8. Hem mümkün olur mu ki gayet cemalde bir kemal-i sanat, onun üzerine enzar-ı dikkati celbeden…
Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem mümkün olur mu ki gayet cemalde bir kemal-i sanat, onun üzerine enzar-ı dikkati celbeden bir dellâl vasıtasıyla teşhir istemesin? (10. Söz)
(Cemal: Güzellik / Kemal-i sanat: Mükemmel sanat / Enzar-ı dikkat: Dikkatli bakışlar / Dellâl: İlan edici)
Cenab-ı Hak her bir varlığı kemal-i hüsn-ü sanatla (güzel sanatın en mükemmel hâliyle) yaratmıştır. Bu kemal-i hüsn-ü sanat, kemal-i cemale bâliğdir yani güzelliğin en kemal noktasındadır.
Elbette güzelliğin en kemal noktasına ulaşan bu kemal-i hüsnü sanat ancak resullerin delaletiyle olur. Eğer resuller bu hüsn-ü sanata dikkat çekmez ve bu sanatı göstermezse, akıl tek başına bu sanatı keşfedemez ve neticede sanat gizlenir hatta zıddına inkılap eder.
Meseleyi daha iyi kavramak için şu sorunun cevabını bulalım:
— Neden kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle oluyor? Sanat eserleri önümüzde, onlar göstermeden biz görüp anlayamaz mıyız?
Üstad Hazretleri bu meseleyi Yirmi Üçüncü Söz’ün Birinci Mebhasının Birinci Noktasında izah etmiş. Evvela bu izahı okuyalım, daha sonra üzerine tahlil yapalım. (Bazı Osmanlıca kelimelerin manasını bilmeyenler olabilir. Onları düşündüğümüzden metni bölerek ve kelimeleri altına yazarak ilerledik. Kelimelerin manasını sayfanın altına kaydetseydik, kelimenin manasına alttan bakmak ve sonra başı kaldırıp tekrar metinde odaklanmak zor olurdu. Bu sebeple alttaki usulü takip ettik.)
“İnsan nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne çıkar, cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü iman insanı Sâni-i Zülcelal’ine nisbet ediyor. İman bir intisabtır.”
(Âlâ-yı illiyyîn: En yüksek makam / Zulmet-i küfür: Küfür karanlığı / Esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı / Sâni-i Zülcelal: Celal sahibi sanatkâr (Allah) / İntisab: Bağlanma)
“Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır. Küfür o nisbeti kateder. O kat’tan sanat-ı Rabbâniye gizlenir, kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur. Madde ise hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan kıymeti hiç hükmündedir. Bu sırrı bir temsil ile beyan edeceğiz.”
(Sanat-ı İlâhiye: İlahî sanat / Nukuş-u esmâ-i Rabbâniye: Rab olan Allahu Teâlâ’nın isimlerinin nakışları / Katetmek: Kesmek / Fâniye: Geçici, yok olucu / Zâile: Son bulan / Muvakkat: Geçici)
“Mesela insanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır; bazen müsavi, bazen madde daha kıymettar, bazen oluyor ki beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bazen antika olan bir sanat bir milyon kıymeti aldığı hâlde maddesi beş kuruşa da değmiyor.
İşte öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, hârikapîşe ve pek eski hünerver sanatkârına nisbet ederek, o sanatkârı yâd etmekle ve o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir.”
(Hârikapîşe: Harika eserler yapan / Hünerver: Becerikli / Nisbet etmek: İlişkilendirmek)
“İşte insan Cenab-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatıdır ve en nazik ve nazenin bir mucize-i kudretidir ki insanı bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.”
(Nazenin: Nazlı / Mucize-i kudret: Allah’ın kudretinin mucizesi / Medar: Çevresinde dönülen nokta, yörünge / Misal-i musaggar: Küçültülmüş misal)
“Eğer nur-u iman içine girse, üstündeki bütün manidar nakışlar o ışıkla okunur. O mümin şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yani “Sâni-i Zülcelal’in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım.” gibi manalarla, insandaki sanat-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder…” (23. Söz)
(Masnu: Sanatla yapılmış eser / Âsâr-ı sanat: Sanat eserleri)
Metnin devamını Yirmi Üçüncü Söz’den okursunuz. Biz bu makamda, bize lazım olan bölümü okuduk. En son cümleye dikkat edelim: İnsandaki sanat-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder.
İşte bize lazım olan cümle bu… İnsandaki ve diğer varlıklardaki kemal-i hüsn-ü sanatı gösterecek şey imandır. Çünkü iman o varlığı Allah’a nisbet ediyor; bu nisbet sayesinde de o varlıktaki hüsn-ü sanat tezahür ediyor.
Varlıkların hüsn-ü sanatı mana-yı harfîsinde gizlidir, mana-yı ismîsinde değil. Mana-yı harfîsi, Allah’ın isim ve sıfatlarına bakan yüzüdür. Bu yüze bakan cihetiyle, her bir varlık antika bir sanat eseri, Rabbânî bir mektup ve İlahî bir kasidedir.
Mana-yı ismî ciheti ise zatına bakan yüzüdür. Bu yüze bakan cihetiyle sadece zahirî bir nakış ve fâni bir süsten ibarettir. Bu cihetiyle, her bir varlık yokluğa mahkûm ve zevale gidicidir. Bu da ondaki sanatın gizlenmesine ve görünmemesine sebep olur.
Şimdi sorumuz şu:
— Bizler varlıkların bu mana-yı harfî cihetine nasıl bakacağız? Bunu bize kim öğretecek?
— Bize imanı kim ders verecek? O iman ki varlıklardaki hüsn-ü sanatın gözükmesinin sebebidir. Bunu bize kim öğretecek?
Bunu bize resuller öğretecek ve onlar ders verecek. Yoksa insanın bunları tek başına keşfetmeye ne gücü vardır ne de kabiliyeti. Bir resul gelmeli, iman nurunu yakmalı, varlıklar üzerinde tecelli eden İlahî isimleri öğretmeli ve bu cihetle mahlukatın nasıl bir kıymet kazandığını ve her birinin antika bir sanat eseri hükmüne geçtiğini ders vermeli.
Bu olmazsa Allah’ın sanatı gizlenir. Bu durumda, eşyanın bu kadar sanatlı yaratılmasının hiçbir manası kalmaz. Hatta bu kadar masraf israfa döner.
O hâlde bu delili şöylece maddeleyebiliriz:
1. Cenab-ı Hak Sâni ismiyle müsemmadır ve bu ismin tecellisini göstermek için her bir varlığı antika bir sanat eseri hükmünde yaratmıştır.
2. Varlıklar Allah’ın Sâni isminin tecellisiyle kemal-i hüsn-ü sanata mazhardır.
3. Ancak varlıklardaki bu sanatın gözükmesi, onlarda tecelli eden İlahî isimlerin okunmasıyla ve onların Allah’a nispet edilmesiyle mümkündür. Eğer eşya tesadüfün oyuncağı kabul edilirse, bu sanat kaybolur ve nazarlardan gizlenir.
4. Bu durumda, bu hüsn-ü sanata dikkatleri celbedecek, varlıklarda tecelli eden İlahî isimleri öğretecek ve eşyaya iman gözüyle bakılmasını ders verecek resullerin vücudu lazımdır. Onlar olmalı ki sanat sanatsızlığa ve güzellik çirkinliğe inkılap etmesin.
5. O hâlde resullerin vücudu, göz önündeki hüsn-ü sanatın vücudu kadar katidir. Göz önündeki kemal-i hüsn-ü sanatı inkâr edemeyen, resullerin varlığını da inkâr edemez. Zira böyle gayet cemalde bir kemal-i sanat, onun üzerine enzar-ı dikkati celbedecek dellâlları iktiza eder.
Yazar: Sinan Yılmaz