16. Âlem-i gaybın ve melekûtun seyyarı, ervahın müşahidi, meleklerin musahibi…
Katre mütalaasına devam ediyoruz:
سيّارُ عالمِ الغيب والملكوت âlem-i gaybın ve melekûtun seyyarıdır مُشاهدُ الأرواح ervahın müşahididir ومُصاحبُ الملائكة ve meleklerin musahibidir مرشد الجن والإنس cinnin ve insin mürşididir.
Âlem-i gaybın ve melekûtun seyyarı, ervahın müşahidi, meleklerin musahibi ve cin ve insin mürşididir.
İzah: Beş duyu organıyla idrak edilebilen âleme “âlem-i şehadet”, beş duyu organıyla idrak edilemeyen âleme ise “âlem-i gayb” denir. Cennet, cehennem, âlem-i ervah, Arş, Kürsî gibi mekânlar âlem-i gayba ait mekânlardır.
Melekût “mülk” lafzının mübalağa sigasıdır. Bu kelime Kur’an’da şöyle geçmektedir:
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا فِي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ
“Onlar semavatın ve yeryüzünün melekûtuna bakmıyorlar mı?” (Araf 185)
“Semavatın melukûtu” ile Allah’ın azamet ve kibriyasına delalet eden Güneşler, Aylar, yıldızlar, galaksiler vs. kastedilmiştir. Üstadımız “âlem-i melekût” ifadesiyle -herhâlde- semavatın kandillerini ve daha ötesini -yani Allah’ın izzet ve azametinin hakkıyla tecelli ettiği büyük mekânları ve mülkleri- kastetmiştir.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın âlem-i gaybın ve melekûtun seyyarı olması: O âlemlerde gezmesi, seyir ve temaşa etmesi ve birçok yerini ziyaret etmesidir.
Ervahın müşahidi olması: Hem bu âlemleri gezerken hem de âlem-i şehadette iken ervahı görüp müşahede etmesidir. Bu ervah hem bedenleri terk eden ervahtır hem de âlem-i ervahta olup daha bu dünyaya gelmeyen ervahtır.
Meleklerin musahibi olması: Meleklerle arkadaşlık edip sohbet etmesidir.
Cin ve insin mürşidi olması: Sadece insanlara değil, aynı zamanda cinlere de peygamber olarak gönderilmesidir.
İşte Peygamberimiz (a.s.m.) -bahusus miraç ile- âlem-i gayb ve melekûtu seyir ve ziyaret etmiş, bu âlemlerde gezmiş ve gördüklerini ümmetine hikâye etmiştir. Hem bu âlemlerde gezerken hem de âlem-i şehadette iken ervahı müşahede etmiş ve melekler ile musahabe etmiştir. Yine cin ve insin mürşidi olmuş, onları hakkıyla irşad etmiştir.
أنموذجُ كمالِ الكائنات kâinatın kemalinin örneğidir بشخصيته المعنوية şahsiyet-i maneviyesiyle المشيرةِ إلى أنه onun olduğuna işaret eden نُصْبَ عينِ فاطر الكون Fâtır-ı kâinatın gözü önünde.
Fâtır-ı kâinatın gözü önünde olduğuna işaret eden şahsiyet-i maneviyesiyle kâinatın kemalinin örneğidir.
İzah: İlk önce, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesi üzerine konuşalım:
Efendimiz (a.s.m.)’ın bir şahsiyet-i maddiyesi var, bir de şahsiyet-i maneviyesi. Şahsiyet-i maddiye cihetiyle bizim gibi bir beşerdir. Yer, içer, uyur, evlenir; vakti gelir, pazarda pazarlık yapar ve hakeza. Bir de şahsiyet-i maneviyesi var. Şahsiyet-i maneviye cihetiyle emsalsizdir.
Bu iki şahsiyet arasındaki farkı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Yoksa bilmeden Efendimiz (a.s.m.)’a hürmetsizlik ederiz. Üstad Hazretleri bu iki şahsiyet arasındaki farkı Hubab Risalesi’nde izah etmiş. İktibasla nakledelim:
Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semalarda uçmaya başlar. Şimdi, birisi yerde kalan yumurtasının kabuğunda o kuşun güzelliğini ve kemalatını görmek istese, bu kişinin ahmak olduğunda şüphe yoktur.
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.)’ın da kabuk hükmünde bir şahsiyet-i maddiyesi var, bir de tekâmül ve terakki etmiş şahsiyet-i maneviyesi var. Siyer kitaplarının naklettiği hadiseler Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maddiyesine aittir. Eğer bir kimse Peygamberimiz (a.s.m.)’a maddi ve sathi bir nazarla bakarsa, şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vasıl olamaz.
Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesinin büyüklüğünü bir nebze şununla anlayabiliriz:
السَّبَبُ كَالْفَاعِل “Bir işe sebep olan, onu yapan gibidir.” kaidesince ümmetinin bütün sevabı en evvel onun amel defterine yazılmaktadır.
— Böyle bir sevabın büyüklüğünü ve sahibine kazandırdığı makamı tasavvur edebilir misiniz?
Dolayısıyla, Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maddiyesine ait zayıf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; hemen başı kaldırıp şahsiyet-i maneviyesine bakılmalıdır.
Bu bahsin çok geniş mütalaasını Reşhalar Risalesi’nin Birinci Reşhasında yapmıştık. Dileyenler bu bölümü okuyabilir.
Üstadımız dedi ki: …şahsiyet-i maneviyesiyle kâinatın kemalinin örneğidir.
Yani kemal namına şu âlemde ne varsa, o şey Efendimiz (a.s.m.)’da en zirve seviyede bulunuyordu. Mesela:
– Takva bir kemaldir. Efendimiz (a.s.m.) takvanın en üst derecesine sahipti.
– Zühd bir kemaldir. Efendimiz (a.s.m.) zühdün en kemaline sahipti.
– Sabır bir kemaldir. Efendimiz (a.s.m.) sabra zirve seviyede sahipti.
– Kusurları örtmek bir kemaldir. Efendimiz (a.s.m.) bu haslete en geniş manada sahipti.
– Cömertlik bir kemaldir. Efendimiz (a.s.m.) insanların en cömerti idi.
Bunlar gibi, âlemde ne kadar kemal varsa Peygamberimiz (a.s.m.)’da hepsi mevcuttu. Hatta âlem kemal dersini ondan aldı ve ondan öğrendi. Bu cihetle Efendimiz (a.s.m.) kâinattaki bütün kemalin örneği ve fihristi oldu.
Yazar: Sinan Yılmaz