a
Ana SayfaOn Birinci Söz1. On Birinci Söz’ün temsilî hikâyeciği

1. On Birinci Söz’ün temsilî hikâyeciği

Cenab-ı Hakk’ın ihsanı ve inayetiyle On Birinci Söz’ün mütalaasına başlıyoruz. Bu risalenin konusu çok önemlidir. Üstad Hazretleri bu sözde, âlemin ve insanın hikmet-i hilkatini beyan etmekte ve namazın hakikatinin rumuzuna işaret etmektedir.

Risale-i Nurları okumayan hemen hemen her kişiden şu soruları duymuşsunuzdur:

– Allahu Teâlâ beni niçin yarattı?

– Benim vazifem nedir?

– Bu azalar ve cihazların vazifesi nedir?

– Bu âlemin yaratılmasındaki hikmet ve sebep nedir?

– Bu mahlukatın bu derece süslenmesi ve onlara bu kadar kıymet verilip masraf yapılmasının hikmeti nedir?

Ve bunlar gibi daha birçok soru…

İşte Üstadımız bu risalede, bu soruların tamamına cevap vermekte ve insanın ve âlemin hikmet-i hilkatini benzersiz bir surette izah etmektedir. Bu sebeple, bu risalenin Sözler içinde hususi bir yeri ve kıymeti vardır. Bu risaleyi çok iyi mütalaa etmeli ve her cümlesini anlamaya çalışmalıyız.

Mütalaada şu usulü takip edeceğiz: On Birinci Söz’ü baştan başlayarak okuyacak, manası açık olan cümlelerin tefekkürünü sizlere havale edecek ve manası kapalı cümlelerin izahını yapacağız. İnayet ve tevfik Allah’tandır.

ON BİRİNCİ SÖZ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ

وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا ۞ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا ۞ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا ۞ وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا ۞ وَالسَّمَاءِ وَمَا بَنٰيهَا ۞ وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا ۞ وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا ۞ الخ

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salâtın rumuzunu bir parça fehmetmek istersen nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak: (11. Söz)

(Hikmet-i âlem: Âlemin hikmeti / Tılsım: Gizli sır / Hilkat-i insan: İnsanın yaratılışı / Hakikat-i salât: Namazın hakikati / Rumuz: İnce nükteler, gizli anlamlar)

Bu sözün konusu üç şeymiş:

1. Hikmet-i âlemin tılsımı

2. Hilkat-i insanın muamması

3. Hakikat-i salâtın rumuzu

Bu ifadeler eserin devamında açılacak. Bu sebeple burada izahına girişmiyoruz.

Şimdi, temsilî hikâyeciği okuyalım. Hikâyeyi baştan sona okuyup, mütalaasını ondan sonra yapacağız. Metni okurken paragraf paragraf ilerleyin. Önce bir paragrafı iyice anlayın, üzerinde biraz düşünün, sonra diğer paragrafa geçin. (Kelimelerin manasını bilmeyenler olabilir düşüncesiyle metni bölerek ve kelimeleri altına yazarak ilerledik. Kelimelerin manasını sayfanın altına yazsaydık, manaya alttan bakmak ve sonra başı tekrar kaldırıp metinde odaklanmak zor olurdu. Bu sebeple alttaki usulü takip ettik.)

Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli, pek acayip defineleri varmış. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ıttılaı varmış.

(Cevahir: Cevherler / Sanayi-i garibe: Güzel sanatlar / Fünun-u acibe: Hayranlık verici ilimler / Marifet: Bilgi / İhata: Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak / Ulûm-u bedîa: Eşsiz derecede güzel ve benzersiz ilimler / Ittıla: Bilgi)

Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini hem servetinin şaşaasını hem kendi sanatının harikalarını hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta cemal ve kemal-i manevisini iki vecihle müşahede etsin:

(Cemal: Güzellik / Sultan-ı zîşan: Şan sahibi sultan / Meşher: Teşhir yeri / Nâs: İnsanlar / Enzar: Bakışlar / İzhar: Meydana çıkarma / Müşahede: Görme)

Bir vechi: Bizzat nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün.

Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.

(Nazar-ı dekaik-aşina: İnceliklere nüfuz eden bakış / Gayr: Başkası)

Bu hikmete binaen, cesim ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmaya başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip, kendi dest-i sanatının en latif, en güzel eserleriyle ziynetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mucizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra…

(Cesim: Büyük / Kasr: Saray / Murassaat: Süsler, mücevherler / Dest-i sanat: Hüner / Fünun-u hikmet: Hikmet fenleri / Ulûm: İlimler / Âsâr-ı mucizekârane: Mucizevi eserler)

Her bir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi sofralar, o sarayda kurdu. Her bir taifeye layık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, sanat-perverane bir ziyafet-i amme ihzar etti ki güya her bir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi.

