a
Ana SayfaOnuncu Söz10. Hem hiç mümkün olur mu ki nihayet derecede bir hüsn-ü zatî sahibi…

10. Hem hiç mümkün olur mu ki nihayet derecede bir hüsn-ü zatî sahibi…

Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hem hiç mümkün olur mu ki nihayet derecede bir hüsn-ü zatî sahibi, cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin? Yani bir habib resul vasıtasıyla ki hem habibdir, ubudiyetiyle kendini ona sevdirir, âyinedarlık eder. Hem resuldür; onu mahlukatına sevdirir, cemal-i esmasını gösterir. (10. Söz)

(Hüsn-ü zatî: Zatî güzellik, güzelliğinin başkasından olmayıp zatî olması / Cemal: Güzellik / Mehasin: Güzellikler / Hüsün: Güzellik / Cemal-i esma: Allah’ın isimlerinin güzelliği)

Üstad Hazretleri, bir hüsnün gözükmesini üç şarta bağladı:

1. Hüsün sahibinin gözükmek istemesi.

2. Güzelliğini gösteren bir ayine bulunması.

3. Güzelliğini tarif edecek bir zatın olması.

Şimdi, bu şartları Allahu Teâlâ hakkında düşünelim:

1. Allahu Teâlâ güzelliğini göstermek istiyor. Zaten kâinatın yaratılmasının bir sebebi de Allah’ın bu muradıdır.

2. Allah’ın güzelliğinin aynaları mevcuttur. Şu âlemdeki her bir varlık bir ayna hükmünde olup, o cemalin tecellisine -bir nebze- mazhardır.

3. Geriye, bu güzelliği gösterecek zat kaldı. Bu zat evvela kendisi bu güzelliğe ayna olmalı; sonra nazar-ı dikkatleri kendindeki ve diğer aynalardaki güzelliklere celbetmeli ve bu güzelliklerin Allah’a ait olduğunu, belki Onun güzelliğinin milyonlarca perdelerden geçmiş zayıf gölgeleri olduğunu anlatmalı.

Bu vazifeyi yapacak zat da ancak bir resul olabilir. O resul ubudiyetiyle -yani Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar olması ve bu isim ve sıfatlarla ahlaklanması cihetiyle- Allah’ın hüsnüne ayna olur; risaleti cihetiyle de bu hüsnü halka izhar ve ilan eder.

Şimdi, bu delili daha geniş bir kadrajla tefekkür edelim:

Allahu Teâlâ nihayetsiz güzelliğin sahibidir. Hem zatı güzeldir hem isim ve sıfatlarının tecellisi güzeldir.

“Her cemal sahibi kendi cemalini görmek ve göstermek ister.” sırrınca, nihayetsiz cemalin sahibi olan Allahu Teâlâ da kendi hüsün ve cemalini görmek ve göstermek istemiştir. İşte bu sırdan dolayı şu kâinatı yaratmış ve her varlığı cemalinin bir aynası yapmıştır. Varlıkların böyle güzel bir surette yaratılması, nakış nakış dokunması, farklı renklere boyanması, görenlere “Mâşâallah, Tebârekâllah, Sübhanallah” dedirtecek kadar güzel olması, hep Allah’ın, zatî cemalini görmek ve göstermek istemesi sırrındandır.

Lakin insanın fikri kısadır, nazarı kâsırdır, muhakemesi eksiktir ve düşüncesi dardır. Şu eşyadaki güzelliğe bakıp, Cemil-i Zülcemal’in güzelliğine ulaşamaz ve Onun güzelliğini takdir edemez. Bırakın ulaşmayı ve takdir etmeyi, zahirde bir çirkinlik görse, hikmetini bilmediğinden dolayı o güzelliği inkâr eder. Bu inkârıyla da öyle bir cinayet işler ki cinayetinin büyüklüğünden Arş-ı Azam titrer.

— Peki, bu durumda ne olmalı?

Şu olmalı: Bir resul gelmeli, o İlahî hüsne evvela bizzat kendisi ayna olmalı; sonra zahirî çirkinliklerin sebebini anlatmalı ve halkın nazarını kendindeki ve aynalardaki güzelliğe çekmeli. Bu güzellikten de güzelliğin hakiki sahibi olan Allah’a intikal ettirmeli; gönül ve nazarları o Cemil-i Baki’ye celbetmeli…

Eğer bu olmazsa, varlıkların bu kadar güzel yaratılmasının hikmeti kaybolur. Allah’ın, güzelliğini gösterme muradı tahakkuk etmez. Her şey abesiyete ve israfa döner. Allah ise abes iş yapmaktan ve israftan son derece münezzehtir.

İşte bu münezzehliğin bir neticesi olarak resuller göndermeli ve güzelliğini halka tarif ettirmelidir.

O hâlde bu delili şöylece maddeleyebiliriz:

1. Allahu Teâlâ nihayetsiz bir güzelliğin sahibidir.

2. “Her cemal sahibi kendi cemalini görmek ve göstermek ister.” sırrınca, Allahu Teâlâ da nihayetsiz cemalini görmeyi ve göstermeyi murad etmiştir.

3. Bu muradı sebebiyle âlemi yaratmış ve her varlığı güzelliğinin bir aynası ve tarif edicisi yapmıştır.

4. İnsan ise aynalardaki bu güzelliği görmekten ve bu güzellerin tarifini anlamaktan âcizdir. Her bir ayna sahip olduğu güzelliğin lisan-ı hâliyle insana bir şeyler demekte, insan ise bu sözleri işitememektedir.

5. Bu durumun zaruri bir neticesi olarak resuller gönderilmeli; o resuller evvela kendileri o İlahî güzelliğe bir ayna olmalı; sonra diğer aynaların lisan-ı hâlleriyle söylediklerini insanlara tercüme etmeli; o aynalardaki güzelliğe dikkatleri çekmeli ve bu güzelliğin hakiki sahibi olan Allahu Teâlâ’ya gönülleri celbetmelidir.

Eğer bu olmazsa, şu göz önündeki güzelliğin hiçbir kıymeti olmaz. Zira bu güzellik zatı için değil, Allah’a olan delaleti sebebiyle yaratılmıştır. Delaleti gösterecek resuller olmazsa, güzelliğin kıymeti de olmaz.

Not: Üstad Hazretleri mezkûr cümlesinde, Allah’ın hüsnüne ayna olmaları cihetiyle sadece resulleri zikretti ve onların ubudiyetleri cihetiyle Allah’ın hüsnüne ayna olduklarını beyan etti. Bizler mütalaada resullerin ayna olmasıyla birlikte, diğer varlıkların da ayna olmasından bahsettik. Zira Üstadımız Risalelerin başka yerlerinde işin bu cihetine de dikkat çekiyor. Biz iki ciheti cemettik. Demek, resuller ubudiyetleri cihetiyle (yani Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olup, o isimlerle ahlaklanmaları cihetiyle) Allah’ın hüsnüne aynadır; risaletleri cihetiyle de hem kendilerindeki hüsnü hem de eşyadaki hüsnü halka izhar ve ilanla vazifelidir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin