11. Hem hiç mümkün olur mu ki acib mucizelerle, garib ve kıymettar şeylerle dolu hazineler sahibi…
Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem hiç mümkün olur mu ki acib mucizelerle, garib ve kıymettar şeylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir tarif edici ve vassaf bir teşhir edici vasıtasıyla enzar-ı halka arz ve başlarında izhar etmekle gizli kemalatını beyan etmek irade etmesin ve istemesin? (10. Söz)
(Vassaf: Vasfedici / Enzar-ı halk: Halkın bakışları / İzhar: Göstermek)
Bir zat düşünüyoruz: Son derece zengin ve hazineler sahibi… Hazinelerinde her türlü mücevher ve kıymetli eşya var… Bu zat zenginliğini, kudretini ve saltanatını halka göstermek istiyor. Bu maksatla da hazinelerini açıp, halkı seyir ve temaşaya davet ediyor.
Bu zatın, hazinelerini açmasının tek sebebi, kendi kudret ve zenginliğini göstermek istemesi ve saltanatının haşmetini izhar etmeyi arzu etmesi. Hazinelerdeki cevherler sadece bu maksada hizmet etmek için var.
Yani hazineler sahibi bu zengin zat istiyor ki cevherlere bakanlar mana-yı harfîyle baksın, mana-yı ismîyle değil. Bakan, baktığı cevherde onun kudretini, zenginliğini ve saltanatının haşmetini görsün. Cevherin sûrî güzelliğinde takılıp kalmasın.
Şimdi sorumuz şu:
— Mezkûr maksatlar için hazinelerini halka arz eden bu zat, halkın nazarını cevherlerin sûrî güzelliğinden kendine çevirmek için ne yapmalı?
Elcevab: Hazinelerin başına bir memur atamalı. O memur hazineleri gezen ahaliye o zatın kudretini, zenginliğini, saltanatını anlatmalı; ahalinin nazarını cevherlerden çekip ona celbetmeli; cevherlerdeki kıymet ve nakışları o zatın zenginliğine delil yapmalı. Ancak bu şekilde, hazinelerin açılmasındaki hikmet tahakkuk edip maksat hasıl olur. Yoksa hazineleri gezen ahali cevherlerin sûrî güzelliğinde takılıp kalır; ne o zatın zenginliğini, ne kudretinin büyüklüğünü ve ne de saltanatının haşmetini düşünür.
Aynen bunun gibi, Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ da murad etti ki ahali zatının kemalini görsün. Kudretinin büyüklüğünü, zenginliğinin genişliğini, saltanatının haşmetini ve zatına ait diğer kemali temaşa etsin.
İşte bu sebeple, şu âlemi icat etti ve gizli hazinelerini açıp halkı seyir ve temaşaya davet etti. Âdeta her bir masnuu esmâ-i hüsnasının bir hazinesi yaptı. O masnu İlahî isimlere ayna olmakla kıymet kazandı ve neredeyse bir cevher oldu.
Lakin insanlar o cevherlerin zahirî süsünde takılıp kaldı. Hâlbuki bu cevherler zatları için değil, delaletleri için yaratılmıştı. Bunlara mana-yı ismîyle değil, mana-yı harfîyle bakmak gerekiyordu. “Ne güzel.” demeye bedel, “Ne güzel yapılmış.” demek gerekiyordu. Lakin cevherlere bakanlar işin hakikatini kaybetti, cevherlerin süsünde boğulup kaldı?
Şimdi sorumuz şu:
— Her bir masnuu esmâ-i hüsnasının gizli bir hazinesi yapan Allahu Teâlâ halkın nazarını kendine celbetmek için ne yapacak?
Elcevab: Resuller gönderecek. O resuller hazinelerdeki güzelliği Onun kudretine, zenginliğine, saltanatına ve diğer evsafına delil yapacak. Eşyaya mana-yı harfîyle bakmayı öğretecek. Fiilden faile, sanattan sanatkâra, eserden müessire, isimden müsemmaya, sıfattan mevsufa geçmeyi ders verecek. Ve hakeza…
Eğer bu olmazsa, şu dünya sergisinin açılmasının ve hazinelerin arzının hiçbir kıymeti kalmaz ve hikmeti kaybolur. Murad olan maksatlar tahakkuk etmez. Hikmet abesiyete, icat israfa inkılap eder. Hakîm-i Mutlak olan Allahu Teâlâ ise buna asla müsaade etmez.
Yazar: Sinan Yılmaz