a
Ana SayfaOnuncu Söz15. Hem hiç mümkün olur mu ki nev-i insanı, şuurca kesrete müptela…

15. Hem hiç mümkün olur mu ki nev-i insanı, şuurca kesrete müptela…

Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hem hiç mümkün olur mu ki nev-i insanı, şuurca kesrete müptela, istidatça ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin? (10. Söz)

(Kesret: Çokluk / İstidat: Kabiliyet / Müheyya: Hazır, amade)

İnsan fıtraten kesrete müpteladır. Bunun sebebi, ihtiyaçlarının âleme yayılması ve her şeye muhtaç olmasıdır. Zaten insanın şirke düşmesinin bir sebebi de budur.

Bu durumda, insanın yüzünü kesretten vahdete, esbabtan Müsebbibü’l-esbab’a çevirecek resuller lazımdır. Eğer resul olmazsa insan kesrette boğulur, şirk bataklığında helak olur.

Yine insan ubudiyet-i külliyeye müheyya bir surette yaratılmıştır. Üstadımız bu hakikati, Yirmi Üçüncü Söz’de şöyle beyan ediyor: (Osmanlıca kelimelerin manasını bilmeyenler olabilir düşüncesiyle metni bölerek ve kelimeleri altına yazarak ilerledik. Kelimelerin manasını sayfanın altına yazsaydık, manaya alttan bakmak ve sonra başı tekrar kaldırıp metinde odaklanmak zor olurdu. Bu sebeple alttaki usulü takip ettik.)

“Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip ‘Mahsus bir kumaştan bir kat elbise yaptır.’ emreder. İkincisine bin altın verir, bir pusula içinde bazı şeyler yazılı o hizmetkârın cebine koyar, bir pazara gönderir. Evvelki hizmetkâr, on altın ile a’lâ kumaştan mükemmel bir elbise alır. İkinci hizmetkâr, divanelik edip evvelki hizmetkâra bakıp, cebine konulan hesap pusulasını okumayarak bir dükkâncıya bin altın vererek bir kat elbise istedi. İnsafsız dükkâncı da kumaşın en çürüğünden bir kat elbise verdi. O bedbaht hizmetkâr, seyyidinin huzuruna geldi ve şiddetli bir te’dib gördü ve dehşetli bir azap çekti. İşte edna bir şuuru olan anlar ki ikinci hizmetkâra verilen bin altın, bir kat elbise almak için değildir. Belki mühim bir ticaret içindir.”

(Te’dib: Edeplendirme / Edna: Cüz’î, azıcık)

“Aynen onun gibi insandaki cihazat-ı maneviye ve letaif-i insaniye ki her birisi hayvana nisbeten yüz derece inbisat etmiş.”

(Cihazat-ı maneviye: Akıl ve hayal gibi manevi cihazlar / Letaif-i insaniye: Muhabbet ve hırs gibi insanın latif duyguları)

“Mesela, güzelliğin bütün meratibini fark eden insan gözü… ve taamların bütün çeşit çeşit ezvak-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zaika-i lisaniyesi… ve hakaikin bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı… ve kemalâtın bütün envaına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, aletleri nerede? Hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki hayvan, kendine has bir amelde (münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus) ziyade inkişaf eder. Fakat o inkişaf, hususidir.”

(Meratib: Mertebeler / Ezvak-ı mahsusa: Kendine has özel zevkler / Temyiz: Ayırt etme / Zaika-i lisaniye: Dilin tat alma duyusu / Münhasıran: Hususi olarak / Cihaz-ı mahsus: Hususi bir cihaz)

“İşte şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp… acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilan etmek… ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek… ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek… ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mucizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.” (23. Söz)

(Kesret: Çokluk, bolluk / Vazife-i asliye: Asıl vazife / Makasıd: Maksatlar / Vezaif: Vazifeler / Küllî: Kapsamlı / İmdadat-ı Rahmaniye: Rahman olan Allah’ın yardımları / Masnuat: Sanatla yapılmış eserler / Kudret-i Rabbaniye: Rab olan Allah’ın kudreti)

Şu cümlelere bir daha dikkat edelim:

Belki şöyle bir insanın vazife-i asliyesi:

– Nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp…

– Acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilan etmek…

– Küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek…

– Nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek…

– Masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mucizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir…

İşte bunlar ve benzeri ameller insanın ubudiyet-i külliyesidir. İnsanın bu ubudiyeti kendi başına keşfetmesi mümkün değildir. Bu hâl de ispat eder ki: İnsanı kesrete müptela bir surette yaratıp, onu ubudiyet-i külliye ile vazifedar kılan Allahu Teâlâ, insanın yüzünü kesretten vahdete çevirecek ve ona ubudiyet-i külliyeyi ders verecek resulleri gönderecektir. Zira ubudiyet-i külliye ancak resullerin dersi ve talimiyle öğrenilir.

Üstadımız, mütalaasını yaptığımız on delili şu neticeye bağlıyor:

Daha bunlar gibi çok vezaif-i nübüvvet var ki her biri bir burhan-ı kat’îdir ki uluhiyet risaletsiz olamaz. (10. Söz)

(Vezaif-i nübüvvet: Peygamberlik vazifeleri / Burhan-ı kat’î: Kati ve kesin delil)

Üstad Hazretleri 10 delille nübüvvet mesleğini ispat etti ve Deizmin bel kemiğini kırdı. Bizler bu delilleri kullanarak “Deizm Yanılgısı” isimli bir video hazırladık. Bu videoya feyyaz.tv sitemizden ulaşabilirsiniz.

Şimdi mesele şu: Madem 10 delilin delaletiyle nübüvvet haktır ve hakikattir. O hâlde şuna bakacağız:

— Bu vazifeleri en iyi kim yapmış ve en mükemmel şekilde kim eda etmiş?

Bu sorunun cevabını bulursak, Allah katında en makbul kulun ve en mahbub resulün kim olduğunu da buluruz.

Üstad Hazretleri cevabı şöyle veriyor:

Şimdi, acaba âlemde Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmdan -beyan olunan evsaf ve vezaife- daha ehil ve daha câmi kim zuhur etmiş? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe ondan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermiş midir? Hayır, asla ve kat’â!” (10. Söz)

(Evsaf: Vasıflar / Vezaif: Vazifeler / Rütbe-i risalet: Peygamberlik rütbesi / Vazife-i tebliğ: Tebliğ vazifesi / Elyak: Daha layık / Evfak: Daha muvafık, daha uygun)

Peygamberimiz (a.s.m.) beyan olunan evsafa ve vezaife en layık zattır. Allah’ın sanatını teşhir etmiş, dinini tebliğ etmiş, isim ve sıfatlarını tarif ve tavsif etmiş; kudretini, zenginliğini, saltanatını vs. ilan etmiş ve bunlar gibi risalete terettüp eden bütün vazifeleri icra etmiş.

Madem bütün vazifeleri en câmi, en kâmil, en fâzıl şekilde yapan Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır; o hâlde Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın resulüdür, Onun elçisidir ve bu vazifelerle muvazzaf bir memurudur.

Üstad Hazretleri bu makamda, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın vasıflarını sayıyor:

Belki o, bütün resullerin seyyididir… bütün enbiyanın imamıdır… bütün asfiyanın serveridir… bütün mukarrebînin akrebidir… bütün mahlukatın ekmelidir… bütün mürşidlerin sultanıdır.

Evet, ehl-i tahkikatın ittifakıyla, şakk-ı kamer ve parmaklarından su akması gibi bine bâliğ mucizatından hadd ü hesaba gelmez delail-i nübüvvetinden başka, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakaik ve kırk vecihle mucize olan mucize-i kübra, güneş gibi risaletini göstermeye kâfidir. Başka risalelerde ve bilhassa Yirmi Beşinci Söz’de Kur’an’ın kırka karib vücuh-u i’cazından bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz. (10. Söz)

(Mukarrebîn: Allah yakın olanlar / Akreb: En yakın / Ekmel: En mükemmel / Şakk-ı kamer: Ay’ın yarılması / Bâliğ: Ulaşan / Bahr-i hakaik: Hakikatler denizi / Mucize-i kübra: En büyük mucize / Karib: Yakın / Vücuh-u i’caz: Mucizeviliğinin vecihleri)

Metin açık olduğundan izahına gerek duymuyoruz. Sadece metni maddeleyerek nelerin tefekkür edilmesi gerektiğini gösterelim:

1. Hz. Muhammed (a.s.m.) bütün resullerin seyyididir.

2. Bütün enbiyanın imamıdır.

3. Bütün asfiyanın serveridir.

4. Bütün mukarrebînin akrebidir (Allah’a yakın olan kulların en yakınıdır).

5. Bütün mahlukatın ekmelidir.

6. Bütün mürşidlerin sultanıdır.

7. Bine baliğ mucizelerin sahibidir.

8. Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakaik ve kırk vecihle mucize olan bir kitabın mübelliğidir.

Bu maddeler üzerinde derinden derine tefekkür edilmeli. İşin tefekkür kısmını sizlere havale ediyoruz.

Bu makamda, Kur’an’ın kırk vecihle mucize olması üzerine biraz konuşalım:

İ’caz: Âciz bırakmak ve acze düşürmek demektir. Üstad Hazretlerine göre, Kur’an’ın kırk i’caz vechi vardır. Üstadımız bu kırk vechi misalleriyle birlikte Yirmi Beşinci Söz’de beyan etmiştir. Bu kırk vecih şunlardır:

1. Manasındaki belâgat.

2. Nazmındaki cezâlet.

3. Hüsn-ü metaneti.

4. Üslûplarının bedâati.

5. Garâbeti.

6. Müstahsenliği.

7. Beyanının berâati.

8. Fâik oluşu ve üstünlüğü.

9. Safveti.

10. Manasının kuvveti.

11. Lafzının fesâhati.

12. Selâseti.

13. Lafzındaki câmiiyeti.

14. Manasındaki câmiiyeti.

15. İlmindeki câmiiyeti.

16. Mebahisindeki câmiiyeti.

17. Üslup ve icazındaki câmiiyeti.

18. Üslub-u Kur’an’ın cem’iyyeti.

19. Âyât-ı Kur’aniyenin câmiiyeti.

20. İ’cazkârâne îcâzı.

21. Câmi ve hârık olması.

22. Makâsıd-ı câmiiyeti.

23. Meâni-i câmiiyeti.

24. Esâlib-i câmiiyeti.

25. Letâif-i câmiiyeti.

26. Mehâsin-i câmiiyeti.

27. Mesâil-i câmiiyeti.

28. Maziye ait ihbarat-ı gaybiyesi.

29. İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesi.

30. Hakâik-ı İlahiyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

31. Hakâik-ı kevniyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

32. Umur-u uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

33. Şebabeti.

34. Tabakat-ı beşerin hususi hisse-i fehmi.

35. Heyet-i mecmuasında râik selâseti.

36. Fâik selameti.

37. Metin bir tesanüdü.

38. Muhkem bir tenasübü.

39. Meziyet-i i’caziyesi.

40. Temsilat-ı Kur’aniyesi.

Bu cihetlerin hepsi örnekleriyle birlikte 25. Söz’de izah edilmiştir. Bu kırk vech-i i’cazın izahını 25. Söz’e havale ediyoruz.

Şu nokta üzerinde de biraz duralım:

Üstad Hazretleri, “Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir bahr-i hakaik ve kırk vecihle mucize olan mucize-i kübra, güneş gibi risaletini göstermeye kâfidir.” diyerek Kur’an’ı Peygamberimiz (a.s.m.)’ın risaletine delil yaptı. Demek, Kur’an bütün hakikatleriyle ve bütün i’caz yönleriyle Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini ispat ediyor.

— Peki, nasıl ispat ediyor?

İspatının vechi şudur: Nasıl ki Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğini ispat eden bütün deliller aynı zamanda Kur’an’ın da Allah’ın kitabı olduğunu ispat eder. Şöyle ki:

– Madem bu zat Allah’ın peygamberidir, o hâlde yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez.

– Madem yalana tenezzül etmez, elbette Allah’a iftira etmez ve buna cüret edemez.

– Ve madem Allah’a iftira etmez, o hâlde “Allah’ın kelamıdır.” dediği ferman elbette Allah’ın kelamı olacaktır.

Dolayısıyla Efendimizin risaletini ispat eden bütün deliller aynı zamanda, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu da ispat eder.

Aynen bunun gibi, Kur’an da bütün mucizeleriyle ve Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden bütün delilleriyle, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğini ispat eder. Zira Allah’ın kitabını ancak Allah’ın peygamberi tebliğ eder. Kur’an Allah’ın kelamıysa, bu kitabı tebliğ eden zat da Allah’ın peygamberi olmalıdır. Başka bir şey olamaz.

O hâlde şöyle bir söz söylesek:

— Kur’an Allah’ın kelamıdır, zira Hz. Muhammed (a.s.m.) birçok mucizeler göstermiştir.

Böyle deyip, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna Peygamberimizin mucizelerini delil yapsak, bu son derece doğrudur. Zira:

– Madem mucize göstermiştir, o hâlde Allah’ın peygamberi olmalıdır.

– Madem peygamberdir, elbette yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez.

– Ve madem yalan söylemez, o hâlde elindeki kitap Allah’ın kitabı olmalıdır. Zira bu zat (a.s.m.) “Bu kitap Allah’ın kitabıdır.” demektedir.

Gördüğünüz gibi, Efendimizin peygamberliğine iman etmek, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna inanmayı iktiza ediyor.

Aynen bunun gibi, şöyle bir söz daha söylesek:

– Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın peygamberidir, zira Kur’an kırk cihetten mucizedir.

Böyle deyip Kur’an’ı Peygamberimizin risaletine delil yapsak, bu son derece doğrudur. Zira madem Kur’an kırk vechin tasdikiyle Allah’ın kelamıdır; elbette onu tebliğ eden zat da Allah’ın resulü olmalıdır. Zira Allah’ın kitabının Onun resulünden başkasına inmesi mümkün değildir. Kur’an Allah’ın kitabı iken, onu tebliğ eden zatın Allah’ın resulü olmaması mümkün değildir.

Netice: Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın peygamberidir. Zira elindeki Kur’an kırk vech-i i’cazın tasdikiyle Allah’ın kelamıdır.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin