a
Ana SayfaOn Birinci Söz2. Temsildeki iki meselenin izahı

2. Temsildeki iki meselenin izahı

Bu başlıkta, temsildeki iki meselenin izahını yapacağız:

Üstadımız dedi ki: Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o Sultan-ı Zîşan dahi istedi ki bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin.

– Bir ressamın resim yapması ve yaptığı resimleri göstermek için sergi açması,

– Bir âlimin kitap yazması ve yazdığı kitabı okutmak için basması,

– Bir sanatkârın, eserini yapması ve o eseri teşhir etmesi,

– Bir insanın güzel elbiselerini giydikten sonra aynaya bakması ve o elbiselerle dışarı çıkması…

Her cemal ve kemal sahibinin, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrından dolayıdır.

Üstadımızın mezkûr ifadesi, şu âlemin sebeb-i hilkatinin beyanıdır. Cenab-ı Hak bu âlemi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sebebiyle yaratmıştır. Bu hakikati şu hadis-i şerif ders vermektedir.

        كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِي

“Ben gizli bir hazineydim, beni bilsinler diye mahlukatı yarattım.” (Ed-Dürerü’l-Müntesire, İmam Suyûtî)

Yine Üstadımız dedi ki: Vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimaı, kasrın bekasına sebeptir. Öyle ise denilebilir ki şu üstad olmasaydı o Melik-i Zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki o üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasır tebdil ve tahvil edilecek.

Üstadımız bu beyanıyla, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın risaletinin bir sebebini ve kıyametin sebeb-i vücudunu izah etti. Şöyle ki:

Efendimiz (a.s.m.)’ın risaleti zaruridir. Çünkü mezkûr maksatlar, onun talim ve irşadına bağlıdır. Zira anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, manasız bir kâğıttan ibaret kalır. Şu âlem de anlaşılmaz bir kitaptır. Bu kitapta esmâ-i hüsna ve sıfat-ı ulya yazılmış ve her bir mevcud âdeta bir kitap hükmüne getirilmiştir. Elbette bu kitabı ders verecek bir muallime ihtiyaç vardır. Eğer muallim olmazsa kitabın manaları anlaşılmaz ve kitabın hikmet-i hilkati kaybolur. Demek âlemin hikmet-i hilkati, nübüvvet ve risaleti iktiza etmektedir.

Üstadımız bu meseleyi Otuz Birinci Söz’de şöyle beyan etmiş:

“İkinci temsil: Nasıl ki bir zat-ı zîfünun, mu’ciznümâ bir kitabı telif edip yazsa. Öyle bir kitap ki her sahifesinde yüz kitap kadar hakaik, her satırında yüz sahife kadar latif manalar, her bir kelimesinde yüz satır kadar hakikatler, her harfinde yüz kelime kadar manalar bulunsa… Bütün o kitabın maânî ve hakaikleri, o kâtib-i mu’ciznümânın kemâlât-ı maneviyesine baksa, işaret etse, elbette öyle bitmez bir hazineyi kapalı bırakıp abes etmez. Herhâlde o kitabı bazılara ders verecek. Ta o kıymettar kitap manasız kalıp beyhude olmasın, onun gizli kemalâtı zahir olup kemalini bulsun ve cemal-i manevisi görünsün; o da sevinsin ve sevdirsin. Hem o acayip kitabı bütün maânîsiyle, hakaikiyle ders verecek birisini, en birinci sahifeden ta nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.

(Zat-ı zîfünun: Fen ilimlerini bilen zat / Mu’ciznümâ: Mucize gösteren / Hakaik: Hakikatler / Maânî: Manalar / Kâtib-i mu’ciznümâ: Mucize gösteren kâtip / Cemal-i manevi: Manevi güzellik)

Aynen öyle de Nakkâş-ı Ezelî şu kâinatı, kemalâtını ve cemalini ve hakaik-i esmasını göstermek için öyle bir tarzda yazmıştır ki bütün mevcudat hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalâtını ve esma ve sıfatını bildirir, ifade eder. Elbette bir kitabın manası bilinmezse hiçe sukut eder. Bahusus böyle her bir harfi binler manayı tazammun eden bir kitap sukut edemez ve ettirilmez. Öyle ise o kitabı yazan elbette onu bildirecektir. Her taifenin istidadına göre bir kısmını anlattıracaktır. Hem umumunu en âmm nazarlı, en külli şuurlu, en mümtaz istidatlı bir ferde ders verecektir…” (31. Söz)

(Nakkâş-ı Ezelî: Ezelî olup her şeyin nakşını yapan Allahu Teâlâ / Hakaik-i esma: İsimlerin hakikati / İstidat: Kabiliyet / Âmm: Umumi / Külli: Kapsamlı)

Ana metinden uzaklaşmamak için metnin izahına girişmiyor, mütalaasını sizlere havale ediyoruz.

Bizler ana metne dönelim:

Âlemin hikmet-i hilkati, peygamberlerin varlığını iktiza ettiği gibi, bekası da insanların Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın sözünü dinlemesini iktiza eder. Yani âlemin sebeb-i bekası, ahalinin Peygamberimizin sözünü dinlemesidir. Eğer ahali, bu âlem sarayının hikmet-i hilkatine muhalif hareket eder ve Peygamberimizin sözünü dinlemezse, o zaman âlemin bekasına (varlığının devamına) bir sebep kalmamış olur. Bu olduğunda kıyamet kopar ve âlem harap edilir.

Demek peygamberlerin varlığı, şu âlemin yaratılmasına, ahalinin dinlemesi de devam ve bekasına sebeptir.

Öyleyse denilebilir ki: Eğer -başta Peygamberimiz (a.s.m.) olmak üzere- peygamberler olmasaydı, Allahu Teâlâ şu âlemi yaratmazdı.

Yine denilebilir ki: İnsanlar Peygamberimiz (a.s.m.)’ın sözlerini dinlemedikleri vakit kıyamet kopacak ve şu âlem sarayı tebdil ve tahvil edilecek.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin