a
Ana SayfaOn Birinci Söz12. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerîm’i onları…

12. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerîm’i onları…

On Birinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra onların Rabb-i Kerîm’i onları, imanlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslamiyetlerine ücret olarak dârü’s-selâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. (11. Söz)

(Meydan-ı tecrübe: İmtihan meydanı / Destgâh-ı imtihan: İmtihan tezgâhı / Dârü’s-selam: Selamet yurdu (cennet) / Hutur etme: Hatıra gelme)

Üstadımızın mezkûr ifadesini Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle beyan buyurmuş:

عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه وسلم، قَالَ اللَّهُ تَعَالَى أَعْدَدْتُ لِعِبَادِيَ الصَّالِحِينَ مَا لاَ عَيْنٌ رَأَتْ، وَلاَ أُذُنٌ سَمِعَتْ، ولاَ خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ، وَاقْرَؤُوا اِنْ شِئْتُمْ، فَلاَ تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Ebû Hüreyre (r.a.) Hazretlerinden nakledilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın hatırına ve hayaline gelmeyen nimetler hazırladım.

Ebû Hüreyre (r.a.): “İsterseniz şu ayeti okuyun.” dedi: Yapmakta olduklarına bir karşılık olarak onlar için göz aydınlığı olacak (nimetlerden) nelerin saklandığını hiç kimse bilmez. (Secde 17)

“Onlara ebediyet ve beka verdi.” ifadesi üzerine de şu hadis-i şerifi kaydedelim:

عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ، قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه وسلم يُؤْتَي بِالْمَوْتِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيُوقَفُ عَلَى الصِّرَاط فَيُقَالُ يَا اَهْلَ الْجَنَّةِ، فَيَطَّلِعُونَ خَائِفِينَ وَجِلِينَ اَنْ يُخْرَجُوا مِنْ مَكَانِهِمُ الَّذِى هُمْ فِيهِ ثُمَّ يُقَالُ يَا اَهْلَ النَّارِ، فَيَطَّلِعُونَ مُسْتَبْشِرِينَ فَرِحِينَ اَنْ يُخْرَجُوا مِنْ مَكَانِهِمُ الَّذِى هُمْ فِيهِ، فيُقَالُ هَلْ تَعْرِفُونَ هَذَا،  قَالُو نَعَمْ هَذَا الْمَوْتُ، فَيُؤْمَرُ بِهِ فَيُذْبَحُ عَلَى الصِّرَاط ثُمَّ يُقَالُ لِلْفَرِيقَيْنِ كِليْهِمَا خَلُودٌ فِيمَا تَجِدُونَ، لاَ مَوْتَ فِيهَا اَبَدًا

Ebû Hüreyre (r.a.) Hazretlerinden nakledilmiştir. Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: Kıyamet günü ölüm getirilir ve sırat üzerinde durdurulur. “Ey cennet ahalisi!” diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da “Ey cehennem ahalisi!” diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları yerden çıkarılacakları ümit ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) “Bunu tanıyor musunuz?” denilir. “Evet! Bu ölümdür.” derler. Sonra emredilir de sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: “Bulunduğunuz hâl üzere ebediyet sizindir; burada artık ölüm yoktur.” denilir.

Metne devam edelim:

Çünkü ebedî ve sermedî olan bir cemalin seyirci müştakı ve âyinedar âşığı, elbette baki kalıp ebede gidecektir. İşte Kur’an şakirdlerinin akıbetleri böyledir. Cenab-ı Hak bizleri onlardan eylesin, âmin! (11. Söz)

(Sermedî: Daimî, baki / Cemal: Güzellik / Müştak: Şiddetle arzu eden)

Cümlenin mütalaasına şu soruyla başlayalım:

— Cemal sahibi zat ne ister?

Elcevab: Kendi cemalini görmek ve göstermek ister. Bir güzelin aynaya bakması ve güzelliğini göstermek için süslenmesi bu sırdan ileri gelmektedir.

— Peki, cemal sahibi zat ebedî ve sermedî ise ne ister?

Elcevab: Ebedî bir şekilde gözükmek ve daimî bir şekilde tezahür etmek ister.

— Peki, ebedî bir şekilde gözükmek için ne gerekir?

Elcevab: İki şey gerekir:

1. Cemalinin gözükeceği memleketin ebedî olması.

2. Müştak seyircilerin baki olması.

Ebedî bir cemal fâni bir tecelliye ve fâni seyircilere razı olmaz. Tecelli etmek için baki bir memleket istediği gibi, cemalini seyredecek seyircilerin de bekasını ister. Zira seyirci olmazsa cemalinin tezahürünün bir manası olmaz.

Şimdi bu dünyaya bakıyoruz: Bu dünya fâni olduğu gibi, içindeki seyirciler de fânidir. Dünya o cemalin tezahürüne ne hakkıyla mahal olabilmekte, ne de müştak seyirciler şu kısa ömürde o cemali hakkıyla görebilmektedir. Bu durumda, bu cemalin gözükeceği baki ve daimî bir memleket ve misilsiz cemali seyredecek baki seyirciler lazımdır. Bu da ahireti iktiza eder.

Meseleyi şöylece maddeleyelim:

1. Bu âlemde gözümüzle görüyoruz ki nihayetsiz bir güzellik vardır. Her bir eşya âdeta antika bir sanat eseri olup, bu güzelliği kendinde göstermektedir.

2. Güzelliğin güzelden ve mükemmelliğin kemalden gelmesi sırrınca, şu göz önündeki güzellik, perde arkasında bir Cemil-i Baki’yi gösterir ve Onun vücudunu ispat eder.

3. Her cemal sahibi cemalini göstermek ister. Eğer cemali ebedî ise ebedî görünmek ister. Madem Cenab-ı Hakk’ın cemali ebedîdir, o hâlde ebedî bir şekilde görünmek isteyecektir. Ebedî görünmek için de ebedî ve daimî bir memleket lazımdır. Orası da ahirettir.

4. Ebedî bir cemal elbette bu cemali seyredecek müştak seyircilerin de ebedî ve baki olmasını ister. Zira ebedî bir cemal fâni bir seyirciye razı olamaz. Baki seyircilerin lüzumu da ahireti iktiza eder.

Netice: Ebedî ve sermedî olan bir cemalin seyirci müştakı ve âyinedar âşığı, elbette baki kalıp ebede gider.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin