11. Dördüncü nükte: Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda…
İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Yirmi Birinci Söz’ün Birinci Makam’ında beyan edildiği gibi: Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa her musibete karşı kâfi gelebilir. (İkinci Lem’a)
(Evham: Vehimler, kuruntular)
Ey nefsim, bu nükteye dikkat et! Bu nüktede, sabrı nasıl kullanacağını öğreneceksin. Bil ki: Cenab-ı Hak sana bir musibet gönderdiğinde, o musibete kâfi gelecek bir sabrı onunla birlikte gönderir. Faraza, musibetin şiddeti 10 ise gönderilen sabrın kuvveti de 10’dur. Musibetin şiddeti 50 ise sabrın kuvveti de 50’dir. Musibetin şiddeti 100 ise sabrın kuvveti de 100’dür. Yani musibetin şiddeti neyse sabrın kuvveti de odur.
Sen ise sabır kuvvetini evham yolunda dağıtıyor, geçmişe ve geleceğe gönderiyor; elde kalanla da musibete dayanamaya çalışıyorsun. Burada kusur sendedir. Çünkü Allahu Teâlâ sana sabrı gönderdi. Sen ise kullanmayı beceremedin, evham ile dağıttın. İşte bu nüktede, sabır kuvvetini kullanmayı öğreneceksin.
Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı baki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâlihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. (İkinci Lem’a)
(Tahakküm: Baskı, zorla hükmetmek / Şekva: Şikâyet)
Ey nefsim! Vehim sende zorbalık ediyor, seni hükmü altında tutuyor. Hem tam bir gaflet içindesin ve fâni hayatı baki zannediyorsun. Gaflet içinde olman, yaratılış gayeni ve musibetin gönderiliş hikmetini bilmemendendir. Fâni hayatı baki zannetmen ise kendini lâyemut (ölümsüz) bilmen ve bu dünyada ebedî kalacağını sanmandandır.
İşte bu üçü yani vehmin tahakkümü, gafletin ve fâni hayatı baki zannetmen birleştiğinde kuvvetini dağıtıyorsun. Bir kısmını maziye, bir kısmını müstakbele gönderiyorsun. Elde kalan da musibetle başa çıkmana yetmiyor. Mesela sana 50 şiddetinde bir musibet isabet ediyor. Buna mukabil 50 kuvvetinde bir sabır gönderiliyor. Sen bu sabrın 15’ini maziye, 15’ini geleceğe dağıtıyorsun. Elde kalan 20’yle de musibete dayanamıyorsun.
Meseleyi biraz daha açalım:
Mesela birisinin evladı öldü. Evladın ölmesi 100 şiddetinde bir musibet olsun. Cenab-ı Hak o kişiye, bu musibete sabredebilmesi için 100 kuvvetinde bir sabır gönderiyor. Musibetin şiddeti 100 olduğundan sabır da 100’lük geliyor. Ancak evladı ölen kişi kendisine gönderilen bu 100 sabır kuvvetini iyi kullanamıyor. Çocuğunun geçmişteki günlerini ve onunla geçirdiği hatıraları düşünerek 100’lük sabır kuvvetinin 30’unu geçmişe gönderiyor. Yine “Ölmeseydi gelecekte şöyle şöyle olurdu…” diye düşünerek sabır kuvvetinin 30’unu geleceğe gönderiyor. Geriye kırklık bir sabır kuvveti kalıyor. Musibetin şiddeti 100 kuvvetinde olup, elindeki sabır 40 kuvvetinde kaldığından artık o musibete dayanamıyor ve bağırıp çağırarak kadere isyana başlıyor. Eğer sabrını dağıtmayıp hepsini hâlihazırda kullansaydı elbette o musibete dayanabilirdi.
Bu durumda yapılacak iş, elde olanı dağıtmamak ve tamamıyla o an, o dakika, o saat ve o gün içinde kullanmaktır.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Yirmi Birinci Söz’ün Birinci Makam’ında beyan edildiği gibi: Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı baki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp hâlihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvaya başlar. (İkinci Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz