22. Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlahiye…
On Birinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlahiye ve gına-yı Rabbaniyenin derecat-ı tecelliyatını anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envaı miktarınca, taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla nihayetsiz kudret ve gına-yı İlahiyenin derecatını fehmetmelisin. İşte senin hayatının gayeleri icmalen bunlar gibi emirlerdir. (11. Söz)
Üstad Hazretleri bu vazifeyi 33. Söz’de şöyle izah ediyor:
Üstad Hazretleri bu vazifeyi Otuz Üçüncü Söz’de şöyle izah ediyor:
“İnsan, üç cihetle esmâ-i İlahiyeye bir ayinedir:
Birinci vecih: Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla; bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza, pek çok evsaf-ı İlahiyeye bu suretle ayinedarlık ediyor.
Hatta hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vacibü’l-vücuda bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdat aramaya mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahim’in dergâhına dayanır, dua ile el açar.
Demek, her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdat cihetinde iki küçük pencere Kadîr-i Rahim’in bargâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.” (33. Söz, 31. Pencere)
(Zulümat: Karanlık / Hâcât: İhtiyaçlar / Naks: Noksanlık / Gına: Zenginlik / A’dâ: Düşmanlar / Nokta-i istinad: Dayanma noktası / Nokta-i istimdat: Yardım dileme noktası / Ganiyy-i Rahim: Son derece merhametli ve zengin olan Allahu Teâlâ / Bargâh: Padişah divanhanesi / Bargâh-ı rahmet: Allah’ın rahmetinin huzuru)
Demek insanın aczi, zaafı, fakrı ve ihtiyacı, Cenab-ı Hakk’ın kudretini ve zenginliğini anlamada bir ölçüdür ve bir vâhid-i kıyasîdir. Şöyle ki:
Mesela insan büyükçe bir taşı kaldıramaz ve o taşı kaldırmak için kendi kuvvetinden çok daha fazla bir kuvvetin olması gerektiğini düşünür. Sonra bunun ölçüsüyle, yıldızları ve gezegenleri bir sapan taşı gibi çeviren Allahu Teâlâ’nın kudretini anlamaya çalışır ve şöyle tefekkür eder:
— Basit bir taşa bile gücüm yetmiyor ve bu taşı kaldırmak daha fazla bir kuvvet istiyor. Acaba basit bir taşı kaldırmak bile böyle bir kuvvet isterse, semadaki yıldızları ve gezegenleri gezdirmek ve birbirine çarptırmadan çevirmek nasıl bir kuvvet ister ve bunun için nasıl bir kudrete ihtiyaç vardır?
İşte bu tefekkürde, kişinin aczi bir ölçü olmuş ve aczin mikyasıyla kudret-i İlahiye anlaşılmaya çalışılmıştır.
Bu makamda şu kıssa da meseleyi anlamamıza yardımcı olacaktır:
Musa (a.s.) Cenab-ı Hakk’a sormuş:
— Ya Rabbi, sen uyur musun?
Cenab-ı Hak, Musa (a.s.)’a şöyle buyurmuş:
— Eline bir bardak su al ve gece sabaha kadar ayakta dur, bardağı da düşürme!
Musa (a.s.) bunu yapmış ve sabaha doğru ayakta uyuklayıvermiş. Uyuyunca da elindeki bardak düşmüş ve kırılmış. Bunun üzerine Cenab-ı Mevla, Musa (a.s.)’a şöyle buyurmuş:
— Ya Musa! Eğer ben uyusaydım âlem böyle hercümerce uğrardı.
Bu kıssada, Musa (a.s.)’ın aczi bir dürbün ve mirsad olmuş; Cenab-ı Hakk’ın kemalini ve uykudan münezzeh olduğunu göstermiş.
Bunun gibi, insandaki her türlü kusur, acz, zaaf ve fakr, Cenab-ı Hakk’ın kemal ve cemaline bir ölçüdür, bir mikyastır ve bir vâhid-i kıyasîdir.
Yazar: Sinan Yılmaz