a
Ana SayfaYirmi Beşinci Lem'a16. On dördüncü deva: Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin…

16. On dördüncü deva: Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin…

ON DÖRDÜNCÜ DEVA

“Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin altında nasıl bir nur ve manevi bir göz olduğunu bilsen “Yüz bin şükür Rabb-i Rahîm’ime!” dersin. Bu merhemi izah için bir hadise söyleyeceğim. Şöyle ki…” (25. Lem’a)

(Rabb-i Rahîm: Merhametli Rab)

Ey nefsim! Şu an gözün görüyor. Gözüne perde inmemiş, âmâ değilsin. Ancak kader sana ne takdir etti, bunu nereden bilesin?.. Bu devaya iyi çalış. Belki şükrünü eda edemediğin için göz nimeti senden alınır da gözüne bir perde çekilir.

Sakın “Olmaz.” deme, bunu akıldan uzak görme! Şunu hatırlasana: Hani annem göz ameliyatı olduğunda hastaneye gitmiştik. Orada âmâ bir hasta vardı ve tam yedi aydır hastanede yatıyordu. Hiçbir şeyi yokken birden gözü mikrop kapmış ve âmâ olmuş…

Hatırladın mı o hastayı? O da senin gibiydi. Gözüyle görüyor, âmâ olabileceğine hiç ihtimal vermiyordu. Ama başına neler geldi ve bir anda âmâ oluverdi!

Ey nefsim! Bu dert sana da uzak değil. Belki elinin uzanabileceği kadar yakın. Bunu iyi bil ve bu devaya öyle sarıl!

“Bana sekiz sene kemal-i sadakatle hiç gücendirmeden hizmet eden Barlalı Süleyman’ın halasının, bir vakit gözü kapandı. O saliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsnüzan ederek “Gözümün açılması için dua et.” diyerek, cami kapısında beni yakaladı. Ben de o mübarek ve meczube kadının salahatini duama şefaatçi yapıp “Ya Rabbi, onun salahati hürmetine onun gözünü aç.” diye yalvardım. İkinci gün Burdurlu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı. Kırk gün sonra yine gözü kapandı. Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim. İnşâallah o dua, ahireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çünkü eceli kırk gün kalmıştı. Kırk gün sonra -Allah rahmet etsin- vefat eyledi.

İşte o merhume, kırk gün Barla’nın hazînane bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel; kabrinde, cennet bağlarını kırk bin günlerde seyredeceğini kazandı. Çünkü imanı kuvvetli, salahati şiddetli idi.” (25. Lem’a)

(Kemal-i sadakat: Sağlam ve sarsılmaz kalbî bağlılık / Hüsnüzan: Güzel zan / Meczube: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hâlde olma / Salahat: Günahsızlık / Merhume: Rahmete kavuşmuş, vefat etmiş bayan / Hazînane: Hüzün veren / Rikkatli: Hüzünlü)

Ey nefsim, hangisi hayırlı: Fâni dünyanın fâni manzaralarına birkaç gün bakmak mı yoksa baki cennetin baki manzaralarına ebedî bakmak mı?

Bak, bu dünyada şer gibi gözüken öyle musibetler var ki onlar ahirette sahibinin yüz akıdır. Ona ahirette öyle makamlar kazandırır ki o makamlara amelle ulaşmak mümkün değildir. Âmâ olmak da böyle bir musibettir. Belki zordur, dünyada zahmeti çoktur; ama ahirette rahmeti boldur.

“Evet, bir mümin, gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan çok ziyade o âlem-i nuru temaşa edebilir. Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz, kör olan müminler görmüyorlar. Kabirde o körler, iman ile gitmiş ise o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbünlerle bakar nevinde, kabrinde derecesine göre cennet bağlarını sinema gibi görüp temaşa ederler.” (25. Lem’a)

(Ehl-i kubur: Kabirdekiler, ölüler / Âlem-i nuru: Nur âlemi, ahiret âlemi)

Fesübhânallah, bu nasıl bir nimet!.. Şu fâni dünyada 5-10 sene ya da 60-70 sene görme nimetinden mahrum kaldı, âmâ oldu, dünyayı seyir ve temaşa edemedi. Bu musibete mukabil -eğer ehl-i imansa- ona öyle bir derece verildi ki kabrinden cennetin en uzak bağlarını görüp temaşa ediyor. Onunla aynı ameli olan bir mümin -faraza- cennetin en kıyısındaki bir bahçeyi görürken, o, cennetin tam ortasındaki bahçeyi görüyor.

Bu şuna benziyor: Biz semaya baktığımızda sadece güneşi görebiliyoruz. O ise güneşin ötesindeki galaksileri ve dev yıldızları görüyor. Elbette güneşi görenin aldığı lezzetle, güneşin ötesindeki galaksileri görenin aldığı lezzet bir değildir.

Ey nefsim, şunu bir tasavvur et: Sen görme nimetine sahip oldun, âmâ ise bu nimetten mahrum oldu. Aynı ameli işlediniz ve kabre -inşallah- iman ile girdiniz. Kabirden cennete pencereler açıldı. Sen bir bahçeye bakıyorsun, o ise daha ötesindeki başka bir bahçeye bakıyor. Gördüklerini sana anlatıyor; hiç senin gördüğün bahçeye benzemiyor. Hayal etmeye çalışıyorsun, ama hayali ne mümkün!..

Şimdi, bu dünyada hanginiz daha kârlı idi. Gören sen mi görmeyen o mu?

“İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken göklerin üstündeki cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında şükür ile sabır ile bulabilirsin.” (25. Lem’a)

Ey âmâ kardeşim, bu ne büyük bir definedir!.. Allahu Teâlâ bu dünyada senden aldığı gözü sana kabirde iade edecek. Ve bu göze öyle bir görme kabiliyeti verecek ki sen toprağın altında iken göklerin üzerindeki cenneti görecek ve cennet bağlarını temaşa edeceksin. Şart o ki sabredesin ve hâline şükredesin.

Hem sabretmesen ve isyan etsen neyi değiştireceksin? Gözün geriye mi gelecek? Madem hâlini değiştirmeye gücün yok, o hâlde hiç değilse sabret ve şükret ki kabirde ve ahirette hadsiz nimete mazhar olasın…

“İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur’an-ı Hakîm’dir.” (25. Lem’a)

Ey nefsim! Kur’an-ı Hakîm senin göz hekiminmiş. Bu hekime bir müracaat etsen maddi gözünü de açar manevi gözünü de… Bu hekim sana öyle bir gözlük verir ki o gözlükle eski asırları görür, o asırları temaşa edersin. Yine zaman-ı istikbale nüfuz edip olacak şeyleri olmuş gibi seyredersin. Cennet bahçelerinde gezer, cehennemi izlersin. Belki ibret de alır isyanından ve gafletinden vazgeçersin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin