6. İkinci İşaret: Hikâyede bir yaver-i ekremden bahsedilmiş ve denilmiş ki…
Onuncu Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İkinci İşaret: Hikâyede bir yaver-i ekremden bahsedilmiş ve denilmiş ki: “Kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar ki o zat, padişahın emriyle hareket eder ve onun has bendesidir.” İşte o yaver-i ekrem, Resul-ü Ekrem’dir (a.s.m.).
Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resul-ü Ekrem, ışık şemse lüzumu derecesinde elzemdir. Çünkü nasıl güneş, ziya vermeksizin mümkün değildir. Öyle de uluhiyet de peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir. (10. Söz)
(Yaver-i ekrem: Yüksek rütbeli ve çok değerli memur / Bende: Hizmetçi / Müzeyyen: Süslenmiş, süslü / Sâni: Sanatkâr / Şems: Güneş)
Nasıl ki ateş dumana delalet eder; eğer ateş varsa dumanı da olmalıdır. Hem dumanın varlığı bir ateşin vücudunu ispat eder; eğer duman varsa bu dumanın kaynağı olan bir ateş olmalıdır. Ateşin dumana delaleti “burhan-ı limmî”; dumanın ateşe olan delaleti ise “burhan-ı innî”dir.
Aynen bunun gibi, uluhiyet de nübüvveti gerektirmekte ve onu ispat etmektedir. Üstadımız bu İkinci İşarette, uluhiyetin nübüvveti iktizası ile ilgili farklı deliller sunuyor. Bu delilleri çok iyi öğrenmeli hatta ezberlemeliyiz. Çünkü bu deliller Deizmin bel kemiğini kıracak delillerdir.
Malumunuz deistler Allah’ı -onlara göre bir yaratıcıyı- kabul ediyorlar ancak peygamberleri inkâr ediyorlar. Bu dersler onlara tam bir cevap mahiyetindeki derslerdir. Bu dersleri deistlere karşı kullanmış biri olarak diyorum ki:
— Bu hakikatlere karşı söyleyecek hiçbir söz bulamıyorlar ve ilzam oluyorlar.
Sizler de Deizm bataklığına düşen gençlerimizi oradan kurtarmak için bu dersleri çok iyi kavramalı ve muhtaçların imdadına koşmalısınız.
Bu girizgâhtan sonra şimdi, Üstadımızın mezkûr beyanının mütalaasına başlayalım:
Üstadımız dedi ki: Nasıl güneş, ziya vermeksizin mümkün değildir. Öyle de uluhiyet de peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.
Evet, nasıl ki güneş ziyasız olamaz ve güneşin vücudu ziyanın vücudunu iktiza eder; aynen öyle de uluhiyet de tezahürsüz olamaz.
İşte bu sırdan dolayı Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ bu âlemi yaratmış ve bu şekilde tezahür etmiştir. Yani şöyle sorsak:
— Şu nakış nakış süslenmiş kuşlar, kelebekler, çiçekler, ağaçlar ve diğer bütün varlıklar niçin yaratılmıştır?
Elcevab: Bütün bunlar uluhiyetin tezahür etmek istemesi sebebiyle yaratılmıştır. Çünkü uluhiyet tezahürsüz olamaz; güneşin ziyasız olamayacağı gibi… Allahu Teâlâ kendini bildirmek istiyor, tanıttırmak istiyor, varlığından haberdar etmek istiyor; bu sebeplerden dolayı da şu kâinatı icat ediyor.
— Peki, mezkûr gaye sadece kâinatın icadıyla tahakkuk eder mi?
Hayır, etmez. Zira birçok kişi şirk bataklığına düşer; eşyanın icadını Allah’tan değil, sebeplerden bilir. İşte ateşe tapanlar, puta tapanlar, güneşe tapanlar; tabiatı ve sebepleri fail-i hakiki zannedenler…
— Bu durumda ne gerekli?
Bir peygamber vasıtasıyla nazarların kesretten vahdete çevrilmesi gerekli. Yani bir peygamberin şirke düşen ahaliye şöyle demesi gerekli:
— Ey insanlar! Şu âlemin yegâne sahibi Allahu Teâlâ’dır. Sizi de taptıklarınızı da O yaratmıştır. Şu eşya Onun icadıyla vücud bulmuş ve Onun iradesiyle yokluk karanlıklarından varlık âlemine çıkmıştır. Bu eşyayla Onun uluhiyetini tasdik edin ve hiçbir şeyi Ona şirk koşmayın…
Eğer peygamberin bu dersi olmazsa kâinatın yaratılış gayesi yok olur. Çünkü kâinat uluhiyetin bilinmesi için yaratılmıştır. Bu da ancak peygamberlerin dersi ve talimiyle gerçekleşir.
Yani madem Allahu Teâlâ kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor, o hâlde peygamberler göndermeli ve onlara kitaplar inzal ederek kendini tanıtmalıdır. Aksi takdirde bizler Onu tanıyamayız. Mesela bakın, yaratıcıya “Allah” dedik. Onun isminin Allah olduğunu bize peygamberler öğretti. Bir düşünün, peygamberler olmasaydı yaratıcımızın adını bile bilemezdik.
— Zatının bilinmesi ve uluhiyetinin tezahürü için şu âlemi yaratan ve bu sebeple her varlığı nakış nakış süsleyen Zatın, peygamberler vasıtasıyla kendini bildirmemesi hiç mümkün müdür?
— Kendini bildirmek için bu kadar masraf yapan Zat, nasıl olur da bilinmenin en kısa yolu olan peygamberleri göndermez ve kitapları indirmez?
Sözün özü: Allahu Teâlâ, uluhiyetinin tezahürü -yani ilahlığının bilinmesi- için şu âlemi yaratmıştır. Elbette bu gayenin tahakkuku peygamberlerin gönderilmesine bağlıdır.
Uluhiyetin risaleti iktiza etmesi bahsine sonraki derste devam edeceğiz. Bu derste birinci ciheti mütalaa etmiş olduk.
Yazar: Sinan Yılmaz