15. On üçüncü deva: Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir…
ON ÜÇÜNCÜ DEVA
“Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.” (25. Lem’a)
(Şekva: Şikâyet)
Ey nefsim! Eğer hastalığın eleminden kurtulmak istiyorsan onun nimet cihetini keşfetmelisin. Hastalığın nimet cihetini keşfedebilir ve ona ehemmiyetli bir define gözüyle bakabilirsen eleminden kurtulur, onunla telezzüz edersin.
İşte bu devada sana hastalığın bu nimet ciheti gösterilecek. Bu ciheti iyi öğren ve hastalığını bu neviden tasavvur et. Bunu yapabilirsen keder yerini sefaya, elem yerini lezzete, hüzün yerini neşeye bırakır.
“Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için havf ve reca ortasında ve hem dünya ve hem ahireti muhafaza etmek noktasında tutmak için hikmetiyle eceli gizlemiş.” (25. Lem’a)
(Muayyen: Belli / Yeis-i mutlak: Tamamen ümit kesme / Gaflet-i mutlak: Tam anlamıyla gafil olma / Havf: Korku / Reca: Ümit)
Cenab-ı Hak ecel vaktini gizlemiş; ta insan ümitsizliğe ya da gaflete düşmesin. Şöyle ki:
Kişi öleceği vakti bilse ve ölümüne de uzun bir zaman olsa, “Ya ölüme daha çok var. Şimdi dilediğim gibi yaşayayım, ölüm yaklaşınca tövbe ederim.” der; hayatını gafletle ve günahla geçirir.
Yine ecel vaktini bilmek kişiyi ümitsizliğe sürükler. İnsan velev ki elle sene sonra öleceğini kati bir şekilde bilse hayattan lezzet alamaz. Her gün bittiğinde, “Ömrümden bir gün daha azaldı.” der, meyusana ağlar.
İşte Cenab-ı Hak, insanı ümitsizlikten ve gafletten kurtarmak, korku ve ümit arasında kalmasını sağlamak ve dünya ve ahiretini muhafaza etmek için hikmetiyle eceli gizlemiş. Bununla da insanı bir cihetten dünyaya bağlamış, diğer cihetten “Ya ölüm bugün gelirse.” dedirterek ahirete bağlamış.
“Madem her vakit ecel gelebilir, eğer insanı gaflet içinde yakalasa ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, ahireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.” (25. Lem’a)
(Tahattur: Hatırlatma)
Ey nefsim! Şimdi sana iki ihtimal sunacağım. Bak bakalım hangisi senin için hayırlı?
Diyelim ki eceline altı ay kalmış. Altı ay sonra ölecek ve toprağa gireceksin. Bu dünyaya veda edip âlem-i berzaha göçeceksin. Kabirde Nekir ve Münker’le tanışıp, verdiğin cevaplara göre bir muamele göreceksin. Kabrin ya cennet bahçelerinden bir bahçe olacak ya da cehennem çukurlarından bir çukur…
Şimdi, önünde iki tane seçecek var:
1. Ya kanser gibi ölümle sonuçlanan bir hastalığa yakalanacaksın ve doktor sana “Altı ay ömrün var.” diyecek.
2. Ya da bu altı ayda hiç hasta olmayıp afiyet üzere vefat edeceksin.
Ama şunu unutma: Hasta olsan da olmasan da ömrün uzamıyor. Ne bir dakika ileri ne de bir dakika geri gidiyor.
Sence hangi şık daha evladır? Kanser gibi bir hastalığa yakalanıp altı sonra öleceğini bilmek mi? Yoksa afiyet üzere yaşayıp altı ay sonra ölmek mi?
Eğer sen dünyanı ve dünyevi keyfini düşünüyorsan ikinci şık evladır. Zira bu sayede, kalan altı ayını keyif ve lezzetle geçirirsin. Ölümü düşünmez, dilediği yaparsın. Vur patlasın, çal oynasın zihniyetiyle gününü gün edersin. Ecel de seni bu hâl üzere yakalar. Artık gerisini sen düşün; bu seçeneği tercih eden sensin…
Eğer sen ahiretini düşünüyorsan birinci şık evladır. Zira hiç değilse ömrünün son altı ayını takva ve ibadet üzere yaşar, belki de Allah’ın affını celbedersin. Hem hastalıkta çektiğin sıkıntılar da geçmiş günahlarına kefaret olur.
Öyleyse ey nefsim! Madem Hazreti Azrail her an karşına dikilebilir. Eğer seni gaflet içinde yakalasa ebedî hayatına çok zarar verir. Ve madem hastalık gafleti dağıtıyor, sana ahireti ve ölümü düşündürüyor, seni ibadet ve takvaya sevk ediyor; öyleyse hastalık senin için bir nimet, afiyet ise musibettir. Tabii sen bunu nereden anlayacaksın?.. Bunu anlamak için ehl-i hakikat olmak lazım.
Üstad Hazretleri bu hakikate şu misali veriyor:
“Ezcümle: Arkadaşlarımızdan -Allah rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlamalı Sabri, diğeri İslamköylü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları hâlde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terk eden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymettar bir hizmette ve ahirete nâfi bir vaziyette bulundular. İnşallah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibarıyla beddua olmuş. İnşallah o duam, sıhhat-i uhreviye için kabul olunmuştur.
İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kâr buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip gaflet ve sefahete atılsaydılar, ölüm de onları tarassud edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.” (25. Lem’a)
(Ezcümle: Mesela / Feraiz: Farzlar / Nâfi: Faydalı / Medar: Sebep, vesile / Sıhhat-i uhreviye: Ahiret hayatında sağlıklı olma / Sefahet: Gayrimeşru lezzetler / Tarassud edip: Gözetleyip)
Metin açık olduğundan tefekkürünü sizlere havale ediyorum. Ben sadece nefsimle şu kısım üzerine biraz konuşacağım: “Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibarıyla beddua olmuş.”
Bak ey nefsim! Üstad Hazretleri ne diyor? Diyor ki: Onların sıhhati için yaptığım dua hakikatte bedduaymış.
Çünkü Üstad Hazretlerinin duası dünya için kabul olup onlara sıhhat verilseydi, belki de onlar gaflete dalacak ve ölüm onları bu gaflet içinde yakalayacaktı. Hastalık ise onların gaflete dalmasına ve günaha girmesine mâni oldu. Bu sayede ecel onları takva üzere yakaladı.
Kötü mü oldu ey nefsim! Hadi faraza hastalıktan kurtulsalardı, bu dünyada kaç günleri vardı? Ve senin kaç günün var? Şu kısacık hayat, sıhhatle geçse ne olacak hastalıkla geçse ne olacak?.. İşi Allah’a bırak, ahiretin için hangisi faydalıysa Allah onunla geçirtsin. Sen de Allah’ın bu tasarrufuna rıza göster.
“Madem hastalıkların böyle menfaati var, ondan şekva değil; tevekkül, sabır ile belki şükredip rahmet-i İlahiyeye itimat etmektir.” (25. Lem’a)
Ey nefsim! Artık ben senden hastalığa karşı sabrı ve tevekkülü kabul etmiyorum. Sabır ve tevekkülü Horasan’ın köpekleri de gösterir. Madem Allahu Teâlâ’nın ihsanıyla bu hakikatlere muhatap olmuşsun; sana hem anlamak hem de anlatmak devleti ihsan edilmiş; o hâlde sabır ve tevekkül artık sana yetmez. Sana illa şükür lazım.
Ya bu şükrü eda edecek ve hastalığı bin şükürle kabul edeceksin ya da artık ben seni Horasan’ın köpeklerinden addedeceğim.
Yazar: Sinan Yılmaz