a
Ana SayfaYirmi Beşinci Lem'a4. Üçüncü deva: Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine…

4. Üçüncü deva: Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine…

ÜÇÜNCÜ DEVA

Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. (25. Lem’a)

(Zeval: Yok olma / Firak: Ayrılma)

Ey nefsim! Bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için geldiğini mi zannediyorsun? Tek vazifen leziz yemekleri tatmak, güzel mekânları gezmek ve gününü gün etmek midir?

— Eğer böyle olsaydı gelenler gider miydi?

— Gençler ihtiyarlar mıydı?

— Kabir karşımıza dikilip kucağını açar mıydı?

— Şu gördüğün musibet ve hastalıklar olur muydu?

— Zeval ve firak rüzgârları eser miydi?

— Ve her estiğinde bizi yakar mıydı?

Eğer bu dünyaya sadece keyif sürmek ve lezzet almak için gelseydin bunların hiçbiri olmazdı. Çünkü bunlar lezzeti kaçıran ve keyfi bozan şeylerdir. Bizi bu memlekete gönderen Rabb-i Kerîmimiz, sadece keyif sürüp lezzet peşinde koşmamızı murad etseydi, lezzeti bozan bu unsurları yaratmaz; dünyayı bir cennet hükmünde icat ederdi.

Ey nefsim! Sen bu dünyaya başka bir maksat için gönderilmişsin. Lakin yolunu şaşırmış, maksudunu kaybetmişsin?

Bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine başka bir delil de şudur:

Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. (25. Lem’a)

(Zîhayat: Hayat sahibi / Edna: Aşağı)

Ey nefsim! Önce kendini oku… Sen bütün mahlukatın cihazatça sultanısın. Sana takılan aza ve duygular emsalsizdir. Bu cihetle zîhayatın en mükemmelisin, en yükseğisin ve en zenginisin. Hatta tek başına, hayvanattan bir neve bedelsin.

Lakin sende öyle bir cihaz var ki bu cihaz sebebiyle, mahlukatın sultanı iken en aşağı dereceye düşersin. Bu cihaz sebebiyle, aldığın lezzet binden bire iner, sürdüğün keyif bir anda yok olur.

Bu cihaz akıldır. Akıl vasıtasıyla, geçmiş lezzetli anları düşünürsün. Zeval-i lezzet (lezzetin sona ermesi) elem olduğu için, geçmiş günler kalbine elem akıtır, hazır lezzetini yok eder. Yine akıl vasıtasıyla, gelecek belaları düşünür, istikbalden zaman-ı hâzıra dehşet ve korku getirirsin. Bununla da hazır lezzetini hiçe indirir, keyfini yok edersin.

Ey nefsim! Sen lezzet cihetiyle en basit bir hayvana yetişemezsin. Çünkü hayvanın aklı yok ki geçmişten hüzün ve gelecekten dehşet alsın. O, anı yaşar ve tam lezzet alır. Sen ise aklın sebebiyle bunu yapamazsın.

Şunu bir düşünsene: Cihazatça mahlukatın sultanısın; ama lezzet cihetiyle en aşağıda, zavallı bir mahluksun. Eğer seni yaratan Rabb-i Rahîm’in, seni bu dünyaya lezzet alman ve keyif sürmen için gönderseydi sana böyle bir akıl vermez ve hazır lezzetini bozmazdı.

Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. (25. Lem’a)

Ey nefsim, anahtar cümle bu… Bu cümleyi ezberlemeli, belki günde yüz defa tekrar etmeli ve kalbine işletmelisin. Sen bu dünyaya güzel yaşamak için, rahat ve safa ile ömür geçirmek için gelmemişsin. Geliş maksadın şudur:

Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. (25. Lem’a)

Ey nefsim!

– Sen bu dünyaya kârlı bir ticaret için ve ebedî hayatın saadetine çalışmak için gelmişsin.

– Allah’a ubudiyet ve O’nun rızasını tahsil için gelmişsin.

– Kendini Allah’a sevdirmek ve O’nu hakkıyla sevmek için gelmişsin.

– Şükür için, zikir için, seyir ve tefekkür için gelmişsin.

– Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak ve tanıdıkça âşık olmak için gelmişsin…

Daha bunlar gibi onlarca maksat için gelmişsin. Sermayen ise ömürdür. Bu sermaye ile kârlı bir ticaret yapmalı; ebedî hayatında lazım olan şeyleri satın almalısın.

İşte hastalıklar bu cihetten sana bir yoldaş ve sözü tesirli bir nâsihtir (nasihatçidir). Şöyle ki:

Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” (25. Lem’a)

(Bâd-ı heva: Faydasız / Lâyemut: Ölümsüz)

— Ey nefsim! Hastalıktan daha tesirli bir mürşit ve ondan daha mukni bir nâsih (nasihatçi) var mıdır?

Baksana, sıhhat ve afiyet sana nasıl gaflet vermiş, günahlar peşinde koşturmuş. Dünyayı hoş gösterip, seni dünyaya âşık etmiş. Ölümü unutturmuş, kabri unutturmuş. Âdeta ahiretten yüz çevirtmiş, bütün sermayeni zayi ettirmiş.

— Acaba sıhhat ve afiyet, bu hâlde olan sana bir nimet midir?

Vallahi değildir. Çünkü sen onların sevkiyle Allah’ı unutmuşsun, yaratılış gayeni unutmuşsun; kendini ölümsüz ve baki zannetmişsin.

Hastalık ise bir geldi gözünü açtı. Şimdi anladın ki: Ölümsüz değilsin. Başıboş değilsin. Bir vazifen var. O vazifeyi îfa için bu dünyaya gönderilmişsin.

Hastalığın bu irşadıyla birden gururun kırıldı, enaniyeti bıraktın; Rabbini ve Malikini düşünmeye başladın, kabri hatırına getirirdin; bununla da yaratılış gayene uygun amel etmeye başladın.

İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekva değil belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir. (25. Lem’a)

(Nâsih: Nasihatçi)

Ey hastalık! Sana bin şükür olsun. Ne iyi ettin de bana misafir oldun. Geldin gözümü açtın, vazifemi bildirdin, gafletten uyandırdın. Eğer sen gelmeseydin benim hâlim ne olurdu!..

Ben kendimi ölümsüz ve baki biliyordum. Kendimi demirden ve çelikten zannediyordum. Ölümü hiç üstüme almıyor, kabre gireceğimi hiç düşünmüyordum. Ahiret ve hesap ise bana masal gibi geliyordu. Tek gayem vardı, o da lezzet almak ve günümü gün etmekti.

Sen geldin ve bir anda gözümü açtın, beni gafletten uyandırdın. Başıboş ve vazifesiz olmadığımı, bana verilen her nimetten hesaba çekileceğimi bildirdin. Sen ne güzel bir arkadaş ve ne tesirli bir mürşitsin!

Şimdi, mütalaasını yaptığımız devayı bir daha okuyalım:

ÜÇÜNCÜ DEVA

Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir.

Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor.

Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.”

İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekva değil belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir. (25. Lem’a)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin