a
Ana SayfaYirmi Beşinci Lem'a26. Yirmi dördüncü deva: Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan…

26. Yirmi dördüncü deva: Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan…

YİRMİ DÖRDÜNCÜ DEVA

“Ey masum hasta çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile o ticareti kazanınız.” (25. Lem’a)

(Ticaret-i uhreviye: Ahirete ait ticaret)

Hasta bakıcılara bakan teselli On Yedinci Devada işlenmişti. Üstad Hazretleri bu devada, hasta çocuklara ve ihtiyarlara bakan hasta bakıcılara teselli veriyor; onlara hizmetin büyük bir uhrevi ticaret olduğunu beyan ediyor.

Aklı olan, şevk ve gayretle bu ticareti kazanır!

“Masum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutlara bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber…” (25. Lem’a)

(Dağdağa: Sıkıntı / Mukavemet: Direnme, dayanma / Terbiye-i Rabbaniye: Rab olan Allah’ın terbiyesi / Hayat-ı dünyeviye: Dünya hayatı)

Böyle uzun cümleleri daha kolay anlayabilmek için cümleyi yarıda kesmeli, o kısma kadar olan manayı iyice anlamalı ve metne öyle devam etmeli… Biz de böyle yapalım:

Bu kısma kadar şu sorunun cevabını öğrendik:

— Allahu Teâlâ nihayetsiz merhamet sahibi iken, masum çocukların başına gelen hastalık ve musibetlere nasıl müsaade ediyor?

Cevap şuymuş: O hastalık ve musibetler:

1. Onların nazik vücutlarına bir idmanmış. Bu idman ile çocuk -ileride başına gelebilecek- daha büyük hastalıklara hazırlanır; hastalıklara karşı daha dayanaklı olup daha kolay atlatır.

2. Bir riyazetmiş. Bu riyazet ile çocuk dünyanın yokluğuna ve fakirliğine alışır.

3. İleride dünyanın sıkıntılarına karşı mukavemet verdirmek için bir şırıngaymış. Bu şırınga sayesinde kuvvet bulur ve dünyanın zorluklarına dayanır.

4. Bir terbiye-i Rabbaniyeymiş. Çocuk bu terbiye sayesinde hayat şartlarına hazır hâle gelir.

İşte hastalıklarda bunlar gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait birçok hikmet bulunur.

Hülasa: Allahu Teâlâ rahimdir ve hakîmdir. Hastalıkları çocuğa eziyet olsun diye değil, mezkûr fayda ve hikmetler sebebiyle gönderir. Hastalıklar çocuğa bir dert değil, istikbali için bir dermandır.

Çocukluğunda çok iyi korunduğu için hasta olmayan ve hiçbir sıkıntı çekmeyen çocukların ileriki yaşlarda ne kadar çok sıkıntı çektiği ve hayata karşı ne kadar dayanıksız olduğu hepimizin malumudur. Malumu ilama da gerek yoktur.

Üstad Hazretleri, mezkûr hikmetlere ilaveten şunları da zikrediyor:

Ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffaretü’z-zünub yerine, manevi ve ileride veyahut ahirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar nevindeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i a’maline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenatına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir.” (25. Lem’a)

(Hayat-ı ruhiye: Ruhsal hayat / Tasaffi-i hayat: Hayatın kirlerden ve kusurlardan arınması / Medar: Sebep / Keffaretü’z-zünub: Günahlara kefaret / Terakkiyat-ı maneviye: Manevi ilerleme ve yükselme / Defter-i a’mal: Amel defterleri / Sahife-i hasenat: Sevap sayfaları)

Büyüklerde “keffaretü’z-zünub” vardır. Mesela ramazan orucunu bozan kimse, günahına kefaret olması için altmış gün oruç tutar. Yine yeminini bozan kimse, kusuruna kefaret olsun diye on fakiri doyurur. Eğer fakiri doyuracak maddi imkâna sahip değilse üç gün peş peşe oruç tutar.

Şeriat, günahları ve günahların kefaretini tayin etmiştir. Büyükler, günahlarının kefaretini ödeyerek hayat-ı ruhiyelerine hizmet ederler ve hayatlarını günahların kir ve pisliklerinden temizlerler.

— Peki, çocuklar hayat-ı ruhiyelerine nasıl hizmet edecek ve hayatlarını nasıl temizleyecek?

Çocukların başına gelen hastalık ve musibetler, onların hayat-ı ruhiyelerindeki inkişafa ve hayatlarının tasaffisine hizmet eder.

Meseleyi şöyle somutlaştırayım:

Bir vakit oğlum -daha o zamanlar yedi sekiz yaşlarındaydı- karınca yuvasının başında durmuş karıncalarla oynuyordu. Orada olanlara dedim ki:

— Şu çocuğu karıncaların başından çekin, yoksa düşüp bir yerini kıracak.

Oradakiler sözümün manasını anlamadıklarından çocuğa engel olmadılar. Benim de biraz işim vardı, yanına gidemedim. Çok değil, 5-10 dakika sonra çocuğum koşarken düştü ve dizi kanamaya başladı. Çocuğun bu hâlini görenler bana sordu:

— Çocuğun başına bir şey geleceğini nereden bildin?

Ben de onlara Üstadımızın ders verdiği şu hakikati anlattım:

— Şeriat-ı fıtriyenin bazı ahkâmı vardır ki bunlar his, kalp ve istidada bakar. Benim çocuğum, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet ediyor ve karıncaları rahatsız ediyordu. Nasıl ki şeriat-ı Kur’anîyeye muhalefetin bir cezası var, günahların bir kefareti var; aynen bunu gibi, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmına muhalefetin de bir cezası var. İşte düştü ve dizi kanadı; cezasını çekti. Allahu Teâlâ öyle bir Âdil-i Mutlak’tır ki karıncanın hakkını çocuğumda bırakmaz; onu düşürmek ve dizini kanatmakla karıncanın hakkını ondan alır.

Bu misalde olduğu gibi, çocukların başına gelen musibetler bazen onların kusur ve hatalarına bir nevi kefaret içindir. Büyüklerdeki keffaretü’z-zünub yerine onlarda böyle küçük şefkat tokatları vardır.

Onların kusurlarına mukabil böyle şefkat tokatları gelebileceği gibi, bazen de ortada bir kusur yokken bir musibet gelir. Bu durumda o musibet bir şefkat tokadı değil, bir ihsan ve lütuftur. Bu musibetler onların maneviyatını kuvvetlendirir ve onlara sevap kazandırmakla dünyevi ve uhrevi terakkiyatına sebep olur.

Cenab-ı Hakk’ın başka bir fazl-ı keremine de bakın ki: O çocuğun hastalık sebebiyle kazandığı sevaplar, anne-babasının amel defterine, bilhassa şefkat kahramanı olan annesinin sahife-i hasenatına da yazılır. Yani hem çocuk sevap kazanır hem de anne-babası.

Üstadımız ihtiyarlara bakanlara da şöyle diyor:

“İhtiyarlara bakmak ise hem azim sevap almakla beraber, o ihtiyarların ve bilhassa peder ve valide ise dualarını almak ve kalplerini hoşnut etmek ve vefakârane hizmet etmek hem bu dünyadaki saadete hem ahiretin saadetine medar olduğu rivayat-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir.” 25. Lem’a)

(Azim: Büyük / Vefakârane: Vefalı bir şekilde / Medar: Sebep / Rivayat-ı sahiha: Sahih hadisler / Vukuat-ı tarihiye: Tarihî vakıalar)

Ey nefsim! Eğer büyük sevap kazanmak istiyorsan işte sana yolu: İhtiyarlara bak, onların ve bilhassa anne-babanın duasını al; kalplerini hoşnut et, vefakârane hizmet et.

Eğer sevap değil ahiretin saadetini istiyorsan yine onlara hizmet et; dualarını al.

Yok, sadece dünya saadetini istiyorsan yol yine aynı: Onlara hizmet et; dualarını al…

Demek ey nefsim! Dünya saadetin de ahiret saadetin de Allah’ın rızası da ihtiyarlara -bahusus anne ve babana- hizmet etmekte, onların gönlünü hoş etmekte ve onların duasını almaktadır.

Âkıl odur ki anne-babasını ahireti için bir hazine bilir; onlara hizmet eder, gönüllerini hoş eder ve dualarını alır.

“İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evladından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled eğer ebeveynini rencide etse azab-ı uhrevîden başka, dünyada çok felaketlerle cezasını gördüğü, çok vukuatla sabittir.” (25. Lem’a)

(Ebeveyn: Anne ile baba / Azab-ı uhrevî: Ahiret azabı)

Ey nefsim! Eğer evladının sana itaat etmesini istiyorsan bugün anne-babana itaat et.

Eğer evladının sana yardımcı olmasını istiyorsan bugün anne-babana yardım et.

Eğer evladınla hoş anlar geçirmek istiyorsan bugün anne-babanla çok sohbet et.

Yani evladından ne görmek istiyorsan bugün anne-babana öyle muamele et. Çünkü ne muamele edersen onu göreceksin!..

Tabii işin bir de ahiret boyutu var. Kur’an anne-baba hakkında şöyle diyor:

وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَرِيمًا

“Rabbin kendinden başkasına kulluk etmemenizi ve ana-babaya iyilik etmenizi emretti. Onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlılığa ererse onlara “öf” bile deme, onları azarlama ve onlara güzel söz söyle.” (İsra 23)

Allah’ın “Öf bile deme!” dediklerine bağırmak, çağırmak ve onların kalbini kırmak ne kadar büyük bir zarardır; aklı olan anlar!

“Evet, ihtiyarlara, masumlara, yalnız akrabasına bakmak değil, belki ehl-i iman -madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var- onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa ruh u canla ona hizmet etmek İslamiyet’in muktezasıdır.” (25. Lem’a)

(Uhuvvet-i hakikiye: Hakiki kardeşlik)

Madem biz müminiz ve imanımız bizi ehl-i iman ile kardeş yapmış; o hâlde sadece anne-babamıza ve akrabamıza değil, ehl-i iman olan bütün hastalara, musibetzedelere ve ihtiyarlara hürmet göstermek, onlara hizmet etmek ve yardımına koşmak imanımızın bir iktizasıdır.

Bu hususta o kadar çok hadis-i şerif ve ayet-i kerime var ki hepsi derlense büyük bir kitap olur. Ben bir hadis-i şerifi nakille yetineceğim:

عن أبى هريرة ، من نفس عن مؤمن كربة من كرب الدنيا نفس اللّه عنه كربة من كرب يوم القيام ومن يسر على معسر يسر اللّه عليه في الدنيا والآخرة ومن ستر مسلما ستره اللّه في الدنيا والآخرة واللّهُ في عون العبد ما كان العبد في عون أخيه

“Kim bir müminden dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse Allah da ondan kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim yoksula kolaylık gösterirse Allah da ona dünyada ve ahirette kolaylık gösterir. Kul kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.” (Müslim, Zikir, 38; Ebû Dâvûd, Vitir, 14; Tirmizî, Kıraat, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 17; Ahmed b. Hanbel, II, 252)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin