a
Ana Sayfaİkinci Lem’a12. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine…

12. Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine…

İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. (İkinci Lem’a)

(Şekva: Şikâyet)

— Ey nefsim! Kimi kime şikâyet ediyorsun?

O musibet ve hastalık sana kendiliğinden gelmedi, tesadüfen gelmedi. Musibeti ve hastalığı sana gönderen Allah’tır. Zerre miskal bir iş, Onun izni ve iradesi olmadan vücut bulamaz. Her şeyin dizgini Onun elinde, her şeyin anahtarı Onun katındadır. Bir yaprak dahi Onun izni olmadan düşemez; bir mikrop Onun iradesi olmadan sana ilişemez.

Öyleyse sen, “Şöyle hastayım, böyle hastayım; şöyle ağrıyor; bu da başıma nereden geldi?” dediğinde, Allah’ı kullarına şikâyet etmiş oluyorsun. Çünkü o hastalığı ve musibeti sana gönderen Allah’tır.

— Allah’ın fiilinden şikâyet etmek, fiilin sahibi olan Allah’tan şikâyet etmek değil midir?

Sana düşen, sabır içinde tahammül etmen; hâlini soranlara, “Elhamdülillah, Allah musibetini sabrıyla gönderiyor. Şikâyetim yoktur.” demen ve çok daraldığında hastalığı ve musibeti Allah’a şikâyet etmendir.

Çünkü geçmiş her bir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lazım gelir. Onlara küsmek değil, bilakis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla baki ve mesud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir. (İkinci Lem’a)

(Zeval: Sona erme / Şekva: Şikâyet / Mütelezzizane: Lezzet alarak / Âlâm: Elemler)

Ey nefsim! Geçmiş zamanda çektiğin hastalık ve musibetlere bakıp kederlenme. Çünkü o günler geçti. Çektiğin sıkıntıların zahmeti gitti, rahatı kaldı; elemi gitti, kurtulmanın lezzeti kaldı; sıkıntısı gitti, uhrevi sevabı kaldı. Bundan dolayı, mazinin sıkıntılarını hatırladığında kederlenme, şikâyet etme, “ah, of” deme. Senin hakkın şükürdür; küsmek değil muhabbettir.

Senin fâni ve geçici ömrün, hastalık ve musibetler vasıtasıyla bir nevi beka buldu; uhrevi çok saadetlere ve lezzetlere medar oldu. Bugün şükür ve neşelenme günüdür; çünkü gamlar ve kederler mazide kaldı.

Durum böyle iken, sana verilen sabır kuvvetinin bir kısmını geçmişe dağıtmak, vehim ile o günleri düşünüp sabrı tüketmek divaneliktir. Bırak geçmişi, sana gönderilen sabır kuvvetini hâlihazırdaki musibet için kullan. O ona kâfi gelecektir.

Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım.” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selbediyor. (İkinci Lem’a)

(Mütemadiyen: Devamlı / Adem: Yok / Belâhet: Ahmaklık / Selbetmek: Yok etmek)

Ey nefsim! Gelecek günleri düşünür, o günlerde sana isabet etmesi muhtemel olan musibetlere ağlarsın. Hâlbuki daha o günler gelmemiş. O vakte yetişmeye elinde ne senedin var ne de o vakitte musibetin olacağına dair sana ulaşan mütevatir bir haber var. Sadece zannınla hükmeder, vehminle düşünürsün. O zan ve vehim de seni böyle tehlikelere atar. Daha başına gelmemiş, gelmesi sadece imkân dairesinde olan musibetlere sabrını dağıtır, bununla da kendini harap edersin.

Allahu Teâlâ sana zulmetmedi. Bir musibet gönderdi ve o musibete dayanabileceğin kadar sabır kuvveti verdi. Ama sen divanelik ettin; sabrın bir kısmını maziye, bir kısmını müstakbele gönderdin. Elinde kalan da hâlihazırdaki musibete yetmedi.

Üstad Hazretleri ne güzel dedi: Yarın aç kalacağım diye bugün devamlı yiyor musun? Ya da susayacağım diye bugün devamlı su mu içiyorsun? Hayır! Ne zaman acıksan rızık o vakitte önüne konuluyor. Ne zaman susasan rahmet o anda uzatılıyor. O hâlde istikbalin derdini çekmene gerek yok. İstikbal, nihayet derece Rahim ve Hakîm olan bir Zatın taht-ı tedbirindedir. Ona güven ve Ona tevekkül et.

Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Âdeta (hâşâ) Cenab-ı Hakk’ı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir. Çünkü geçmiş her bir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki mütelezzizane şükretmek lazım gelir. Onlara küsmek değil, bilakis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla baki ve mesud bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehim ile düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.

Amma gelecek günler ise madem daha gelmemişler; içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek ahmaklıktır. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım.” diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selbediyor. (İkinci Lem’a)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin