5. Hem mesela cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam…
İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Hem mesela cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam, cehennemin tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa bütün ruhuyla cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şüphe, cehennemin inkârına cesaret veriyor. (İkinci Lem’a)
(İntac eden: Netice veren / Tehdidat: Tehditler / Adem: Yokluk)
Ey nefsim ve ey şeytan! İşte sizin başka bir hileniz:
Önce kişiye günahları pervasızca işletirsiniz. Günahları işlerken onun hatırına cehennemi hiç getirmezsiniz. Sonra da önüne cehennemi koyar, kulağına fısıldamaya başlarsınız:
— Cehennemde hâlin ne olacak? Bu günahının neticesi ateştir! Orada ebedîsin. Bu azaba nasıl dayanacaksın?
Sizin bu sözleriniz nasihat ve irşat için değildir; onu cehennemle korkutup ahireti inkâr ettirmek içindir.
– İlk önce günahı işletirsiniz.
– Sonra onu cehennemle tehdit eder, cehennem azabıyla korkutursunuz.
– Bunun neticesinde, o biçarenin gönlünde cehennemin yokluğuna karşı bir arzu ve meyil oluşur.
– Sonra onun önüne cehennemin yokluğuna dair küçük bir emare koyar, aklına zayıf bir şüphe atarsınız.
– O kişi bu emareden ve şüpheden cehennemin inkârına cesaret bulur ve sonunda cehennemi inkâr ederek iman dairesinden çıkar.
Ey nefsim ve ey şeytan! Üstad Hazretleri hilenizi ifşa etti. Artık beni bu hileyle -Allah’ın inayetiyle- kandıramazsınız. Yüz binler günahı işlesem, cehennemi bana hatırlatarak iman dairesinden çıkaramazsınız. Çünkü elimde istiğfar var, tövbe var. Cehennem ne kadar büyük olursa olsun, Allah’ın affı daha büyüktür. Samimi bir tövbe ile bütün günahları affeder, kulunu cehennemden azat eder.
Hem ey nefsim bilir misin? Risale-i Nurlar öyle bir muhabbetullah vermiş ki velev ki cehenneme girecek olsam, cehennem daire-i vücuddur; ademden daha evladır. Allah’ın huzurunda vücud dairesinde kalmak -velev ki cehennem de olsa- ademe düşüp yok olmaktan evladır. Ruhum cehennemin korkusuyla cehennemi inkâr etmek değil, ademin korkusuyla cehennemi kabul etmek ister!
Hem cehenneme de girsem Allah düşmanlarıyla birlikte yanmam. Belki Allah’ı sevmiş ama nefsine mağlup olmuş zavallı Müslümanlarla yanar; gün gelir oradan çıkar cennete girerim. Ebedî saadete ve rü’yetullaha mazhar olurum.
Hem mesela farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın -küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam- Sultan-ı ezel ve ebed’in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: “Keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi.” Ve bu arzudan bir manevi adâvet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müthiş manevi sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. (İkinci Lem’a)
(Vazife-i ubudiyet: Kulluk vazifesi / Tekdir: Azarlama / Sultan-ı ezel ve ebed: Ezelin ve ebedin sultanı olan Allah / Mükerrer: Tekrarlanmış / Vazife-i ubudiyet: İbadet vazifesi / Adâvet-i İlahiye: Allah’a karşı düşmanlık / İşmam eden: Hissettiren / Vücud-u İlahiyeye: Allah’ın varlığına / Helâket: Helâk olma)
İşte nefsin ve şeytanın başka bir hilesi! Bu hilesinde insanın fıtratındaki şu hâletten istifade ediyor:
İnsan küçük bir vazifeyi terk etse, amirinin onu azarlamasından müteessir olur; onu azarlama ihtimali dahi onu müteessir eder. Bu durumda arzu eder ki keşke o vazife olmasaydı ve başında bir amir bulunmasaydı. Bundan da o vazifeye ve amire karşı bir adavet ve düşmanlık çıkar.
İşte şeytan insandaki bu damarı tahrik eder. Şöyle ki:
– Namazını kılmayan ve farzları eda etmeyen kişi bundan sıkıntı duyar; çünkü fıtratında bu var. Şeytan da bu damarı tahrik eder, onu iyice sıkar.
– Kişi bu sıkıntının neticesinde ister ki: Keşke namaz olmasaydı ve o farz bulunmasaydı.
– Bu arzudan, namazı ve diğer ibadetleri emreden Allah’a karşı gizli bir adavet meyli ve düşmanlık hissi vücut bulur.
– Bu adavetten de Allah’ı inkâr arzusu uyanır.
İşte bu arzu uyandığında şeytan onun önüne Allah’ın yokluğuna dair zayıf bir emare koyar. O kişi bu emareyi dağ kuvvetinde bir delil kabul eder ve sonunda iman dairesinden çıkar; sözde zahirî bir hafiflik bulur.
Biçare bilmiyor ki kendisine büyük bir helâket kapısı açtı; sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul etti. Zira küfürde öyle sıkıntılar ve dehşetler var ki âdeta kişiye manevi bir cehennemi yaşatır; her daim kalbini yakar ve aklını taciz eder. Üstad Hazretleri bu manevi cehennemi Risale-i Nurların muhtelif yerlerinde bilhassa Küçük Sözler’de beyan etmiş. Dileyen müracaat edebilir.
Şimdi ey nefsim! İşte bir hileni daha öğrendim. Allah’a mahcubiyetle başlatır, inkârla neticelendirirsin. Artık -Allah’ın izniyle- beni bu hilenle kandıramazsın.
Hem ibadetler manevi yaralarımızın merhemi olarak bizlere emredilmiştir. Onlara -hâşâ- Allah’ın değil, bizim ihtiyacımız var.
Hem bu fâni dünyada ibadetle meşgul olup Allah ile ünsiyet etmekten daha zevkli ne var?
Ayrıca sana mağlup olup bazı farzları eda edemesem, Allah’ı inkâra değil, onun affına meyleder; onun huzurunda boyun büker; rahmet ve kereminin teveccühüne çalışırım.
Ey nefsim! Güneşe gözümü kapasam güneş yok mu olacak? Olsa olsa ancak karanlıkta kalır; nefsime zulmetmiş olurum. Aynen bunun gibi, Şems-i Ezel ve Ebed’i inkâr etsem Allah yok mu olacak? Olmaz!.. Olsa olsa ancak ben zarar görür, küfrün karanlığında kalırım. Bu karanlıkta kalmamak için, vazife-yi ubudiyetimde bin kusur da etsem Allah’ı inkâr etmem, buna meyletmem, arzu dahi etmem!
Ve hakeza… Bu üç misale kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın. (İkinci Lem’a)
(Ayet meali: Bilakis onların kalpleri paslanmıştır.)
Üstad Hazretleri mütalaasını yaptığımız üç misalde, günah içinde küfre giden yolları gösterdi ve bizleri sakındırdı. Bu üç misal üzerine uzunca tefekkür etmeli, diğer günahları bunlara kıyas etmeli ve şeytanın bu desiselerini boşa çıkarmalıyız.
Üstadımız burada dedi ki: Bu üç misale kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın.
Demek, günahlar kalbi paslandırıyor; kalp paslanınca da küfre kapı açılıyor. Şeytan küçük bir desiseyle ve vesveseyle kişiyi küfre düşürüyor.
Cenab-ı Hak bizleri, günahlarla kalbimizi paslandırmaktan ve iman hazinesini kaybetmekten muhafaza eylesin. Âmin.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Hem mesela cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam, cehennemin tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa bütün ruhuyla cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şüphe, cehennemin inkârına cesaret veriyor.
Hem mesela farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın -küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam- Sultan-ı ezel ve ebed’in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: “Keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi.” Ve bu arzudan bir manevi adâvet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müthiş manevi sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder.
Ve hâkeza… Bu üç misale kıyas edilsin ki بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِمْ sırrı anlaşılsın. (İkinci Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz