24. Yirmi ikinci deva: Ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptela olan kardeş!..
YİRMİ İKİNCİ DEVA
“Ey nüzul gibi ağır hastalıklara müptela olan kardeş! Evvela sana müjde ediyorum ki mümin için nüzul mübarek sayılıyor.” (25. Lem’a)
(Nüzul: Felç, inme)
Üstad Hazretleri her hadiseye ahiret cihetiyle baktığından, ahirette faydası olacak her şeyi hoş görüyor ve güzel biliyor. Bu sebeple, felçli olmak da Üstad Hazretlerine mübarek geliyor. Çünkü şöyle düşünüyor: Dünya fânidir. Öyle de böyle de geçecek. Eğer ahirette büyük bir saadete sebep olacak hâl üzere geçerse -velev ki bu hâl zindan olsun, hasta yatağında geçecek olsun- kişi için nimettir. Dünyada az bir zahmet çeker; ahirette ebedî mesut olur…
Üstadımız her hadiseye böyle baktığı için felç de ona mübarek geliyor. Felcin mübarek olmasını da bir delille ispat ediyor. Şimdi, aşağıdaki metni yavaş yavaş ve tefekkür ede ede okuyalım:
“Evvela sana müjde ediyorum ki mümin için nüzul mübarek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velayetten işitiyordum. Sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyor ki:
(Nüzul: Felç, inme / Ehl-i velayet: Veliler, Allah dostları)
Ehlullah, Cenab-ı Hakk’a vasıl olmak… ve dünyanın azim manevi tehlikelerinden kurtulmak… ve saadet-i ebediyeyi temin etmek için iki esası ihtiyaren takip etmişler.
(Ehlullah: Evliya / Vasıl olmak: Ulaşmak / Azim: Büyük / Saadet-i ebediye: Ebedî saadet / İhtiyaren: Bizzat isteyerek, irade ederek)
Birisi: Rabıta-i mevttir… Yani dünya fâni olduğu gibi, kendisi de içinde vazifedar fâni bir misafir olduğunu düşünmekle, hayat-ı ebediyesine o suretle çalışmışlar.
(Rabıta-i mevt: Ölümü düşünme / Vazifedar: Vazifeli / Hayat-ı ebediye: Ebedî hayat)
İkincisi: Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için çileler ile riyazetlerle nefs-i emmarenin öldürülmesine çalışmışlar.” (25. Lem’a)
(Çile: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün / Riyazet: Dünya lezzetlerinden sakınmak suretiyle nefsi terbiye etme)
Metin açık olduğundan izahına gerek duymuyoruz. Dilerseniz metni bir daha okuyup iyice pekiştirebilirsiniz.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
“Sizler ey yarı vücudunun sıhhatini kaybeden kardeş! Sen ihtiyarsız kısa ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas sana verilmiş ki…” (25. Lem’a)
(İhtiyarsız: İrade dışı, istemeyerek / Sebeb-i saadet: Saadet sebebi)
Öğrendik ki: Ehlullah kendi irade ve ihtiyarlarıyla iki yola süluk etmiş. Birisi rabıta-i mevt, diğeri ise riyazet ve çile… Bu ikisiyle nefislerini öldürmeye ve Cenab-ı Hakk’a vasıl olmaya çalışmışlar. Bu yol Allah’a kavuşma hususunda kısa, kolay ve sebeb-i saadet olan bir yoldur.
Felçli kişi ise iradesiz ve ihtiyarsız olarak aynı yola süluk etmiş, belki süluk ettirilmiş; istemeden bu kısa, kolay ve sebeb-i saadet olan yola girmiş. Şöyle ki:
“Daima senin vücudunun vaziyeti, dünyanın zevalini ve insanın fâni olduğunu ihtar ediyor… Daha dünya seni boğamıyor, gaflet senin gözünü kapayamıyor… Ve yarım insan vaziyetinde bir zata, nefs-i emmare elbette hevesat-ı rezileyle ve nefsanî müştehiyatla onu aldatamaz, çabuk o nefsin belasından kurtulur.” (25. Lem’a)
(Zeval: Yok oluş / İhtar ediyor: Hatırlatıyor / Hevesat-ı rezile: Rezil hevesler, günah ve çirkin olan arzular / Nefsanî müştehiyat: Nefsin hoşuna giden arzu ve istekler)
Felç ve nüzul dünyevi cihetten belki bir musibettir. Fakat uhrevi cihetten kişiye bir ihsandır, belki bir definedir. Zira felçli kişi bu hâlde olmayıp afiyet üzere olsaydı belki nefs-i emmaresi onu aldatacak, günahlara sokacak, gaflete düşürecek ve bütün ömrünü Allah’a isyanla geçirtecekti. Belki kısa bir hayatta bir parça keyif edecekti, ama ebedî ve baki hayatını rezil edecekti.
Felç geldi onu yakaladı, dünyevi keyfini ve lezzetini elinden aldı; ama uhrevi saadetine çok hizmet etti.
Ben geçenlerde felçli birisini tekerlekli sandalyede gördüm. Birisi sandalyesini itiyordu. Uzaktan uzağa ona şöyle dedim:
— Kardeşim, sen benden daha bahtiyarsın. Çünkü yarın mahşer günü benim bu ayaklarım aleyhimde şahitlik edecek; gittiği günahları bir bir sayıp dökecek… Gözüm baktığı haramları, dilim konuştuğu gıybetleri söyleyecek… Ben -sağlığın bana verdiği gafletle- hadsiz günahlar işlemişim ki her bir azam aleyhimde şahitlik edecek. Ben Allah’ın huzurunda böyle rezil rüsva bir hâlde iken, senin azaların aleyhinde şahitlik etmeyecek, belki lehinde konuşacak. Evet, sen bu hâlinle belki fâni ve muvakkat bir lezzeti kaybetmişsin; ancak ebedî ahiret hayatında rezil olmaktan kurtulmuşsun. Ben ise fâni ve muvakkat bir lezzeti yakalamış ama ebedî saadetimi mahvetmişim. Şimdi bana söyle: Sen mi bahtiyarsın yoksa ben mi?..
Üstadımız bu devayı şöyle tamamlıyor:
“İşte mümin sırr-ı iman ile ve teslimiyet ve tevekkül ile o ağır nüzul gibi hastalıktan az bir zamanda, ehl-i velayetin çileleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.” (25. Lem’a)
Şu cümleyi bütün kuvvetimizle bir daha okuyalım: O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.
Bu devayı mütalaa ettiğim gün bir ahiret dostum ile bir parça sohbet için buluştuk. Önümüzden tekerlekli sandalyede olan iki genç geçti. Başlarında birisi vardı, herhâlde babalarıydı…
Tabii bizdeki rikkat-i cinsiye feveran etti. Onlara baktı, çok acıdı… Ben yanımdaki dostuma dedim ki:
— İman gözüyle bak, gaflet gözüyle değil… Bak, bu iki genç eğer sabır içinde şükretse, öyle bir sevap ve makam kazanır ki biz ibadetle ve ilim tahsiliyle onun bir günde kazandığını bir yılda kazanamayız. Hem onların babaları, bu iki evladına bakmakla her gün öyle bir sevap kazanıyor ki belki biz onun bir günde kazandığı sevabı kazanmak için yüz defa hacca gitmeliyiz… Bu cihetten onlar Allah’ın merhametine mazhardır. Hem bu hastalık onların çok günahlarına mâni olur, nefis onları kolay kolay aldatamaz. Onların emsali sağlık belasıyla günahlar peşinde koşarken, onlar bu hâlleriyle -inşallah- takva içinde yaşarlar. Sen onlara acıma; günah peşinde koşan, namazını ve feraizi terk eden gençlere acı…
Arkadaşıma böyle dedim… Cenab-ı Mevla bu hakikatleri ruhumuza işletsin. İşletsin ki kaderde bu musibetlere düşmek varsa bu sözleri kendi hakkımızda da söyleyebilelim; Allah’tan ne geldiyse rıza ve şükür ile hoş geldin diyelim.
Yazar: Sinan Yılmaz