14. Hem hiç mümkün olur mu ki bu güzel masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran…
Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem hiç mümkün olur mu ki bu güzel masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni-i Zülcelal, onun mukabilinde zîşuurdan marziyatı ve arzuları ne olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin? (10. Söz)
(Zîşuur: Şuur sahibi / Marziyat: Allah’ı razı olduğu şeyler)
Bu delilin mütalaasına bir soruyla başlayalım:
— Siz, yapmış olduğunuz iyiliklerin başkasına verilmesine razı olur musunuz?
Mesela ziyafetler verdiğiniz büyük bir yemekhaneniz olsa. Her gün yüzlerce fakire yedirseniz ve içirseniz… Sonra bu fakirler, onlara yaptığınız bu iyiliği başkasından bilip ona teşekkür etse ve ona minnettar olsa, buna razı olur musunuz?
Herhâlde olmaz ve şöyle dersiniz:
— Ey fakirler topluluğu! Bu yemekhane benim, sizlere yediren içiren benim. Ona değil, bana teşekkür edin ve bana minnettar olun…
Ya da şunu düşünelim:
Büyük bir fabrikanız olsa ve her gün yüzlerce kişiyi baştan aşağı giydirseniz… Sonra bu kişiler, sizin hediyeniz olan bu elbiseleri başkasından bilip ona teşekkür etse ve ona minnettar olsa, buna razı olur musunuz?
Herhâlde olmaz ve şöyle dersiniz:
— Bu fabrika benim, sizi baştan aşağı giydiren benim, bunlar benim mallarım. Ona değil, bana teşekkür edin ve bana minnettar olun…
Bir misal daha verelim:
Büyük bir hastaneniz olsa, her gün yüzlerce hasta buraya gelip ücretsiz tedavi olsa ve şifa bulsa… Daha sonra bu hastalar, onlara yaptığınız bu iyiliği başkasından bilse ve o kişiye gidip, “İyi ki sen varsın, senin cömertliğin olmasa biz nerede tedavi olurduk, bize kim bakardı; ilacımızı kim verir, bizi kim iyileştirirdi?” dese, buna razı olur musunuz?
Herhâlde olmaz ve şöyle dersiniz:
— Bu hastane benim; sizi tedavi eden, ilacınızı veren ve sizlere bakan benim. Ona değil, bana teşekkür edin ve bana minnettar olun…
Şimdi size bir soru daha soracağım: Biz en basit iyiliklerimizin dahi başkasına verilmesine razı olmazken, Allahu Teâlâ bizlere yaptığı sonsuz iyilik ve ihsanların başkasına verilmesine, onlara teşekkür edilip minnet gösterilmesine razı olur mu?
Elbette razı olmaz ve nimetin kendinden bilinmesini ister. Madem nimetin kendinden bilinmesini ister, o hâlde peygamberler göndermeli ve kitaplar indirmeli ki bizler nimetin hakiki sahibi olarak Onu tanıyalım. Eğer peygamberler olmazsa nimeti Ondan bilemeyiz.
Kendilerine peygamber ulaşmayan kavimlere veya peygamber ulaşmış olsa bile onlara uymayanlara baksanıza… Bir kısmı puta tapmış. Yani kendilerine verilen nimetleri putlardan bilmiş. Bir kısmı da ateşe tapmış, güneşe tapmış. Yani bütün nimetlerin sahibi olarak bunları bilmiş. Demek insan, bir peygamberi tanımazsa, onun dersini dinlemezse, Allah’ın nimetlerini batıl ilahlara böyle paylaştırıyor.
İşte Allahu Teâlâ, kullarının nazarlarını bu batıl ilahlardan kendisine çevirmek için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş ve şöyle demiştir:
— Ey kullarım! Sizler nimetin yaratıcısı ve hakiki sahibi olmadığınız hâlde, yaptığınız iyiliklerin kendinizden bilinmesini istiyor ve başkasına verilmesine razı olamıyorsunuz. O hâlde ben ki nimetin yoktan yaratıcısı ve hakiki sahibiyim. Hiç nimetlerimin başkasından bilinmesine ve bana bedel onlara minnettar olunmasına razı olur muyum? Elbette olmam. O hâlde nimetlerimi ancak benden bilin ve sadece bana minnet edin…
Evet, Allahu Teâlâ nimetini kendisinden bilmemizi istiyor, çünkü kendisini tanımamızı ve sevmemizi istiyor. “İnsan ihsanın kuludur.” kaidesince, insan nimet vereni sever ve ona perestiş eder.
Ayrıca Allahu Teâlâ insandan marziyatına tabi olmasını istiyor. Helalini helal ve haramını haram bilmesini istiyor.
İşte bütün bunların tahakkuku peygamberlerin gönderilmesine bağlıdır. Peygamberler gönderilmezse insan ne Allah’ı tanır, ne Onu sever, ne nimetlerini Ondan bilir ve ne de Allah’ın marziyatına tabi olur!
Yazar: Sinan Yılmaz