hayvanlar kastedilmiş. Cenab-ı Hak bütün hayat sahiplerini insanın emrine vermiş ve insana boyun eğdirmiş. Arının bal yapması, koyunun süt vermesi, ipek böceğinin ipeği dokuması, ağaçların dallarıyla meyveleri uzatması vs. hep bu teshirin bir neticesidir. Allahu Teâlâ bu teshiri bir kaldırsa insan bu dünyanın en âciz ve hakir mahluku olur. Kör bir akreple ve ayaksız bir yılanla başa çıkamaz; bir sineğe dahi gücü yetmez.

İşte bütün bu zevi’l-hayatı insana musahhar eden, Allah’ın rahmeti ve şefkatidir. Yoksa insanın güç ve iktidarı değildir.

Ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı a’zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal: Rububiyet-i İlahiye; Allah’ın mahlukatı yaratması, öldürmesi, beslemesi, suret vermesi, aza ve cihazlarla donatması, vazifesini öğretmesi, hâlden hâle şekilden şekle sokması; mahlukunu evirmesi, çevirmesi ve onda tasarrufta bulunmasıdır.

Allahu Teâlâ’nın, bütün hayat sahiplerini insanın emrine vermesinde üç şey gözükür:

1. Rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı a’zamı.

2. Allah’ın insana ehemmiyet vermesi.

3. Allah’ın pek parlak rahmeti.

Cenab-ı Mevla hayat sahiplerini insana musahhar etmekle, rububiyetinin bir nakş-ı a’zamını göstermiş, insana verdiği ehemmiyeti izhar etmiş ve rahmetini gözler önüne sermiş.

Buradaki her bir madde üzerinde tefekkür etmek gerekir. Ben mana açık olduğundan izahına girişmiyor, tefekkürünü sizlere havale ediyorum.

Elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış: “İstiğna-i mutlak” hiçbir şeye muhtaç olmamak; “ihtiyac-ı mutlak” ise her şeye muhtaç olmak demektir. Allahu Teâlâ istiğna-i mutlak, insan ise ihtiyac-ı mutlak içindedir. Zira Allah sameddir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Bilakis her şey hadsiz derecede O’na muhtaçtır.

İşte istiğna-i mutlak sahibi olan Allahu Teâlâ, sonsuz ihtiyaç içindeki hayat sahiplerine ve insana, rahmetini makbul bir şefaatçi yapmış. Rahmetinin makbul bir şefaatçi olması, rahmetine firar edenlere rahmetle muamele etmesi ve o rahmete sığınanlara Rahîm ismiyle tecelli etmesidir.

Kim ki Allah’ın, kendisine şefkatle muamele etmesini istiyorsa, O’nun rahmetine iltica etsin; rahmetini, rahmetine ulaşmakta bir şefaatçi kılsın.

Uzun bir cümleyi parçalayarak mütalaa ettik. Biraz daha üzerinde durmak ihatayı kolaylaştıracaktır. Şimdi aynı metni cümle cümle okuyalım ve okurken her cümle üzerinde düşünerek ilerleyelim:

– Evet, şems ve kameri, anasır ve maadini, nebatat ve hayvanatı bir nakş-ı a’zamın atkı ipleri gibi o binbir isimlerin şualarıyla tanzim eden ve hayata hâdim eden,

– Ve nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve fedakârane şefkatleriyle şefkatini gösteren,

– Ve zevi’l-hayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden,

– Ve ondan rububiyet-i İlahiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı a’zamını ve insanın ehemmiyetini gösteren,

– Ve en parlak rahmetini izhar eden o Rahman-ı Zülcemal,

– Elbette kendi istiğna-i mutlakına karşı, rahmetini ihtiyac-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış.

Metnin derinlemesine tefekkürünü sizlere havale ediyor, mütalaaya devam ediyoruz:

Ey insan! Eğer insan isen Bismillahirrahmanirrahîm de, o şefaatçiyi bul! (14. Lem’a 2. Makam)

Buradaki “Bismillahirrahmanirrahîm de.” ifadesi, besmeleyi sadece dille demek değildir. Buna hâl ile demek de dâhildir. Hâl ile demek ise Allah’a sığınmak, her işimizde O’na tevekkül etmek, aczimizi ve fakrımızı izhar edip O’nun kudret ve rahmetine dayanmak gibi manalardır.

Bu İlahî kelam bir şefaatçidir. Kim bu kelamı diline pelesenk eder, kâli ve hâli ile Bismillah der ve manasına nüfuz ederse, bu kelamı kendi hakkında şefaatçi yapmış olur.

Ya Rabbi! Bizler de Bismillah diyor, bu kelamı şefaatçi yapıyor; her türlü ihtiyacımızı bizlere ihsan etmeni ve mahlukatı bizlere musahhar kılmanı senden niyaz ediyoruz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin