17. On beşinci deva: Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp ah eyleme…
ON BEŞİNCİ DEVA
“Ey âh ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp ah eyleme! Manasına bak oh de! Eğer hastalığın manası güzel bir şey olmasa idi, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi.” (25. Lem’a)
(Âh ü enîn eden: Ah çekerek inleyen / Hâlık-ı Rahîm: Merhametli yaratıcı / İbad: Kullar)
Ey nefsim! Hastalığın manasına bak, suretine değil…
– Hastalık sana aczini hissettirir; bununla menfi bir ibadet ettirir.
– Günahlarına kefaret olur. Seni günah kirlerinden temizler.
– Sana ölümü hatırlatır, gafletten uyandırır.
– Vazifeni bildirir ve o vazifelerde çalıştırır.
– Ahiretteki makamını yükseltir.
Daha bunlar gibi birçok faydayı sağlar.
Ey nefsim! Manası bu olan hastalık kötü müdür? Hem hastalık öyle kötü bir şey olsaydı Allahu Teâlâ onu dostlarına gönderir miydi? Ve o dostlar, hastalığı öyle sever ve ister miydi?
Öyleyse bırak ah, of çekmeyi; derinden bir oh çek! Sana makbul bir misafir geldi, kıymetini bil. Seni terk edinceye kadar onun nasihat ve irşadından istifade et.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
“Hâlbuki hadis-i sahihte vardır ki:
اَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً اَلْاَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْاَوْلِيَاءُ اَلْاَمْثَلُ فَالْاَمْثَلُ اَوْ كَمَا قَالَ
Yani en ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler. Başta Hazreti Eyyüb aleyhisselâm, enbiyalar sonra evliyalar ve sonra ehl-i salahat çektikleri hastalıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmaniye nazarıyla bakmışlar; sabır içinde şükretmişler. Hâlık-ı Rahîm’in rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nevinden görmüşler.” (25. Lem’a)
Hadisin manası: “Belanın en şiddetlisi peygamberlere, sonra velilere, sonra onlara en çok benzeyenlere ve en çok benzeyenlere gelir.” (el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519, no: 1056; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:343; Buhârî, Merdâ: 3; Tirmizî, Zühd: 57; İbni Mâce, Fiten: 23; Dârimî, Rikâk: 67; Müsned, 1:172, 174, 180, 185, 6:369)
(Giriftar: Yakalanmış / Ehl-i salahat: Salih ve günahsız kimseler / İbadet-i hâlisa: Halis ibadet / Hediye-i Rahmaniye: Rahman olan Allah’ın hediyesi / Hâlık-ı Rahîm: Merhametli yaratıcı / Ameliyat-ı cerrahiye: Cerrahi ameliyat)
Ey nefsim, işittin mi hastalık kimlere geliyormuş? Allah’ın en sevdiği kullara geliyormuş. Başta peygamberlere, sonra evliyaya, sonra da takvasının derecesine göre diğer kullara…
Onlar hastalıktan hiç şikâyet etmemişler, çünkü hastalığı halis bir ibadet suretinde görmüşler; hastalığa Allah’ın bir hediyesi nazarıyla bakmışlar; manevi yaraları için cerrahi bir ameliyat hükmünde kabul etmişler. Bu sebeple de sabır içinde şükretmişler.
Peki, sen ey nefsim! Senin şikâyetin nedendir? O kafileye katıldığına şükretsene. Onlara verilen hediyenin aynısı sana da verileceği için sevinsene… Hadi sevinemiyorsun, böyle bir imanın yok; hiç değilse sabretsene!..
“Sen ey âh u fîzar eden hasta! Bu nurani kafileye iltihak etmek istersen sabır içinde şükret. Yoksa şekva etsen onlar seni kafilelerine almayacaklar. Ehl-i gafletin çukurlarına düşersin! Karanlıklı bir yolda gideceksin.” (25. Lem’a)
(Âh u fîzar eden : Ah çekerek inleyen / Şekva: Şikâyet)
İşte sana iki seçenek ey nefsim! Ya hastalığa sabredecek ve o nurani kafileye iltihak edeceksin. Peygamberlerle, velilerle ve ehl-i takva ile haşredileceksin. Ya da ehl-i gafletin çukuruna düşüp karanlıklı bir yolda gideceksin.
Seçimini yap!.. Birinci yolu seçersen, bu yolun şartı sabır içinde şükretmektir. Eğer sabretmez ve şükretmezsen o nurani kafile seni içlerine almazlar. Bunu bil ve buna göre davran!
“Evet, hastalıkların bir kısmı var ki eğer ölümle neticelense manevi şehit hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle: Çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar (Haşiye) ve karın sancısıyla, gark ve hark ve taun ile vefat eden, şehid-i manevi olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki velayet derecesini ölümle kazandırır.” (25. Lem’a)
(Haşiye: Bu hastalığın manevi şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır.)
(Şehadet: Allah yolunda şehit olmak / Ezcümle: Örnek olarak / Gark: Boğulma / Hark: Yanma / Taun: Veba)
Ey nefsim! Velayet makamını bir düşün… O makama kırk senede riyazetle çıkılır. Belki kırk sene boyunca yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kılmakla ulaşılır.
Senin bu makama çıkman için, devenin iğne deliğinden geçmesi lazım. Yani işin bu kadar imkânsız ve muhal.
Şimdi, bir hastalık gelse ve seni o makama çıkarsa, bundan şikâyet edilir mi? Ne şikâyeti, buna bin şükredilir. Tabii imanın varsa ve ahirete inanıyorsan…
Ey nefsim! Nice hastalıklar var ki seni manevi şehit hükmüne getirir. Manevi şehit olman da şudur: Dünyada şehit muamelesi görmezsin. Yani öldüğünde yıkanır ve cenaze namazın kılınır. Sıradan bir mümin gibi defnedilirsin. Ama ahirette şehit hükmünde olup, canını Allah yolunda feda edenlerle birlikte haşredilirsin.
Bu az bir mükâfat mıdır ki hastalıktan kaçar, Allah’ı kullarına şikâyet edersin?..
“Hem hastalık, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elim ve acı olan müfarakatı tahfif eder; bazen de sevdirir.” (25. Lem’a)
(Müfarakat: Ayrılık / Tahfif eder: Hafifletir)
Ey nefsim! Sen dünya aşkından öyle sarhoş olmuşsun ki dünyayı ebedî ve kendini baki zannediyorsun. Ne zaman aklına ölüm gelse ondan korkuyor, dünyadan ayrılacağın için üzülüyorsun.
Hastalık, senin gibi bu fıtratta olanlar için bir nimettir. Çünkü hastalık, zahmetiyle birlikte gelir ve sana dünyaya karşı bir bezginlik ve bıkkınlık verir. O zaman dersin ki: Artık şu hayat meşakkati bitsin de gideceğim yere gideyim.
İşte hastalık bu cihetten, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirir, belki de seni ondan tam kurtarır. Bu sayede dünyadan ayrılığın elemini çekmezsin. Ölümün seni sıkıntılardan kurtaracağını düşünür, bununla sevinirsin.
Hâlbuki ehl-i dünya -velev ki ehl-i iman da olsa- dünyadan ayrılığın elemini hisseder. Ne mutlu sana ki hastalığın sebebiyle bu elemden kurtuldun, hüznü sürura tebdil ettin.
Üstad Hazretleri bu hakikati On Yedinci Söz’de şöyle beyan ediyor: (Metni yavaş yavaş ve tefekkür ede ede okuyalım)
“Lakin zîruhların en eşrefi ve şu bayramlarda kemiyet ve keyfiyet cihetiyle en ziyade istifade eden insan, dünyaya pek çok meftun ve müptela olduğu hâlde, dünyadan nefret ve âlem-i bekaya geçmek için eser-i rahmet olarak iştiyak-engiz bir hâlet verir. Kendi insaniyeti dalalette boğulmayan insan, o hâletten istifade eder. Rahat-ı kalp ile gider. Şimdi, o hâleti intac eden vecihlerden numune olarak beşini beyan edeceğiz.
Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zayıflık ve âcizliği, bazı şeylerle ihsas ettirip hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp istirahata ciddi bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimi bir şevk veriyor.” (17. Söz)
(Zîruh: Ruh sahibi / Eşref: En şerefli / Kemiyet: Çokluk / Keyfiyet: Nitelik / Meftun: Âşık / Eser-i rahmet: Allah’ın rahmetinin eseri / İştiyak-engiz: İstek veren / İntac eden: Netice veren / İhsas: Hissettirme / Tekâlif: Yükümlülükler / Diyar-ı âher: Başka bir memleket)
(Ben sadece meselemize bakan kısmı aldım. Diğer cihetler için mezkûr esere müracaat edebilirsiniz.)
Ey nefsim! Eğer insaniyetin bozulmamışsa hastalığın sana verdiği bu hâletten istifade eder, dünya aşkından kurtulursun. Yok, edemiyorsan, bil ki senin başında bin hastalık kadar bela var. O bela da dünya aşkıdır. Ondan şikâyet et ve ondan feryat et!..
Yazar: Sinan Yılmaz