15. Ve bir kısmı keffaretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı gafleti dağıtıp beşerî olan aczini…
İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve bir kısmı keffaretü’z-zünubdur. (İkinci Lem’a)
(Keffaretü’z-zünub: Günahların kefareti)
Ey nefsim! Dağlar gibi günahlar işlemiş; her aza ve uzvunla günahlara dalmışsın. Günah kirleri bâtınına kadar işlemiş. İsyanın ve gafletin hadsizdir. Sana bir sabun lazım. İşte hastalık ve musibetler o sabundur. Seni temizler, günahlarına kefaret olur.
— Günah kirlerinden temizlenmeyip ahirete öyle gitsen daha mı iyi olacak?
Allah sana merhamet ediyor, seni temizliyor. Hem pek az bir musibetle çok günahlarını siliyor; seni dağlar gibi yüklerden kurtarıyor. Bu cihetten şükretmeli ve hoşnut olmalısın.
Ve bir kısmı gafleti dağıtıp beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. (İkinci Lem’a)
Ah nefsim ah… Her şeyden gaflet edersin. Yaratılış gayeni bilmezsin, ölümü düşünmezsin, kabir azabını aklına getirmezsin, ahireti ve hesabı hiç teemmül etmezsin.
— Yarın mahşer günü başına neler gelecek?
— Azaların konuşup aleyhinde şahitlik ettiğinde hâlin ne olacak?
— Allah’ın huzurunda ne yapacaksın?
— Cehenneme girersen nasıl sabredeceksin?
Bunları hiç düşünmez, sadece keyif ve lezzet için yaratıldığını zannedersin. Kafanı gaflet kumuna sokmuşsun. Zannediyorsun ki sen avcıyı görmezsen avcı da seni görmez.
İşte hastalık ve musibetler senin bu gafletini dağıtıyor, aczini ve zaafını sana tam hissettiriyor. O zaman anlıyorsun ki başıboş değilsin, ölümsüz değilsin, çelikten değilsin; son derece âciz ve zayıfsın. Bu his de seni Allah’a firar ettiriyor. Gönlünde Allah’a kaçma, Ona hicret etme ve Allah ile ünsiyet etme arzusu uyanıyor.
— Ey nefsim! Bundan daha büyük bir nimet var mıdır?
— Allah seni gafletten uyandırmasa, musibetlerle gaflet uykunu dağıtmasa daha mı hayırlı olacak?
İşte bu cihetten musibete sabretmeli ve seni gafletten uyandırdığı için Allah’a şükretmelisin.
Musibetin hastalık olan nevi, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor. (İkinci Lem’a)
(Sâbıkan: Önceden / Tathir: Temizleme)
Ey nefsim! Sen nasıl, seni temizleyen ve bir iltifat-ı Rabbanî olan hastalıklardan şikâyet edersin? Hakkın şikâyet midir? Bak, sana bir hadis-i şerifi hatırlatayım:
يوَدُّ أهلُ العافيةِ يومَ القيامةِ حينَ يُعطَى أهلُ البلاءِ الثَّوابَ لو أنَّ جُلودَهم كانت قُرِضَت في الدُّنيا بمقاريضَ
Kıyamet günü, musibet ehline sevapları verilirken afiyet ehli ister ki keşke dünyada derileri makaslarla kazınsaydı. (Tirmizî, 2402)
İşte musibetlerin ahirette böyle sevapları vardır. Allahu Teâlâ sana iyilik ediyor. Hastalıklarla seni günah kirlerinden temizliyor; aczini ve zaafını hissettirmekle gafletini dağıtıyor; seni ikaz ediyor ve gayrın tarlasında olduğunu ihtar ediyor.
— Hikmeti ve meyvesi bu olan hastalıklardan hiç şikâyet edilir mi?
Değil şikâyet, ona bin şükredilir ve tevekkül ile sabredilir.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:
Ve bir kısmı keffaretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı gafleti dağıtıp beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nevi, sâbıkan geçtiği gibi o kısım, musibet değil belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir. Rivayette vardır ki: Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor. (İkinci Lem’a)
Yazar: Sinan Yılmaz