a
Ana SayfaOn Birinci Söz19. Altıncısı: Zevi’l-hayat olanların tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları…

19. Altıncısı: Zevi’l-hayat olanların tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları…

On Birinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Altıncısı: Zevi’l-hayat olanların tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyatları; ve rumuzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları; ve semerat ve gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibü’l-hayat’a arz-ı ubudiyetlerini bilerek müşahede etmek, tefekkür ile görüp şehadetle göstermektir. (11. Söz)

(Zevi’l-hayat: Hayat sahipleri)

Üstad Hazretleri üç kavramdan bahsetti:

1. Tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyâtları.

2. Rumuzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları.

3. Semerat ve gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibü’l-hayat’a arz-ı ubudiyetleri.

Üstad Hazretleri bu üç kavramın ne manaya geldiğini farklı risalelerde şöyle izah etmektedir:

— İbadât-ı mahsusa ve tesbihât-ı hususiye ve tahiyyât-ı muayyene ile tabir edilen evâmir-i tekvîniyeye karşı onların itaatleri… (32. Söz, 2. Mevkıf)

— Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrâda, bir tesbihât-ı uzmâda, her taife kendine mahsus salavat ve tesbihatla meşgul bir cemaat içindeyim. “Vezâif-i eşya” tabir edilen hidemât-ı meşhûde, onların ubudiyetlerinin unvanlarıdır. O hâlde Allahu Ekber deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım… (29. Mektup, Birinci Risale olan Birinci Kısım)

— Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Mesela kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki “Ya Hâlıkım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilan etmek isterim.” Cenab-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder… (24. Söz)

— Madem ağaçlar birer ceset oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek, her biri, binler dilleriyle, havanın dokunmasıyla “Hu, Hu” zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyatıyla, Sânii’nin Hayy-ı Kayyum olduğunu ilan ediyorlar. (17. Söz)

— Aynen öyle de âciz bir abd, namazında “Ettehiyyâtü lillâh” der. Yani “Bütün mahlukatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına layıksın.” İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. (24. Söz)

— Kâinat sarayında hizmet eden hayvanat, kemal-i itaatle evâmir-i tekvîniyeye imtisal edip fıtratlarındaki gayeleri güzel bir vech ile ve Cenab-ı Hakk’ın namıyla izhar ederek, hayatlarının vazifelerini bedî bir tarzla, Cenab-ı Hakk’ın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbihat ve ibâdât, onların hedâyâ ve tahiyyâtlarıdır ki Fâtır-ı Zülcelâl ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdim ediyorlar. (24. Söz)

Demek, mahlukatın tekvinî emirlere karşı olan itaatleri onların bir nevi ibadetidir. O hâlde diyebiliriz ki: Güneşin aydınlatması onun ibadetidir; tavuğun yumurtlaması onun ibadetidir; arının bal yapması onun ibadetidir; bulutun yağmur yağdırması onun ibadetidir…

Yani her bir mahlukun kendine mahsus vazifeleri yapması ve ona yüklenen tekvinî vazifeyi icra etmesi onun ibadetidir. Yine nebatatın çekirdek ve tohumlarının lisan-ı hâliyle yaptıkları bir ibadetleri vardır ki üstte kavun örneğinde bunu öğrendik.

Ayrıca mahlukatın esma-i İlahiyeye karşı yaptıkları âyinedarlık ve esma-i İlahiyeyi okutmaları  da onların birer ibadetidir.

Bütün bunlar, mahlukatın lisan-ı hâl ile yaptıkları ibadetlerdir. Onların lisan-ı hâlin yanında bir de lisan-ı kâl ile yaptıkları ibadet ve tesbihat vardır ki bu tesbihat İkinci Söz’de “Bu dünyanın bir zikirhane-i Rahman olması meselesi…” başlığında izah edilmiştir. Dileyenler o başlığa müracaat edebilir.

Anlaşılması ve ihata edilmesi zor olan bu kısmı, dilerseniz maddeleyerek bir daha toparlayalım:

– Mahlukatın, Hâlıklarına karşı tahiyyatları; Sânilerine karşı tesbihatları ve Vâhibü’l-Hayat’a karşı arz-ı ubudiyetleri vardır.

– Mahlukatın evamir-i tekviniyeye karşı itaatleri, yani kendilerine yüklenen vazifeleri yapmaları onların ibadetleridir.

– Esmâ-i hüsnaya karşı ayinedarlıkları ve ayine olmak için fıtri çoğalma meyilleri onların bir nevi ibadetidir.

– Cenab-ı Hakk’ın birliğine ve varlığına dair olan şehadetleri yine onların ibadetleridir.

– Ayrıca her mahlukun lisan-ı hâl ile böyle ibadetleri olduğu gibi, lisan-ı kâl ile de bir tesbihatı ve ibadeti vardır. Denizlerin dibindeki balıklardan tutun semanın yıldızlarına kadar her bir mahluk, kendine mahsus bir ibadette, bir zikirde ve bir tesbihtedir.

Aslında üç kavram olan; “tezahürât-ı hayatiye denilen, Hâlıklarına tahiyyâtları”, “rumuzât-ı hayatiye denilen, Sânilerine tesbihatları” ve “gayât-ı hayatiye denilen, Vâhibü’l-hayat’a arz-ı ubudiyetleri” üzerine hususi bir çalışma yapılabilir. Ancak makam bu kadarını kaldırmıyor. Biz de sözü uzatmayıp neticeye bağlıyoruz:

İnsanın vazifesi şudur ki: Mahlukatın lisan-ı hâl ve lisan-ı kâl ile yapmış olduğu ibadetleri, tesbihatları, tahiyyatları fehmetmek; bunları müşahade etmek ve hepsinin ibadetini “Ettehiyyâtü lillâhi” diyerek Allah’a takdim etmektir.

Ne mutlu bu ibadeti eda edebilenlere!

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin