12. Onuncu deva: Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun…
ONUNCU DEVA
Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın senin hastalığını ağırlaştırır. (25. Lem’a)
Ey nefsim! Merakın hastalığını balon gibi şişiriyor. Sen merak ettikçe hastalığın büyüyor, ağırlaşıyor.
Hem ne diye merak edersin, Allah’ın dediğinden başkası mı olacak? Allah neyi murad etmişse, ezelde neyi takdir etmişse o olacak. O hâlde bırak merakı, tevekkül ve rızaya yapış. İbrahim Hakkı Hazretleri gibi şöyle de:
Hak, şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hastalığın hafifleşmesini istersen merak etmemeye çalış. Yani hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün; merakı kaldır, hastalığın kökünü kes. (25. Lem’a)
İşte ey nefsim, sana bir merhem. Hem de hastalığını kökünden kesecek bir merhem!
– Hastalığının faydalarını düşün, hikmetini düşün…
– Sevabını ve ahirette sana kazandıracağı makamı düşün…
– Günahlarına kefaret olduğunu ve seni temizlediğini düşün…
– Sana aczini ihtar ettiğini ve bununla seni irşad ettiğini düşün…
– Onun bir misafir olduğunu ve kısa bir zaman sonra gideceğini düşün…
– Sonra merakı kaldır, ne olacak diye düşünme, işin akıbetini Allah’a ısmarla.
İşte o zaman göreceksin ki hastalığının kökü kesilmiş, yok olup gitmiş.
Evet, merak, hastalığı ikileştirir. Maddi hastalığın altında merak ile manevi bir hastalığı kalbine verir; maddi hastalık ona dayanır, devam eder. (25. Lem’a)
Gördün mü ey nefsim ne yaptın? Cismine isabet eden hastalığı kalbine de yerleştirdin. Hastalık -çokça merak etmen ve fazlaca ehemmiyet vermen sebebiyle- cesedinden kalbine geçti. Her merakında biraz daha derine indi, ta kökleşti. Kökü hâlâ derine iniyor, zira merakına dayanıyor. Sen manasızca merak edip evham ettikçe o daha da kuvvetleşiyor ve devam ediyor.
— Peki, şimdi bu kalbî hastalıktan nasıl kurtulacaksın?
Üstadımız yolunu şöyle gösteriyor:
Eğer teslimiyetle, rızayla, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddi hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. (25. Lem’a)
Ey nefsim! Kalbinde kökleşen hastalıktan kurtulmanın yolu: Kadere iman, kazaya rıza, Allah’a tevekkül, hükmüne teslimiyet ve hastalığın hikmetini düşünmektir. Manasız merakı ve evhamı terk edip Allah’a teslim olmaktır.
İşte bu hâlin manevi bir balta hükmüne geçer; kalbinde kökleşen manevi hastalığı kökünden keser atar. Maddi ağaçlar maddi baltalarla kesildiği gibi, manevi hastalıklar da kazaya rıza ve tevekkül baltasıyla kesilir. Ağaç kesildiğinde nasıl kurur gider; aynen bunun gibi, manevi hastalığın kökü kesildiğinde o hastalık da kurur gider; gönlün sürur ve ferah bulur.
Hususan evhamla bir dirhem maddi hastalık, bazen merak vasıtasıyla on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider. (25. Lem’a)
Ey nefsim! Sana isabet eden hastalık gölge hükmündedir. Hatta gölgeden daha zayıftır. Hani geceleri gözüne bir hayal ilişir, orada bir şey var zannedersin, ondan ürküp korkarsın; hâlbuki orada hiçbir şey yoktur.
Aynen bunun gibi, sana isabet eden hastalık da böyle bir gölge ya da hayal hükmündedir. Haddizatında yoktur veya çok zayıftır. Ama sen onu merak eder, ona öyle ehemmiyet verir ve öyle dikkat kesilirsin ki hayal vücut bulur, gölge karşına dikilir. Ondan sonra çık başa çıkabilirsen…
Burada ilacın şudur: Merakı ve gölgeyle meşgul olmayı bırak. Sana ihsan edilen nimetlere nazar et. Musibete gelince; o bir misafirdir, vazifesi bitince gider.
Yine meseleye şuradan bakabiliriz:
— Arıların saldırısından kurtulmanın yolu onlarla kavga etmek midir?
Hayır, değildir. Biz kavga ettikçe, onları kovmaya çalıştıkça onların hücumu artar. Onlarla uğraşmaz ve lakayt kalırsak bir müddet sonra çekip giderler.
Hastalıklar da böyledir. Fikrimiz onunla meşgul olursa büyür, hücumu artar, elemi çoğalır. Ona ehemmiyet vermeyip kadere teslim olursak yok olup gider.
Öyleyse ey nefsim! Bırak hastalığı merak etmeyi ve düşünmeyi, nazarını ondan çek, fikrini daha ehemmiyetli şeylerle meşgul et. Küçük bir hastalıkla fikren meşgul olacağına; seni bekleyen kabri, ahiretteki hesabı, cenneti ve cehennemi düşün. Ve hakeza…
Merak hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlahiyeyi ittiham ve rahmet-i İlahiyeyi tenkit ve Hâlık-ı Rahîm’inden şekva hükmünde olduğu için aks-i maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet, nasıl ki şükür nimeti ziyadeleştirir; öyle de şekva hastalığı, musibeti tezyid eder. (25. Lem’a)
(İttiham: Suçlama / Şekva: Şikâyet / Aks-i maksat: Maksadın aksi / Tezyid: Çoğaltma)
Üstad Hazretleri İkinci Lem’a’da şöyle diyor:
“Madem onun rububiyetine razıyız, o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lazım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda “Ah! Of!” edip şekva etmek; bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de musibete giriftar olan adam, itirazkârane şekva ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.” (İkinci Lem’a)
(Rububiyet: İlahî terbiye ve tedbir / İşmam eder: Hissettirir / Şekva: Şikâyet / İstimal etmek: Kullanmak / Tezyid: Çoğaltma / Giriftar: Yakalanan / İtirazkârane: İtiraz edercesine)
Ey nefsim! Allahu Teâlâ seni yaratmış, sana hayat vermiş, aza ve cihazlarla teçhiz etmiş. Sana bir vücut ve suret verip sanatına mazhar eylemiş. Seni beslemiş, hidayet etmiş ve bütün kâinatı sana musahhar etmiş. Bunlar Rabbinin senin üzerindeki bir kısım rububiyetidir.
Madem sen onun rububiyetine razı olmuşsun, o hâlde rububiyeti noktasında her tasarrufuna rıza göstermelisin. Bırak derdi, sefayı sür. Sen kendi kendine malik değilsin; bir sahibin ve malikin var. O hem rahimdir hem kerimdir. Bazen lütfunu celal tepsisinde sunar. Ancak o celalin altında yine cemal ve rahmet vardır. Bu dahi seni terbiye ve sana ihsan içindir.
Sakın kadere itiraz edip “Ah, of” deme. Çünkü kaderi tenkit eden, rahmetten mahrum kalır. Hem itiraz bir haktan gelir. Senin ne hakkın var ki itiraz edesin? Neyin sahibisin ve neyi yaratmışsın? Sen ancak mazharsın. Hatta mazhar dahi olamıyor; su-i ihtiyarınla, sana verilen nimetleri tebdil ediyorsun.
Hem ey nefsim! Kaderi tenkit etsen, rahmeti itham etsen, hikmeti inkâr etsen, Allah’ın tasarrufuna itiraz edip Allah’ı kullarına şikâyet etsen; ne kazanacaksın ve neyi değiştireceksin? Değiştireceğin tek şey musibeti ikileştirmek ve hakkındaki rahmet tecellisini yok etmektir.
Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilacı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faydasını bildin; o merhemi meraka sür, kurtul. “Ah!” yerine “Oh!” de “Vâ-esefâ!” yerine اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ söyle. (25. Lem’a)
(Vâ-esefâ: Eyvahlar olsun, vah vah / Arapça mana: Her hâlimiz için Allah’a hamdolsun)
Ben dahi kendime söz veriyorum ki artık hastalığı ve akıbetini merak etmeyeceğim. Madem Allah’tan gelmiş, başım gözüm üstüne, hoş gelmiş sefa gelmiş…
Artık “Ah” yerine “Oh”, “vâ-esefâ” yerine “Elhamdülillah” diyeceğim. Hastalığın hikmeti ve menfaati üzerine tefekkür edip onun nimet cihetini keşfe çalışacağım. İnşallah bu keşifle de ondan razı olacak ve misafirliğine rıza göstereceğim.
Hem Üstadımızın mezkûr beyanından anladım ki: Merakın kendisi bir hastalıkmış. Bunun ilacı da hastalığın hikmetini bilmekmiş. Madem bu Hastalar Risalesi bu hikmeti tam ders veriyor; o hâlde bana düşen, bu derse iyi çalışmak ve merak hastalığından tam kurtulmaktır.
Allahu Teâlâ beni de sizi de kurtulanlar zümresine dâhil eylesin. Âmin.
Yazar: Sinan Yılmaz