(Sehavetkârane: Cömertçe / Sanat-perverane: Sanatseverce / Ziyafet-i amme: Umumi ziyafet / İhzar: Hazırlama / Sanayi-i latife: Hoş ve ince sanatlar)

Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilatının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti.

(Aktar-ı memleket: Memleketin dört bir yanı / Raiyet: Halk / Yaver-i ekrem: Yüksek rütbeli ve çok değerli memur)

Ta ki sarayın sâniini, sarayın müştemilatıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki sanatlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuş nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdabını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.

(Sâni: Sanatkâr / Rumuz: İnce nükteler, gizli anlamlar / Derûn: İç / Manzum: Muntazam / Murassa: Süslü şey / Mevzun: Ölçülü / Nukuş: Nakışlar / Marziyat: Razı olunacak şeyler)

İşte o muarrif üstadın her bir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

(Muarrif: Tarif eden / Avane: Yardımcı / Şakird: Talebe)

— Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.

(Kasr: Saray / İzhar: Göstermek)

— Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.

(Tezyinat: Ziynetler, süslemeler / İstihsan: Beğenmek, güzel bulmak)

— Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.

— Hem şu görünen in’am ve ikramlar ile size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.

(İn’am: Nimet verme)

— Hem şu kemalâtının âsârıyla manevi cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyakınızı gösteriniz.

(Âsâr: Eserler / Cemal: Güzellik / İştiyak: Şiddetli istek)

— Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususi hâtem, birer taklit edilmez turra koymakla her şey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz, bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz.

(Masnuat: Sanatla yapılmış eserler / Müzeyyenat: Süslenmiş şeyler / Sikke: Damga / Hâtem: Mühür / Turra: Padişah mührü / Eser-i dest: Kendi kuvvet ve kudretinin eseri / Yekta: Eşsiz / İstiklal: Bağımsızlık / İnfirad: Teklik, benzersizlik / Misilsiz: Benzersiz / Nazirsiz: Eşsiz / Bîhemta: Eşsiz)

Daha bunun gibi ona ve o makama münasip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar:

Birinci güruhu, kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için o sarayın içindeki acayiplere baktıkları zaman dediler: “Bunda büyük bir iş var.” Hem anladılar ki beyhude değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. “Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen gittiler ve dediler: “Esselâmü aleyke yâ eyyühe’l-üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lazımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.”

(Tılsım: Gizli sır / Muarrif: Tarif edici / Esrar: Sırlar / Hakkan: Gerçekten / Müdakkik: Dikkatle inceleyen, araştıran)

Üstad ise evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyâtı dairesinde amel ettiler. Onların şu edepli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ı Melik’e layık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edepli misafirlere münasip ve öyle yüksek bir kasra şayan bir surette ikram etti, daimi onları saadetlendirdi.

(Cevvad-ı Melik: Çok cömert padişah / Muti: İtaatkâr / Şayeste: Layık / Kasr: Saray)

İkinci güruh ise akılları bozulmuş, kalpleri sönmüş olduklarından saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlup olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni-i Zîşan’ın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup öyle edepsizlere layık bir hapse attılar. (11. Söz)

(Mehasin: Güzellikler / İhzar edilen: Hazırlanan / İksir: Tesirli ilaç / Sâni-i Zîşan: Şan sahibi sanatkâr)

Bu sözde olduğu gibi, temsil ile anlatılan hakikatleri anlayabilmek için, temsili çok iyi kavramak ve her noktasını anlamak gerekir. Temsili tam manasıyla anlamak için de metni maddeler hâlinde yazmak ve tablo oluşturmak etkili bir yoldur. Kuvvetli bir hafızası olmadığı için, sonunu okurken başını unutanlar bu tür metinler için tablo hazırlamalı ya da okuduğu sayfadaki cümleleri kalemiyle çizerek birbiriyle ilişkilendirmelidir. Bizler sizlere kolaylık olması için bu sözde geçen hikâyeyi şu şekilde maddeliyoruz:

Sultanın özellikleri:

– Servetçe onun pek çok hazineleri var.

– O hazineler içinde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyor.

– Pek gizli ve acayip defineleri var.

– Garip sanatlarda pek çok mahareti var.

– Hayranlık verici ilimlere hesapsız marifeti ve ihatası var.

– Eşsiz derecede güzel ve benzersiz ilimlere nihayetsiz ıttılaı var.

Sultanın bir meşher açmasının sebepleri:

– İnsanların nazarında saltanatının haşmetini göstermek.

– Servetinin şaşaasını göstermek.

– Sanatının harikalarını göstermek.

– Kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstermek.

– Cemal ve kemal-i manevisini iki vecih ile müşahede etmek. Hem bizzat kendisi görmek hem de başkasının nazarına göstermek.

Yaptığı kasrın özellikleri:

– Gayet cesim, geniş ve muhteşem bir kasırdır.

– Şahane bir surette dairelere ve menzillere taksim edilmiş.

– Hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirilmiş.

– Dest-i sanatının en latif ve en güzel eserleriyle ziynetlendirilmiş.

– Fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edilmiş.

– Ulûmunun mucizevi eserleriyle donatılarak tekmil edilmiş.

– Nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini cami sofralar o sarayda kurulmuş.

– Her bir taifeye layık bir sofra tayin edilmiş.

Sonra aktâr-ı memleketindeki ahali ve raiyetini seyre, tenezzühe ve ziyafete davet etmiş.

Yaver-i ekremin gönderiliş vazifesi:

– Sarayın sâniini, sarayın müştemilatıyla ahaliye tarif etmek.

– Sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirmek.

– İçindeki sanatlarının işaretlerini öğretmek.

– Derunundaki manzum süslemelerin ve mevzun nakışların ne olduklarını ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etmek.

– Saraya girmenin adabını ve seyrin merasimini bildirmek.

– O görünmeyen sultana karşı, marziyâtı dairesinde teşrifat merasimini tarif etmek.

Ayrıca bu yaver-i ekremin her bir dairede birer yardımcısı bulunuyor.

Yaver-i ekremin söyledikleri:

— Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.

— Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.

— Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.

— Hem şu görünen nimetler ve ikramlarla size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.

— Hem şu kemalatının eserleriyle manevi cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyakınızı gösteriniz.

— Hem bütün şu gördüğünüz sanat eserleri ve müzeyyenat üstüne birer mahsus sikke, birer hususi hâtem, birer taklit edilmez turra koymakla her şeyin kendisine has olduğunu ve kendi eseri olduğunu ve kendisinin tek ve şeriksiz olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek, şeriksiz, misilsiz ve nazirsiz tanıyınız ve kabul ediniz.

Daha bunun gibi, ona ve o makama münasip sözleri seyircilere söyledi.

İki güruhun karşılaştırılmalı şeması:

Birinci güruh

İkinci güruh

Kendilerini tanımış, akılları başında ve kalpleri yerinde.

Kendilerini tanımamış, akılları bozulmuş ve kalpleri sönmüş.

O sarayın içindeki acayiplere baktıkları zaman dediler: Bunda büyük bir iş var.

Saraya girdikleri vakit nefislerine mağlup olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler.

Anladılar ki bu saray beyhude değil, adi bir oyuncak değil; onun için merak ettiler.

Bütün o mehasinden gözlerini kapadılar.

“Acaba tılsımı nedir? İçinde ne var?” deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler.

O üstadın irşadına ve şakirtlerinin ikazlarına kulaklarını tıkadılar.

Anladılar ki bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen gittiler ve dediler: Şöyle bir muhteşem bir sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lazımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.

Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar ve karıştırdılar ki seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler.

Üstad ise evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyâtı dairesinde amel ettiler.

Nutukları dinlemediler ve padişahın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular.

Onların şu edepli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna gittiğinden, onları has, yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti ve onlara ihsan etti.

Saray sahibinin askerleri onları tutup öyle edepsizlere layık bir hapse attılar.

Kasrın varlığının ve bekasının sebebi:

– Varlığının sebebi, nutkunu işittiğimiz üstadın varlığıdır. Çünkü o bulunmazsa bütün maksatlar beyhude olur. Zira anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, manasız bir kâğıttan ibaret kalır.

– Bekasının sebebi, ahalinin o üstadın sözünü kabul edip dinlemesidir.

Öyleyse denilebilir ki:

— Şu üstad olmasaydı o Melik-i Zîşan şu kasrı bina etmezdi.

— Bu ahali o üstadın talimatını dinlemedikleri vakit, elbette o kasır tebdil ve tahvil edilecek.

Mütalaaya devam etmeden önce maddelere ve tabloya iyice çalışmalı ve temsilin tamamını ezberlemeliyiz. Önce maddeleri ezberleyelim, daha sonra mütalaaya devam edelim.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin