a
Ana SayfaOn Dördüncü Lem'a İkinci Makam20. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi…

20. Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi…

On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamını mütalaa ediyoruz. Kaldığımız yerden devam edelim:

Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevde sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zat-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; ta külfetsiz herkes her mertebede  اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  deyip doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e hitap ederek müteveccih olsun. (14. Lem’a 2. Makam)

(Zahir: Açık / Sikke: Damga / Zat-ı Ehad: Bir olan zat (Allah) / Mülahaza: Akla getirmek / Zat-ı Akdes: Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan zat (Allah) / Müteveccih: Yönelmiş)

Bu uzun cümleyi kısım kısım mütalaa edelim:

Ve bu sırra binaen: Buradaki “sır”dan maksat: Vahidiyet tecellisini tefekkürdeki zorluk, ehadiyet tecellisini tefekkürdeki kolaylıktır. Bu meseleyi önceki cümlenin mütalaasında tahlil etmiştik. Bu sebeple tekrar izahına girişmiyoruz.

Cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi: “Cüz’iyat” lafzı “cüz’î” kelimesinin çoğuludur. Cüz’iyat lafzıyla “bir nevin fertleri” kastedilmiş.

Cenab-ı Hak her bir fert üzerine sikke-i ehadiyeti vurmuş ve âlemde tecelli eden ekser esmasıyla onda tecelli etmiş. Bu sayede de esmasının tefekkürünü ve mütalaasını bizlere kolaylaştırmış.

Ehadiyet ve vahidiyet sikkelerini defaatle izah ettiğimizden bu makamda izahsız geçiyoruz.

Her bir nevde sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zat-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor: İlk önce “hâtem-i rahmaniyeti” izah edelim. Üstadımız “hâtem-i rahmaniyeti” Birinci Sırda şöyle beyan etmişti:

“Küre-i arz simasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüp, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübra-i rahmaniyettir ki ‘Bismillahirrahman’ ona bakıyor.”

Bu cümlenin mütalaasını makamında yapmıştık. Bu sebeple tekrar izahına girişmiyoruz. Dileyenler aynı izahı bir daha okuyabilir. Kısaca şu kadar deriz:

Cenab-ı Hak, rahmaniyetinin bir sikkesi olarak nebatat ve hayvanatı tedbir ediyor, terbiye ediyor ve idare ediyor. Bu tedbir, terbiye ve idareyi de teşabühle, tenasüple, intizamla, insicamla, lütufla ve merhametle dokuyor.

Şimdi size şöyle desem:

— Aslanların tedbir, terbiye ve idaresini tefekkür edin.

Fikriniz birden dona kaldı değil mi? Ne yapacağını ve neyi düşüneceğini bilemedi.

Peki, şöyle desem:

— Aslanların tedbir, terbiye ve idaresindeki teşabühü tefekkür edin.

— Tenasübü tefekkür edin.

— İntizamı tefekkür edin.

— İnsicamı tefekkür edin.

— Lütfu tefekkür edin.

— Merhameti tefekkür edin.

Fikir bunların hiçbirinde şaşırıp kalmadı değil mi? Birden pürdikkat kesilip tefekküre odaklandı.

İşte Cenab-ı Hak, her bir nevde sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zat-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti vazetmiş. Terbiye ve idaredeki teşabühün, tenasübün, intizamın, insicamın, lütfun ve merhametin her biri bir sikke-i ehadiyettir.

— Peki, Allahu Teâlâ hâtem-i rahmaniyet içinde bu sikke-i ehadiyeti niçin vazetmiş?

Ta külfetsiz herkes her mertebede  اِيَّاكَ نَعْبُدُ واِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  deyip doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e hitap ederek müteveccih olsun: Yani terbiyenin, idarenin ve tedbirin vüs’atı sebebiyle fikirler dağılmasın, kalpler boğulmasın; ihatası mümkün olsun ki tefekkürü ve mütalaası kolay olsun. Bununla da herkes her mertebede doğrudan doğruya Allah’a müteveccih olsun.

Yine zor bir cümleyi mütalaa ettik. Metni birkaç defa okumanız faydalı olacaktır. Biz metne devam edelim:

İşte Kur’an-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki kâinatın daire-i a’zamından, mesela semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; ta ki zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. (14. Lem’a 2. Makam)

(Kur’an-ı Hakîm: Hikmetli Kur’an / Sırr-ı azim: Büyük sır / Daire-i a’zam: En büyük daire / Hilkat: Yaratılış / Dakik: İnce, ufak)

Üstad Hazretleri bu hakikati İkinci Sırda şöyle ifade etmişti:

 “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlukatta tezahür eden vahidiyet içinde ukûlü boğmamak için daima o vahidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor.”

İki cümle de aynı manaya geliyor. Bilgiyi pekiştirmek için, daha önce yaptığımız mütalaayı bu makamda tekrar edelim:

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Hakîm’de şöyle buyurmuş:

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

“Şüphesiz semavatın ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara faydası olan şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah’ın gökten bir su indirip onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzüne hayvanları yaymasında, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, gök ile yer arasında musahhar olan bulutta, elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.” (Bakara 164)

Ayetin başındaki “Şüphesiz semavatın ve yerin yaratılışında” ifadesi vahidiyet tecellisine dikkat çekmektedir. Gökler ve yer, Cenab-ı Hakk’ın varlığının ve birliğinin hadsiz delilleriyle doludur. Ancak böyle büyük bir ölçekteki delilleri okumak herkesin işi değildir. Fikir daralır, dikkat dağılır ve ihata zorlaşır.

İşte Kur’an, fikirler zorlanmasın diye vahidiyet içinde tecelli-i ehadiyeti gösterir. Ayetin devamında gelen:

– Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi,

– Gemilerin denizde akıp gitmesi ve insanlara faydası olan şeyleri taşıması,

– Gökten bir su indirilmesi ve bu suyla ölü toprağa hayat verilmesi,

– Hayvanların yeryüzüne yayılması,

– Rüzgârların bir hikmet ve intizamla esmesi,

– Bulutların yer ve gök arasında asılı durması birer ehadiyet tecellisidir.

İşte Kur’an, vahidiyet içinde her daim ehadiyet cilvesini gösterir. Ta ki akıllar boğulmasın, fikirler dağılmasın, mütalaa bozulmasın ve nazarlar zorlanmasın.

Üstad Hazretleri bu meseleye şu misali veriyor:

Mesela, hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve simasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; ta ki fikir dağılmasın, kalp boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Mesela  وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ  ayeti mezkûr hakikati mu’cizane bir surette gösteriyor. (14. Lem’a 2. Makam)

(Hilkat-i semavat ve arz: Göklerin ve yerin yaratılışı / Hilkat-i insan: İnsanın yaratılışı / Dekaik-ı nimet ve hikmet: Hikmetin ve nimetin incelikleri)

(Ayet meali: Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O’nun ayetlerindendir. (Rum 22))

Kur’an-ı Hakîm semavatın ve arzın yaratılmasından bahseder. Bu bahis, vahidiyet cilvesinin bahsidir. Daha sonra da fikirler dağılmasın, kalpler boğulmasın ve ruh doğrudan mabudunu bulsun diye ehadiyet tecellisini zikreder. İnsanın yaratılışına, sesine ve insanın simasındaki göz, kulak, dil gibi ince nimet ve hikmetlere dikkat çeker.

Mesele iyice pekişsin diye Rum suresinin şu ayetlerine bakalım:

يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذَلِكَ تُخْرَجُونَ

“O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.” (Rum 19) (Ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ

“Sizi topraktan yaratması O’nun ayetlerindendir. Sonra da etrafa yayılan insanlar oluverdiniz.” (Rum 20) (Ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Size, kendileriyle huzur bulmanız için kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza bir sevgi ve merhamet koyması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (Rum 21) (Ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ

“Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bilenler için bunda elbette ayetler vardır.” (Rum 22) (Önce vahidiyet tecellisi, sonra ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ

“Geceleyin ve gündüzün uyumanız ve O’nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz işiten bir kavim için bunda elbette ayetler vardır.” (Rum 23) (Ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْيِي بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

“Size korku ve ümit içinde şimşeği göstermesi ve gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda akleden bir kavim için elbette ayetler vardır.” (Rum 24) (Ehadiyet tecellisi)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ تَقُومَ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ

“Yine göğün ve yerin O’nun emriyle durması O’nun ayetlerindendir…” (Rum 25) (Ehadiyet tecellisi)

Herhâlde bu misallerle, Kur’an’ın tecelli-i vahidiyet içinde sikke-i ehadiyeti göstermesi tam manasıyla anlaşılmıştır.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Ve bu sırra binaen cüz’iyatta zahir bir surette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, her bir nevde sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zat-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i rahmaniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor; ta külfetsiz herkes her mertebede  اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ  deyip doğrudan doğruya Zat-ı Akdes’e hitap ederek müteveccih olsun. 

İşte Kur’an-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki kâinatın daire-i a’zamından mesela semavat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden en küçük bir daireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; ta ki zahir bir surette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Mesela hilkat-i semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve simasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; ta ki fikir dağılmasın, kalp boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun. Mesela  وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ  ayeti mezkûr hakikati mu’cizane bir surette gösteriyor. (14. Lem’a 2. Makam)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin