a
Ana Sayfaİkinci Lem’a16. Hazreti Eyyüb aleyhisselam münacatında istirahat-i nefsi için dua etmemiş…

16. Hazreti Eyyüb aleyhisselam münacatında istirahat-i nefsi için dua etmemiş…

İkinci Lem’a mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hazreti Eyyüb aleyhisselam münacatında istirahat-i nefsi için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman ubudiyet için şifa talep eylemiş. (İkinci Lem’a)

(Münacat: Dua / İstirahat-i nefsi: Kendi istirahati / Zikr-i lisanî: Lisanın zikri / Tefekkür-ü kalbî: Kalbin tefekkürü)

Üstad Hazretleri başta şöyle demişti: Sonra yaralarından tevellüd eden kurtlar, kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlahiyenin mahalleri olan kalp ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlahiye için demiş: Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor.

Ey nefsim! O makamda sana demiştim ki:

— Bilir misin, bu kalp ve dil sana niçin verilmiş?

— Kalbin dünyayı sevmek, dilin de malayani konuşmak ve lezzetli taamları tatmak için mi verilmiş?

Hiç öyle değil… Kalbin, imanın ve marifet-i İlahiyenin mahallidir. Yani kalbinle Allah’ı tasdik eder ve kâinat kitabında yazılan esmâ-i İlahiyeyi tefekkür edersin. Dilinle de zikir ve şükür edersin.

— Hem ey nefsim bilir misin, Hazreti Eyyüb (a.s.) niçin şifası için dua etmiş?

Dua etmiş ve şifa istemiş, çünkü hastalığı marifet-i İlahiyenin mahalli olan kalbine ilişmiş; zikr-i Rabbanînin yeri olan lisanına dokunmuş. Yani artık kalbiyle Allah’ın esmasını tefekkür edemez ve saltanat-ı Rububiyeti temaşa edemez olmuş. Diliyle de “Allah, Allah” diyeceğine, “Ah, of” der olmuş. Yani hastalık vazife-i ubudiyetine zarar vermeye başlamış. Hazreti Eyyüb (a.s.) da nefsi için değil, rahatı için değil, dünyası için değil; Allah’a kullukta geri kalmamak ve ubudiyeti için dua etmiş, şifa istemiş; “Ya Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor.” diye münacatta bulunmuş. Cenab-ı Hak da o halis ve safi duayı harika bir surette kabul etmiş. Kemal-i afiyetini ona ihsan edip enva-ı merhametine mazhar eylemiş.

— Peki, ey nefsim! Senin bu kıssadan hissen nedir?

Hissen şudur:

Biz o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen manevi, ruhi yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. (İkinci Lem’a)

Ey nefsim! Sen manen hastasın. İçin dışına bir çevrilse, manevi ve ruhi yaralarını bir görsen, yılandan kaçar gibi kendinden kaçarsın. İşte sana bir merhem ve bir tiryak:  رَبِّ اِنّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمينَ  (Ey Rabbim! Zarar bana dokundu. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.) duasını kendine vird-i zeban eyle. Bu duayla da önce manevi ve ruhi yaralarının şifasına niyet et. Çünkü bu yaralar maddi hastalıklardan daha beterdir. Maddi hastalıklar olsa olsa şu fâni hayata kasteder ve onun lezzetini kaçırır. Manevi hastalıklar ise ebedî hayatına kasteder ve ona ilişir.

Maddi hastalıklar için ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. (İkinci Lem’a)

Ey nefsim! Maddi hastalıkların şifası için de bu duayı yapabilirsin. Ancak Üstad Hazretleri ince bir noktaya temas etti: Ubudiyete mâni olduğu zaman…

Çünkü ubudiyete mâni olmuyorsa o bir musibet değildir ki onun ref’i için dua edilsin. Hastalıklar -ubudiyete mâni olmuyorsa- bir iltifat-ı Rabbanîdir, günahlara kefarettir ve manevi kirlerden temizlenmedir. Bazen bir dakikası bir gün ibadet hükmündedir.

Bunları daha önce mütalaa ettiğimizden tekrar bu kapıyı açmıyor, önceki bahislere havale ediyoruz.

Fakat muterizane, müştekiyane bir surette değil, belki mütezellilane ve istimdadkârane iltica edilmeli. (İkinci Lem’a)

(Muterizane: İtiraz edercesine / Müştekiyane: Şikâyet edercesine / Mütezellilane: Kendi kusur ve aczini bilerek / İstimdadkârane: Yardım istercesine)

Ey nefsim! Bunlar ne büyük hakikatler! Bak, Üstad Hazretleri sana dua etmenin usulünü öğretiyor. Usul şudur: Allah’ın hükmüne ve tasarrufuna itiraz ve şikâyet ederek değil;

– Kusurunu ve aczini bilerek,

– Zaafını ve fakrını ilan ederek,

– Zilletle boyun bükerek,

– Secdeye kapanıp gözyaşı dökerek,

– Yardımın sadece Allah’tan geleceğine inanarak…

İşte böyle istemeli. Çünkü:

Madem onun rububiyetine razıyız, o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lazım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda “Ah! Of!” edip şekva etmek; bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de musibete giriftar olan adam, itirazkârane şekva ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor. (İkinci Lem’a)

(Rububiyet: İlahî terbiye ve tedbir / İşmam eder: Hissettirir / Şekva: Şikâyet / İstimal etmek: Kullanmak / Tezyid ediyor: Çoğaltıyor / Giriftar: Yakalanan / İtirazkârane: İtiraz edercesine)

Ey nefsim! Allahu Teâlâ seni yaratmış, sana hayat vermiş, aza ve cihazlarla teçhiz etmiş. Sana bir vücut ve suret verip sanatına mazhar eylemiş. Seni beslemiş, hidayet etmiş ve bütün kâinatı sana musahhar etmiş. Bunlar Rabbinin senin üzerindeki bir kısım rububiyetidir.

Madem sen onun rububiyetine razı olmuşsun, o hâlde rububiyeti noktasında her tasarrufuna rıza göstermelisin. Bırak derdi, sefayı sür. Sen kendi kendine malik değilsin; bir sahibin ve malikin var. O hem rahimdir hem kerimdir. Bazen lütfunu celal tepsisinde sunar. Ancak 0 celalin altında yine cemal ve rahmet vardır. Bu dahi seni terbiye ve sana ihsan içindir.

Sakın kadere itiraz edip “Ah, of” deme. Çünkü kaderi tenkit eden, rahmetten mahrum kalır. Hem itiraz bir haktan gelir. Senin ne hakkın var ki itiraz edesin? Neyin sahibisin ve neyi yaratmışsın? Sen ancak mazharsın. Hatta mazhar dahi olamıyor; su-i ihtiyarınla, sana verilen nimetleri tebdil ediyorsun.

Hem ey nefsim! Kaderi tenkit etsen, rahmeti inkâr etsen, Allah’ın tasarrufuna itiraz edip Allah’ı kullarına şikâyet etsen; ne kazanacaksın ve neyi değiştireceksin? Değiştireceğin tek şey musibeti ikileştirmek ve hakkındaki rahmet tecellisini yok etmektir.

Şimdi, mütalaasını yaptığımız kısmı bir daha okuyalım:

Hazreti Eyyüb aleyhisselam münacatında istirahat-i nefsi için dua etmemiş, belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz o münacat ile -birinci maksadımız- günahlardan gelen manevi, ruhi yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddi hastalıklar için ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizane, müştekiyane bir surette değil, belki mütezellilane ve istimdadkârane iltica edilmeli.

Madem onun rububiyetine razıyız, o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lazım. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda “Ah! Of!” edip şekva etmek; bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de musibete giriftar olan adam, itirazkârane şekva ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor. (İkinci Lem’a)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin