23. İmam-ı Azam ve İmam Âlûsî Hazretleri tevessülü inkâr etmiş midir?
Eserimizin bu bölümüne kadar tevessülü hem ayet-i kerimelerle, hem hadis-i şeriflerle, hem sahabe uygulamalarıyla, hem de âlimlerin bu konudaki ittifakını beyanla ispat ettik. Eserin bundan sonraki kısmında tevessülü inkâr edenlerin sözlerine cevap vereceğiz.
Cevabını vereceğimiz birinci sözleri şu:
Onlar diyor ki: İmam Azam Hazretleri tevessülü mekruh görmüştür. Yine İmam Âlûsî Hazretleri de tevessülü caiz görmemiştir. Bu iki büyük imamın tevessülü caiz görmemesi tevessülün caiz olmaması için kâfi bir delildir.
İşte onlar böyle diyorlar. Onlara göre, hem İmam-ı Azam Hazretleri hem de İmam Âlûsî Hazretleri tevessülü çirkin görmüş. Onların bu sözüne cevap verdiğimizde, onların hakikatleri nasıl gizledikleri ve delil göstermedeki âcizlikleri ayan beyan ortaya çıkacaktır. Çünkü mesele hiç de onların dediği gibi değildir. Dilerseniz, önce meseleyi izah edelim, sonra konuyu nasıl çarpıttıkları üzerine konuşalım:
Önce İmam-ı Azam Hazretlerinin böyle bir sözü var mıdır ona bakalım. Evet, İmam-ı Azam Hazretleri şöyle der:
— Dua eden kimsenin, “Filanın hakkı için veya nebilerin ve resullerin hakkı için veya Beytü’l-Haram’ın ve Meş’ari’l-Haram’ın hakkı için senden istiyorum.” demesi mekruhtur.
Demek İmam-ı Azam Hazretleri, “hakkı için” denilerek yapılan duaya mekruh görmüştür.
— İyi ama bunun sebebi nedir? Niçin “hakkı için” denilerek yapılan duayı mekruh kabul etmiştir?
Bunun sebebi, İmam-ı Azam Hazretlerinin Mutezile mezhebini reddetme niyetidir. Zira Mutezile’ye göre, bir kişinin yaptığı hayırlı bir işten dolayı Allah’ın o kişiye sevap vermesi vaciptir. Mutezile mükâfat vermeyi Allah’a vacip görür.
İşte İmam-ı Azam Hazretleri, Mutezile’nin bu görüşüne reddiye olarak, “hakkı için” denilmesini mekruh görmüştür. Zira hiçbir mahlukun Allah üzerinde bir hakkı yoktur.
Ama İmam-ı Azam Hazretlerine göre, “hürmetine veya hatırına” denilerek istemek caizdir. Yine “hakkı için” derken “hürmetine” manası kastediliyorsa, bu da caizdir.
Demek İmam-ı Azam Hazretleri tevessülü reddetmiyor, sadece Mutezile’nin, “İyiliğe karşı Allah’ın mükâfat vermesi vaciptir.” sözüne reddiye olarak, Allah’a hiçbir şey vacip değildir; hiçbir varlığın Allah üzerinde bir hakkı olamaz diyor. Ve Mutezile’nin bu yanlış görüşünü hissettirebilir zannıyla, tevessülde “hakkı için” demeyin, “hürmetine” deyin diyor. Ve yine diyor ki ameller niyete göredir; eğer “hakkı için” derken “hürmetine” manasını kastediyorsanız, bu da caizdir.
Yaptığımız bu izahın aynısını Hanefi âlimlerinden Aliyyü’l-Kârî Hazretleri yapar ve “Fethu’l-Babi’l-İnaye” isimli eserinde şöyle der:
— İmam-ı Azam’ın “hakkı için” sözüne mekruh demesi, “hak” sözüne vaciplik ve mecburiyet manası yüklendiği takdirdedir. Zira vaciplik ve mecburiyet manasında hiç kimsenin Allah üzerinde bir hakkı yoktur. Eğer “hakkı için” sözü “hürmet” manasında olursa bunu kullanmak caizdir. (Fethu’l-Babi’l-İnaye, II, 30)
Aynı izahı İbni Abidin Hazretleri de yapmıştır. Hanefi uleması İmam-ı Azam’ın sözünü bu şekilde izah etmiştir. Bir Hanefi’ye düşen, mezhep imamının sözünü Hanefi mezhebi âlimlerinin izah ettiği şekilde anlamaktır; yoksa mezhepsizlerin izah ettiği gibi anlamak değildir.
Sözün özü: İmam-ı Azam Hazretleri tevessülü değil, mecburiyet manasına atfedilen “hakkı için” sözünü kerih görmüştür. “Hatırı ve hürmeti” kastıyla yapılan duayı ya da “hakkı için” derken, hürmetin kastedildiği duayı caiz görmüştür.
Şimdi, gördünüz mü bu mezhepsizler sözleri nasıl çarpıtıyor? Âlimlere nasıl iftira ediyor ve hakikatlerin üzerini nasıl örtüyor?
Eğer yaptığımız bu izahı bilmiyorsanız, onların iftirasını doğru kabul eder ve “Vay be! İmam-ı Azam da tevessüle caiz değil demiş.” dersiniz. Hâlbuki gördüğünüz gibi, İmam-ı Azam Hazretleri başka bir şeyden bahsediyor ve Mutezile’ye reddiye yapıyor.
Bu izahla iki şeyi öğrenmiş olmalıyız:
1. İmam-ı Azam Hazretlerinin tevessülü caiz gördüğünü,
2. Bu ehl-i bid’anın, sözlerini ispatlayabilmek için her türlü yalanı söyleyebileceğini.
Bu iki maddeyi iyi kavrayalım ki onların her sözüne itimat etmeyelim.
Şimdi de İmam Âlûsî Hazretlerinin tevessülü kabul etmediği iddiasını tahlil edelim. Bakalım, o ne demiş?
İmam Âlûsî Hazretleri “Ruhu’l-Meânî” isimli eserinde Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın zatı ve makamı ile tevessül edilebileceğini beyan ediyor. (Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, VI, 128)
Yine aynı eserde, Allah katında üstün bir yeri olduğu kesin bilinen kimseyle de tevessül edilebileceğini söylüyor.
Yani İmam Âlûsî’ye göre, “dostlarının hatırına” denilebilir; ancak “dostun Ahmed Efendi hatırına” denilemez. Çünkü Ahmed Efendinin Allah katında rütbesi var mı yok mu bilinmiyor. Bu yüzden onunla tevessül Allah’a karşı bir cürettir.
İşte İmam Âlûsî Hazretleri böyle diyor. Ona şöyle cevap verilebilir:
Burada hüsnüzan asıldır. Müminin cenaze namazında mümine şahitlik etmesi de bu hüsnüzanna binaendir. En fazla olsa olsa kişi yanılmış olur; yanılmış olsa da bir zarar yoktur ve endişe yersizdir.
Gördüğünüz gibi, İmam Âlûsî Hazretleri tevessülü inkâr etmiyor, Allah katında makamı belli olmayan kişiyle tevessülü reddediyor. Bunun da cevabını verdik.
İmam Âlûsî Hazretleri “Ruhu’l-Meânî” isimli eserinde şöyle diyor:
— Allahu Teâlâ bazen dostlarından dilediklerine, ölmeden önce olduğu gibi, öldükten sonra da dilediği kerameti verir. Allahu Teâlâ hastayı iyileştirir, boğulmakta olanı kurtarır, düşmana karşı yardım eder, yağmuru yağdırır ve bunu o kula keramet olarak verir. (Ruhu’l-Meânî, VI, 128)
Yine şöyle diyor:
— Allahu Teâlâ’nın Peygamberimize olan sevgisi sebebiyle tevessül edilmektedir. Tevessülün hikmeti burada saklı olsa gerek. (Ruhu’l-Meânî, VI, 128)
Hani İmam Âlûsî tevessülü inkâr ediyordu? Bu yaptığımız nakiller Hazretin kendi eserinden yapıldı. Ne dediği ayan beyan bellidir. Eğer İmam Âlûsî Hazretlerinin tevessülü reddettiğine dair bir sözü varsa, muhtemelen bunun manası, Allah hatıra getirilmeksizin ve yapılan yardımın Allah’tan değil de kuldan bilindiği tevessüldür. Zaten böyle bir tevessül diğer âlimlere göre de caiz değildir. Bu bahsi bir sonraki derste detaylı bir şekilde işleyeceğiz. Bu yüzden bu bahsi burada açmıyoruz.
Sözün özü: Ne İmam-ı Azam Hazretleri, ne İmam Âlûsî Hazretleri ve ne de İbni Teymiye’ye kadar yedi asır boyunca hiçbir âlim tevessülü reddetmemiş ve caizliği konusunda en ufak bir tereddüt oluşmamıştır. Selef âlimlerinin hiçbir kitabında tevessülün caiz olmadığına dair bir beyan bulamazsınız!
Yazar: Sinan Yılmaz