a
Ana SayfaYirmi Beşinci Lem'a10. Sekizinci Lem’a: Ey ahiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler…

10. Sekizinci Lem’a: Ey ahiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler…

SEKİZİNCİ DEVA

Ey ahiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler. (25. Lem’a)

Ey nefsim! Dağlar gibi günahlar işlemiş; her aza ve uzvunla günahlara dalmışsın. Günah kirleri bâtınına kadar işlemiş. İsyanın ve gafletin hadsizdir. Ahirette hâlin ne olacak? Sana bir sabun lazım. İşte hastalık o sabundur. Seni temizler, günahlarına kefaret olur.

— Günah kirlerinden temizlenmeyip ahirete öyle gitsen daha mı iyi olacak?

Allah sana merhamet ediyor, seni temizliyor. Hem pek hafif bir hastalıkla çok günahlarını siliyor; seni dağlar gibi yüklerden kurtarıyor. Bu cihetten şükretmeli ve hoşnut olmalısın.

Hastalıklar, keffaretü’z-zünub olduğu hadis-i sahih ile sabittir. Hem hadiste vardır ki: “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.” (25. Lem’a)

(Keffaretü’z-zünub: Günahlara kefaret)

Ey nefsim! Sen nasıl, seni temizleyen ve bir iltifat-ı Rabbânî olan hastalıklardan şikâyet edersin? Hakkın şikâyet midir? Hastalıklar sana bir nimettir. Günahlarına kefaret olur, seni tertemiz eder; ahirette çok nimetlere mazhar olmanı temin eder.

Bak, sana bir hadis-i şerifi hatırlatayım:

يوَدُّ أهلُ العافيةِ يومَ القيامةِ حينَ يُعطَى أهلُ البلاءِ الثَّوابَ لو أنَّ جُلودَهم كانت قُرِضَت في الدُّنيا بمقاريضَ

“Kıyamet günü, musibet ehline sevapları verilirken afiyet ehli ister ki keşke dünyada derileri makaslarla kazınsaydı.” (Tirmizî, 2402)

İşte hastalık ve musibetlerin ahirette böyle sevapları vardır. Allahu Teâlâ sana iyilik ediyor; hastalıklarla seni günah kirlerinden temizliyor. Her titremenle günahlarını döküyor ve senin için ahirette ebedî mükâfatlar hazırlıyor.

— Hikmeti ve meyvesi bu olan hastalıktan hiç şikâyet edilir mi?

Değil şikâyet, ona bin şükredilir ve tevekkül ile sabredilir.

Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevîde dahi kalp, vicdan, ruh için manevi hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. (25. Lem’a)

(Hayat-ı ebediye: Ebedî ve sonsuz hayat / Hayat-ı dünyevî: Dünya hayatı / Şekva: Şikâyet / Muvakkat: Geçici)

Ey nefsim! Günahların iki neticesi vardır:

1. Hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır.

2. Hayat-ı dünyevîde dahi kalp, vicdan, ruh için manevi hastalıklardır.

Önce birinci madde üzerine konuşalım:

Günahlar ahiretin daimî hastalıklarıdır ki bu hastalıklar ebedî hayatımızı tehdit ediyor, ebedî saadetimize kastediyor. Bizleri cennetten, saadet-i ebediyeden ve rıza-yı İlahîden mahrum etmeye çalışıyor.

— Eğer günah hastalığından şifa bulmaz ve bu hâl üzere ölürsek kabirde hâlimiz ne olacak?

— Mahşerde hâlimiz ne olacak?

— Hesapta hâlimiz ne olacak?

— Sıratta hâlimiz ne olacak?

— Cehennemde hâlimiz ne olacak?

Ey nefsim! Senin asıl derdin günahların iken, sanki hiç günah işlemiyormuşsun gibi bu derdi unutmuş, fâni hastalıklarla meşgul olmuşsun. Fâni hastalık sana ne yapacak? Yapsa yapsa şu dünya lezzetini muvakkaten kaçırır. Ama günahlar hayat-ı ebediyede daimî hastalıklarındır. Hem öyle hastalıklardır ki seni cennetten mahrum eder, gazab-ı İlahiyeye muhatap eder.

Günahların ikinci neticesi, hayat-ı dünyevîde dahi kalp, vicdan, ruh için manevi hastalıklar olmasıdır. Üstad Hazretleri İkinci Lem’a’da şöyle diyor:

“Hazreti Eyyüb aleyhisselâmın zahirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazreti Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.” (İkinci Lem’a)

Ey nefsim! Sen cismine bakıp da kendini sağlıklı mı zannedersin? İçin dışına, dışın içine bir çevrilse kendinden kaçar; Hazreti Eyyüb (a.s.)’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı olduğunu görürsün.

Evvela sende bütün hataların başı olan dünya sevgisi var. Haset var, kin var, garaz var. Öfke var, hırs var, tama var. Kibir var, riya var, ucub var. Mala düşkünlük var, cimrilik var, hak yolda tembellik var. Daha saymakla bitmeyecek hadsiz hastalıkların var. Belki cismin şu an sağlıklı; ancak kalbin, ruhun, aklın ve bâtının hadsiz derece hasta. Ey nefsim! Vallahi sen Hazreti Eyyüb (a.s.)’dan yüz derece daha yaralı ve daha hastasın.

— Peki, bilir misin bu hastalıklarının sebebi nedir?

Sebebini Hazreti Üstad şöyle beyan ediyor: Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.” (İkinci Lem’a)

İşte kalbî ve ruhî hastalıklarının sebebi… Harama baktın, gıybet ettin, haramı dinledin, haramı düşündün; sonra hakaik-i imaniyeden şüphe ettin, hakikat ilmini tahsil etmedin, kalbine gelen vesvese ve şüphelerin cevabını bulmadın; bütün bunlar da kalbinde ve ruhunda hadsiz yaralar açtı.

Evet, işlediğin her bir günah ve aklına gelen her bir şüphe, kalp ve ruhunda yaralar açtı. Demek manevi hastalıkların mikrobu, günah ve şüphelermiş.

Yahu ey nefsim! Sen bu mikropların vatanı olmuşsun, binler manevi yarayla yaralanmışsın. Bunlara ağlayacağına küçücük bir hastalıktan şikâyet eder, onun peşine düşersin!..

Eğer günahları düşünmüyorsan yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan sende öyle dehşetli bir hastalık var ki milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et. (25. Lem’a)

Bu metinde iki madde var. Biri bize bakıyor, diğeri kâfire. Önce bize bakanı mütalaa edelim:

Eğer günahları düşünmüyorsan… sende öyle dehşetli bir hastalık var ki milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et: Ey nefsim! Üzerinde ne belalar var ki sen onların farkında bile değilsin! Gıybet edersin, yalan söylersin, harama bakarsın, türlü türlü günahlar işlersin. Asıl hastalık bunlardır.

Yine ey namazsız kardeşim! Namaz kılmaman, zekât vermemen, faiz yemen ve böyle günahları işlemen en büyük hastalıktır.

Ey nefsim! Sen şimdi bu hastalıkta bir elem çekiyorsun ya, bu elemi binle belki yüz binle çarp; işte tek bir gıybetinin, harama bakışının ve işlediğin tek bir günahın bu kadar azabı var. Sen daha bu hastalığın elemine dayanamıyorsun. Peki, günahlarının cezasına nasıl dayanacaksın?

Şunu bil ki: En büyük musibet dine gelen musibettir. Namazı terk eden, farzları eda etmeyen ve günahları işleyen kimse en büyük musibetzededir; velev ki dünya onun olsun ve dünyanın sultanı olsun!

Ya Rabbi! Dinimize gelecek musibetten sana sığınıyoruz. Bizleri harama düşmekten, farzları terk etmekten ve senden yüz çevirmekten muhafaza eyle. Asıl musibetin dine gelen musibet olduğu hakikatini bizlere idrak ettir; manevi hastalıklarımıza şifa ihsan eyle. Âmin.

Şimdi de kâfire bakan maddeyi birkaç kelamla mütalaa edelim:

Yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan sende öyle dehşetli bir hastalık var ki milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et: Ey Allah’ı tanımayan ve ahirete iman etmeyen kişi! Sen inkârınla öyle dehşetli bir hastalığa düşmüşsün ki senin mevcut hastalığından milyon defa büyüktür. Dünyanın bütün hastalıkları toplansa, senin bu manevi hastalığının yanında zerre gibi küçük kalır. Hâl böyle iken, ne diye bağırırsın küçük bir hastalıktan? Önce manevi hastalığını keşfet, tedavisine çalış, onu iyi et. Daha sonra göreceksin ki fâni hastalığın da kaybolup gidecek.

Üstad Hazretleri, manevi ve kalbî hastalığın sebebini şöyle beyan ediyor:

Çünkü bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip sende hadsiz yaralar açılır. (25. Lem’a)

(Firak: Ayrılık / Zeval: Yok oluş)

Ey nefsim! Allahu Teâlâ seni öyle bir fıtratta yaratmış ve hamuruna öyle bir hâl koymuş ki sen bütün mevcudatla alakadarsın.

Evvela ihtiyaç cihetiyle alakadarsın. İhtiyacın âlemin her yerine dağılmıştır. Hatta hayalin nereye gitse oradan bir ihtiyaçla döner.

Sonra fikir cihetiyle alakadarsın. Âlemin her köşesini düşünür, eşya üzerinde mülahazalar yaparsın.

Sonra merak cihetiyle alakadarsın. Seni Ay’a götüren ve sana uzayda yolculuk yaptırtan şey merak cihetiyle olan bu alakadarlığındır.

Daha bunlar gibi nice alakadarlığın var. Yani ey nefsim! Sen hayvanata benzemezsin. Zira onların ne senin gibi ihtiyacı var, ne senin gibi fikri var, ne de senin gibi merakı var. Akılları olmadığı için fikren mahdutturlar; âlemi tefekkür ve ihata edemezler.

Alakadar olduğun mevcudat ise mütemadiyen firak ve zeval sillesini yiyor, seni terk ediyor. Bu da sende hadsiz manevi yaralar açıyor.

Görmüyor musun ey nefsim! Neyi sevmişsen ya o seni terk etmiş ya da sen onu terk etmişsin! Zevalin elemi ise kalbini yakmış, firaklarından azap çekmişsin. Hâlâ onları hatırlar da vaveyla edersin.

Demek, senin mevcudatla alâkadarlığın başının belası olmuş, manevi azabının medarı olmuş.

Bahusus ahireti bilmediğin için ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden -âdeta- güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. (25. Lem’a)

(İdam-ı ebedî: Ededî idam / Tahayyül: Hayal etme)

Ey nefsim bil ki: Asıl hasta kâfirdir ve fâsık-ı cahildir. Onların inkârı ve cehli, kalplerinde ve ruhlarında öyle yaralar açmıştır ki dünya kadar hastalıklı bir vücutları vardır. Ahireti inkâr ettiklerinden veya bilmediklerinden ölümü idam-ı ebedî zannederler. Bu zan da onların aklını, kalbini ve ruhunu hadsiz derece hasta eder.

Bu hakikatin tam mütalaasını Küçük Sözlere bilhassa Sekizinci Söz’e havale ediyoruz.

İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük manevi vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilaç ve kat’î şifa verici bir tiryak olan iman ilacını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki o ilacı bulmakta en kısa yol, bu maddi hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretini ve rahmetini tanımaktır. (25. Lem’a)

(Tiryak: Panzehir / Zülcelal: Celal sahibi / Kadîr: Gücü çok olan / Kadîr-i Zülcelal: Celal ve kudret sahibi olan Allah)

Ey nefsim! Sana iman ilacı ve ehl-i sünnet itikadı tiryakı lazımdır. Bu ilaç ve tiryakı araman için de bir müşevvik ve kırbaç gerekir. İşte o kırbaç, aczini ve zaafını derk etmendir. Bu derk ile bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretine ve bir Rahîm-i Zülcemal’in rahmetine sığınır, o kudret ve rahmeti tanır; bununla da hadsiz dertlerden kurtulursun.

— Peki, aczini ve zaafını nasıl derk edeceksin?

Hastalıklarla ve musibetlerle…

Hastalık sana aczini bildirir, zaafını derk ettirir, fakrını ihtar eder, naksını izhar eder. Bunlarla kendini tanır; fıtratındaki acz ve fakr madenini işletmeye başlarsın. Gaflet perdesi birden yırtılır, imanın ziyadeleşir; aczin kudret-i İlahiyeye, fakrın da rahmet-i İlahiyeye bir pencere olur. O pencerelerden Allah’ın hadsiz kudretini ve rahmetini seyredersin.

Bütün bunlar da hadsiz derece yaralı ve hastalıklı manevi vücuduna bir şifa ve tiryak olur. Seni gaflet hastalığından, günah işleme marazından ve en büyük hastalık olan küfür ve inkârdan kurtarır.

Ey nefsim! Neticesi bu olan hastalıktan hiç şikâyet edilir mi? Ve şikâyet edene âkıl denilir mi?

Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu bela başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevi sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir. (25. Lem’a)

(Sürur: Neşe)

Ya Rab! Sana hadsiz hamdüsena olsun ki bize kendini bildirdin, imanı bize in’am ettin. Eğer seni tanımasaydık ve bilmeseydik, işte o zaman başımızda dünya dolusu bir bela olurdu.

Seni tanıyanın ve sana iman ile intisap edenin ne derdi olur? Olsa olsa imandan gelen manevi süruru ve lezzeti olur. Seni bulan neyi kaybeder ve seni kaybeden neyi bulur. Seni bulan her şeyi bulur; seni kaybeden bulsa bulsa başına bela bulur.

Ben dahi bu kadar zayıf imanımla birlikte, bu hakikati tasdik ediyor ve imanın verdiği bu lezzeti ve süruru hissediyorum. Sonra da bu lezzeti ve süruru bir kefeye, hastalıktan gelen elem ve sıkıntıyı diğer kefeye koyuyorum. Görüyorum ki imandaki lezzet kefesi bin defa ağır basıyor. O zaman da nefsime diyorum ki:

— Madem Allah var, her şey var. Sana imanı ve imandaki bu lezzeti ihsan ettiği için O’na bin şükret. Bu lezzetin ve ihsanın yanında cüz’i bir hastalığın ne elemi olur? İmanın lezzeti içinde eriyip gider…

Yazar: Sinan Yılmaz 

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin