3. Mukaddime: Hikâyedeki sersem adamın o emin arkadaşıyla üç hakikatleri var…
Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
MUKADDİME
Birkaç işaretle, başka yerlerde yani Yirmi İkinci, On Dokuzuncu, Yirmi Altıncı Sözlerde izah edilen birkaç meseleye işaret ederiz.
Birinci İşaret: Hikâyedeki sersem adamın o emin arkadaşıyla üç hakikatleri var:
Birincisi: Nefs-i emmarem ile kalbimdir.
İkincisi: Felsefe şakirdleriyle Kur’an-ı Hakîm tilmizleridir.
Üçüncüsü: Ümmet-i İslamiye ile millet-i küfriyedir. (10. Söz)
(Şakird: Talebe / Tilmiz: Talebe)
Hikâyedeki sersem adamın dediklerini insanın nefs-i emmaresi söylüyor, felsefeciler söylüyor ve millet-i küfriyenin şahs-ı manevisi ve bu şahs-ı manevinin fertleri olan kâfirler söylüyor.
Emin arkadaşın dediklerini ise insanın -fıtratı bozulmamış insanın- kalbi söylüyor, Kur’an-ı Hakîm’in tilmizleri söylüyor ve ümmet-i İslamiyenin şahs-ı manevisi ve bu şahs-ı manevinin fertleri olan Müslümanlar söylüyor.
Dolayısıyla temsildeki sersem adam; nefs-i emmarenin, felsefe şakirdlerinin, millet-i küfriyenin ve kâfirlerin karşılığıdır.
Temsildeki emin adam da kalbin, Kur’an-ı Hakîm’in tilmizlerinin, ümmet-i İslamiyenin ve Müslümanların karşılığıdır.
Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müthiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır. (10. Söz)
İnsan, kendisini yaratanı tanımasa, hâlıkını inkâr etse ve eşyayı tesadüfe ve tabiata isnat etse; bundan daha büyük bir cinayet var mıdır?
— İnsan Allah’ı nasıl inkâr eder?..
— Bütün mahlukatın lisan-ı hâl ile varlığına şehadet ettiği bir Zata nasıl “Yok.” der?
— Bir harfin kâtipsiz ve bir iğnenin ustasız olamayacağını bilen insan, nasıl olur da şu kâinatın sahipsiz ve maliksiz olabileceğine ihtimal verir?
— Bundan daha büyük bir dalalet var mıdır?
Vallahi yoktur. Kâfir en büyük dâl ve en büyük canidir.
Hikâyede nasıl emin adam demişti: Bir harf kâtipsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz.
Biz de deriz: Nasıl ki bir kitap, bahusus öyle bir kitap ki her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitap yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtipsiz olmak, son derece muhaldir. (10. Söz)
(Muhal: İmkânsız)
Sayfadaki bir A harfi gösterilip şöyle denilse:
— Bu A harfi kendi kendine oldu.
Bu söze güler, sahibine de akılsız deriz.
Peki, şöyle bir kitap olsa: Her kelimesi içinde ince yazıyla bir kitap yazılmış ve her harfi içinde ince kalemle muntazam bir kaside yazılmış.
— Böyle bir kitabın kâtipsiz olması ve kendi kendine vücut bulması mümkün müdür?
Elbette değildir. Değil böyle bir kitabın, bir harfin dahi kâtipsiz olması mümkün değildir.
Üstad Hazretleri bu misalden şu hakikate çıkıyor:
Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitaptır ki her sahifesi çok kitapları tazammun eder. Hatta her kelimesi içinde bir kitap vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitap içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve, bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var. İşte böyle bir kitap, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete malik bir Zat-ı Zülcelal’in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. Demek, âlemin şuhuduyla bu iman lazım gelir. İlla ki dalaletten sarhoş olmuş ola. (10. Söz)
(Nakkaş: Nakış yapan (Her şeyi sanatlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah) / Muhal ender muhal: İmkânsızlık içinde imkânsızlık / Tazammun: İçine almak / Evsaf-ı celal ve cemal: Celalî ve cemalî sıfatlar / Nakş-ı kalem-i kudret: Kudret kaleminin nakşı / Şuhud: Görme, görünme)
Kitab-ı kâinat üzerine şöyle bir tefekkür yapabiliriz:
– Kâinat, kalem-i kudretle yazılmış bir kitaptır.
– Dünya bu kitabın bir babı ve bölümüdür.
– Yeryüzü bu kitabın bir sayfasıdır.
– Her bir nev -mesela elma ağacı nevi- bu kitabın bir cümlesidir.
– Bir nevin tek bir ferdi -mesela tek bir elma ağacı- bu kitabın bir kelimesidir.
– O ferdin bir uzvu -mesela ağaçtaki bir elma- bu kitabın bir harfidir.
– Meyvenin çekirdeği ise bu kitabın noktasıdır. Bu öyle bir noktadır ki koca kitabın bütün manası bu noktada kaydedilmiştir.
Kâinat kitabına başka cihetlerden bakıp daha farklı tasnifler de yapabiliriz. Üstadımızın ifadelerine bakacak olursak:
Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitap içinde var:Her nevi bir kitap kabul ettiğimizde, yeryüzü sayfasında üç yüz bin kitap yazılmıştır. Tabii bu rakam Üstad Hazretlerinin zamanına aittir. Şu andaki rakamlar milyonlarla ifade ediliyor. Buna göre, -her nev bir kitap olsa- yeryüzü sayfasında milyonlar kitap yazılmış… Bir nevin fertleri, o kitabın sayfaları olsa; bu kitapların da milyonlar hatta milyarlar sayfası var…
Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır: Ağaca kelime olarak baktığımızda; dallarına, çiçeklerine ve meyvelerine sahife olarak bakabiliriz. Bu durumda, bir kelimenin binlerce sayfası olur.
Bir meyve, bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var: Ağacın, çekirdeğinde yazılması misillü, kâinat kitabı da en küçük bir zihayatta yazılmıştır. Yani kâinatta büyük ölçekte tecelli eden esmâ-i İlahîye, en küçük bir fertte de tecelli etmektedir. Yine âlemde ne varsa küçük bir numunesi zihayatta bulunmakta, bu cihetle her bir zihayat bir misal-i musaggar-ı kâinat olmaktadır. Bu ciheti örnekleriyle şöyle izah edebiliriz:
Mesela insanı ele alalım. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır:
– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.
– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.
– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.
– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.
– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.
– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.
– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.
– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.
– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.
– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.
– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.
– Âlemde Arş var, bizde kalp.
– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.
– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…
Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur. İnsan kâinata küçük bir misal olduğu gibi, her bir canlı varlık da böyle küçük bir misaldir.
Meseleye şöyle de bakabiliriz:
İnsan ve her bir hayat sahibi hikmetli bir şekilde, belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya noktadır. Yani mesela:
– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağdı, bir damlasını alıp insana koydu, o damla insanda hafıza oldu.
– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kalp oldu.
– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda akıl oldu.
– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda hayal kuvveti oldu.
– Ormanları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda saç, sakal ve kıllar oldu.
– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koydu, o damla insanda kemik şeklini aldı. Ve hakeza…
Sözün özü: Şu kitab-ı kâinatın noktası hükmünde olan bir insanda ve her bir zihayatta, kitab-ı kâinatın ekser mesaili yazılmış; bir nokta, kitabın manasını kendinde cemetmiştir. İşte böyle bir kitap, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete malik bir Zat-ı Zülcelal’in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir.
“Evsaf-ı celal ve cemal” ifadesini de biraz açalım:
Allah’ın lütfuna, merhametine, affına ve ihsanına ait sıfatlar cemalîdir. Allah’ın azabına, ikabına, kibriyasına ve azametine ait sıfatlar ise celalîdir. Mesela:
– Rızık verme manasındaki “terzik” sıfatı cemalîdir. Yok etme manasındaki “ifna” sıfatı ise celalîdir.
– Hayat verme manasındaki “ihya” sıfatı cemalîdir. Öldürme manasındaki “imâte” sıfatı ise celalîdir.
– Bağışlamak manasındaki “gufran” sıfatı cemalîdir. Azap etme manasındaki “ta’zib” sıfatı ise celalîdir.
Bunlar gibi, Allah’ın merhamet ve ihsanına delalet eden sıfatlar cemalî; şiddet ve azabına delalet eden sıfatlar ise celalîdir.
Yazar: Sinan Yılmaz