a
Ana Sayfaİkinci Lem’a21. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye…

21. Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye…

İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var. (İkinci Lem’a)

(İnsan-ı ekber: En büyük insan / Âlem-i asgar: Küçük âlem / Esma: İsimler)

Ey nefsim! Sen küçük bir âlemsin. Âlemi küçültsek sen olur; seni büyütsek şu âlem olur. Kâinat, insan-ı ekber (en büyük insan); sen ise misal-i musaggar-ı kâinatsın (kâinatın küçültülmüş bir misalisin).

Âdeta sen, belirli ölçülerle şu kâinattaki âlemlerden sağılmış bir damla veya noktasın. Mesela:

– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağmış, bir damlasını alıp sana koymuş, o damla sende hafıza olmuş.

– Arş’ı sağıp bir damlasını sana koymuş, o damla sende kalp olmuş.

– Kürsî’yi sağıp bir damlasını sana koymuş, o damla sende akıl olmuş.

– Âlem-i misali sağıp bir damlasını sana koymuş, o damla sende hayal kuvveti olmuş.

– Ormanları sağıp bir damlasını sana koymuş, o damla sende saç, sakal ve kıllar olmuş.

– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını sana koymuş, o damla sende kemik şeklini almış. Ve hakeza…

Sen âdeta kâinatın sağılmış bir özü, bir damlası veya noktası hükmündesin. İşte bu cihetten, sen misal-i musaggar-ı kâinat; kâinat ise insan-ı kebirdir. Yine bu cihetten, âlemde tecelli eden esmâ-i İlahî küçük bir mikyasta sende de tecelli eder. Mesela:

– Âlem yok idi, var oldu. Varlığıyla Allah’ın Mûcid, Mübdi, Hâlık ve Mükevvin isimlerine ayna oldu. Sen de yaratılman ile bu isimlere ayna olmuşsun.

– Allahu Teâlâ âleme hayat verdi. Hayatıyla Muhyi ismine ayna oldu. Sen de aynı isme mazhar olmuş, hayat bulmuşsun.

– Allahu Teâlâ şu âlemdeki mahlukatı besledi. Mahlukat beslenmesiyle Rezzak, Rahman, Münevvil ve Mukit isimlerine ayna oldu. Sen de rızıklanman ile bu isimlere ayna olmuşsun.

– Şu âlemdeki mahlukat sanatlı vücutlarıyla Sâni ismine, hikmetli cihazlarıyla Hakîm ismine, suretleriyle Musavvir ve Fettah isimlerine ayna olmuş. Sen de aynı isimlere mazhar olmuşsun.

– Allahu Teâlâ şu âlemi ve içindeki mahlukatı terbiye etmiş; âlem bu cihetle Rab, Mülakkın ve Sâik isimlerine ayna olmuş. Sen dahi bir terbiyeden geçmekle bu isimlere mazhar olmuşsun.

– Allahu Teâlâ âlemi ve içindeki mahlukatı hâlden hâle sokmuş; âlem bu cihetle Muhavvil, Mükemmil ve Mübeddil isimlerine ayna olmuş. Sen dahi hâlden hâle ve tavırdan tavra geçmekle bu isimlere mazhar olmuşsun.

Bunlar gibi, âlemde tecelli eden ekser isimlere ayna olmuş, mazhar olmuş; bu cihetten küçük bir âlem olmuşsun.

Bunda sıhhat ve afiyet ve lezaiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder; insan da bir şükür fabrikası gibi olur. (İkinci Lem’a)

(Lezaiz: Lezzetler / Nâfi: Faydalı)

Ey nefsim! Sen hadsiz cihetten lezzetler alabilen bir makine hükmündesin. Sende yüzer alet ve cihazat var ki her birinin lezzeti ve vazifesi ayrıdır. İşte sıhhat ve afiyet gibi hâller seni şükre yöneltip makineni çalıştırır; her bir azanı vazifesine ve ibadetine sevk eder.

Mesela dilin zikirde, gözün temaşada, kulağın mahlukatın tesbihatını dinlemede işler. Aklın tefekkürle, kalbin marifet ve muhabbetle meşgul olur. Bunlar gibi, her bir azan ve latifen kendine mahsus ibadetle meşgul olup sana şükr-ü örfiyi (bütün aza ve latifelerini Cenab-ı Hakk’ın rızası yolunda kullanarak şükretmeyi) eda ettirir. Bununla da seni bir şükür fabrikası yapar.

Öyle de musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile sair müheyyic ve muharrik arızalar ile o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyic eder. Mahiyet-i insaniyede münderic olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki her bir azanın lisanıyla bir iltica, bir istimdat vaziyeti verir. (İkinci Lem’a)

(Âlâm: Elemler / Müheyyic: Heyecanlandıran / Muharrik: Tahrik eden / Tehyic eder: Heyecanlandırır / Münderic: İçine konulmuş / İstimdat: Yardım dileme)

Ey nefsim! Dedik ya, sen bir makine hükmündesin. Sana yüzer alet ve cihazat takılmış, her bir cihazına farklı bir vazife takdir edilmiş. Ancak sıhhat ve afiyet gibi hâller bu makinenin bütün çarklarını çalıştırmıyor. Bazı çarkların çalışması için musibetler, hastalıklar ve elemler gerekiyor.

Mesela sende öyle bir acz ve fakr madeni var ki cevheri çıkarmakla bitmez. Ama sen bu madeni sıhhat ve afiyet hâllerinde işletemiyorsun; çünkü bu hâllerde aczini ve fakrını tam idrak edemiyorsun. Hastalık ve musibet gibi hâller sana bir ârız oldu mu birden bu madenler çalışmaya başlıyor. Bu madenler çalışmaya başlayınca bir lisan ile değil, belki her bir azanın lisanıyla bir iltica ve bir istimdat vaziyeti alıyorsun.

O hâlde musibet ve hastalıklardan şikâyet etme şükret. Zira o müyeyyic ve müteharrikler olmasaydı sen bu madenlerden bile haberdar olamazdın.

Mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve afiyet ve lezaiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder; insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile sair müheyyic ve muharrik arızalar ile o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyic eder. Mahiyet-i insaniyede münderic olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisan ile değil, belki her bir azanın lisanıyla bir iltica, bir istimdat vaziyeti verir. (İkinci Lem’a)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin