a
Ana SayfaOn Dokuzuncu Lem'a8. Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir keramet-i Gavsiye…

8. Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir keramet-i Gavsiye…

İktisat Risalesi’nin mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

“Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir keramet-i Gavsiye:

Bir zaman Hazreti Gavs-ı A’zam Şeyh Geylânî’nin (ks) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evladı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine; bakıyor ki oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazetten zafiyetiyle validesinin şefkatini celbetmiş. Ona acımış. Sonra Hazreti Gavs’ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki Hazreti Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor.

Nazdarlığından demiş: Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!

Hazreti Gavs tavuğa demiş:  قُمْ بِاِذْنِ اللّٰه  (Allah’ın izniyle kalk)

O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zatlardan -Hazreti Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerameti olarak- manevi tevatürle nakledilmiş.

Hazreti Gavs demiş: Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse o zaman o da tavuk yesin.

İşte Hazreti Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”

(Nazdar: Nazlı / İhtiyare: İhtiyar (kadın için kullanılır) / Şekva: Şikâyet / Mutemed: Kendisine güvenilen / Mevsuk: Güvenilir / Kerâmât-ı harika: Harika kerametler)

Meselemizden biraz uzaklaşalım ve keramet hakkında biraz konuşalım:

Bizim itikadımız olan Ehl-i sünnet itikadına göre, velilerin keramet göstermesi caizdir. Şia’nın itikatta mezhebi olan Mutezile’ye göre ise keramet caiz değildir. Şia kerameti inkâr ettiği gibi, Vehhabî zihniyete sahip bir kısım kişiler de -tevhid hesabına- hem veliyi hem de kerameti inkâr etmektedir. Kendilerine Ehl-i sünnet diyen bu kısım Vehhabiler, galiba bu konuda Mutezile olduklarının farkında değiller!

Kerameti inkâr edenlerin en çok iliştiği hadise, Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin tavukla olan mezkûr kerametidir. Geylânî Hazretleri tavuğun kemiklerine,  قُمْ بِاِذْنِ اللَّهِ  “Allah’ın izniyle kalk.” der. Tavuk birden ete kemiğe bürünüp kalkar ve hayat bulur.

Kerameti inkâr edenler bu keramete karşı diyor ki: Buna inanmak şirktir. Yaratmak ancak Allah’a mahsustur.

Onlara cevaben deriz ki: Bu keramet en sahih kitaplarda kaydedilmiş ve en makbul zatlar tarafından nakledilmiş. Bu cihetle manevi tevatür kuvvetine ulaşmış. (Tevatür, lafzî ve manevi olarak ikiye ayrılır. Lafzî tevatür bilginin aynı lafızlarla, manevi tevatür ise aynı anlamın farklı lafızlarla rivayet edilmesidir.)

Siz bizi şirke düşmekle itham ediyorsunuz. Biz de size soruyoruz:

— Bizler bu keramete inanırken, “Ölü tavuğa Geylânî Hazretleri hayat verdi.” diye mi inanıyoruz?

— Yaratma işini ona mı hamlediyoruz?

Yoo, hâşâ ve kella! Allah’tan başkası zerre miskal fiile fail olamaz.

— Peki, biz neyi kabul ediyoruz?

Şunu kabul ediyoruz: Allahu Teâlâ, Geylânî kulunun makbuliyetine bir işaret olsun diye, çok hikmetleri bulunan bir kerameti onun eliyle yaratmıştır. Tavuğun kemiklerinden iskeletini kuran Allah’tır. Ona et giydiren Allah’tır. Ona hayat veren yine Allah’tır. Geylânî Hazretleri ise bu hadisenin vukua gelmesinin sebebidir. Onun duası hürmetine yaratılmış ve onun makbuliyetine bir işaret olmuş.

Şimdi, bu hadiseyi inkâr edenlere soruyoruz:

— Tavuğa hayat vermek Allah’a zor mudur?

— Kışın ölmüş ağaçlara baharda hayat veren; onları çiçeklerle, meyvelerle ve yapraklarla cennet hurileri gibi süsleyen bir zata, bir tavuğa hayat vermek zor gelir mi?

Hem siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Bakın, Bakara suresinin 259. ayetinde aynen buna benzer bir hadise nakledilir. Allahu Teâlâ Hazreti Üzeyir (a.s.)’ı 100 sene öldürür. Üzeyir (a.s.) 100 sene sonra dirildiğinde eşeğinin çürümüş kemiklerini görür. Allahu Teâlâ o eşeği onun gözü önünde diriltir.

— Siz buna inanmıyor musunuz? Ölü eşeğin diriltilmesi oluyor da tavuğun diriltilmesi neden olmuyor?

Yine Bakara suresinin 260. ayetinde şu hadise nakledilir: Hazreti İbrahim’in duası hürmetine, Allahu Teâlâ onun gözü önünde, ölmüş 4 kuşa hayat verir.

— Hazreti İbrahim (a.s.)’a bu mucizeyi gösteren Allahu Teâlâ, halis bir kulunun eliyle, misali bir olayı ümmet-i Muhammed’e niçin göstermesin?

Yine Âl-i İmran suresinin 49. ayetiyle sabittir ki Hazreti İsa (a.s.)’a ölüleri diriltme mucizesi verilmişti. Hazreti İsa (a.s.) bu ayette şöyle der:

وَأُحْيِ الْمَوْتَى بِإِذْنِ اللَّهِ 

“Ben Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.” (Âl-i İmran 49)

— Şimdi, Hazreti İsa’nın ölüleri dirilttiğine inanmak şirk midir?

İnanmak şirk değil, inanmamak küfürdür. Çünkü bu, ayetle sabittir.

— Hazreti İsa’nın eliyle ölüleri dirilten Rabbimiz, Geylânî kulunun eliyle, ölmüş bir tavuğa hayat veremez mi?

— Bunda aklınızın almadığı yer neresi?

— Bunun neresi şirktir?

— Bir hadisede Allah’ın kudretini temaşa etmek şirk midir?

Eğer bu şirkse, Hazreti İsa’nın ölüleri dirilttiğine inanmak da şirktir. Hazreti İbrahim’in gözü önünde kuşların, Hazreti Üzeyir’in gözü önünde eşeğinin diriltilmesine inanmak da şirktir. İyi de bunlar ayetlerle sabit.

— Şimdi biz bunlara iman etmeyecek miyiz?

Tevhid, mucizeleri ve kerameti inkâr etmek değil; o mucize ve keramet üstünde Allah’ın kudretini görmektir!

Keramet üzerine bu kadar söz yeter. Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle bu meseleye dair özel bir eseri telif ettim. Daha fazlasını merak edenler, sitemizin “PDF indir” linki altındaki “Ehl-i Sünnet İtikadı PDF” başlığından bu esere ulaşabilir.

Şimdi, metnin şu kısmını bir daha okuyalım:

“Hazreti Gavs demiş: Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse o zaman o da tavuk yesin.

İşte Hazreti Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”

Üstad Hazretleri, lezzetli taamları yemenin şartını beyan etti: Ruhumuz cesedimize, kalbimiz nefsimize ve aklımız midemize hâkim olduğunda ve lezzeti şükür için istediğimizde leziz şeyleri yiyebiliriz.

Üçüncü Nüktenin tamamı bu cümle üzerine bir mütalaaydı. Bu mütalaayı önceki cümleler üzerinde yaptığımızdan tekrar izahına girişmiyoruz. Burada yapılması gereken mütalaa herhâlde şudur:

Enfüsi bir tefekkürle kendimize şu soruları sormalı ve cevapları bulmaya çalışmalıyız:

— Ruhum cesedime ne kadar hâkim?

— Kalbim nefsime ne kadar hâkim?

— Aklım mideme ne kadar hâkim?

— Lezzetli taamları şükür için mi yoksa nefsimin hatırı için mi yiyorum?

Ve hepsinin neticesi olan en önemli soru:

— Leziz taamları yemeği ne kadar hak ediyorum?

Mütalaasını yaptığımız bölümü bir daha okuyalım:

“Bu hakikate işaret eden bir hadise ve bir keramet-i Gavsiye:

Bir zaman Hazreti Gavs-ı A’zam Şeyh Geylânî’nin (ks) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evladı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine; bakıyor ki oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazetten zafiyetiyle validesinin şefkatini celbetmiş. Ona acımış. Sonra Hazreti Gavs’ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki Hazreti Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor.

Nazdarlığından demiş: Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!

Hazreti Gavs tavuğa demiş:  قُمْ بِاِذْنِ اللّٰه  

O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zatlardan -Hazreti Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerameti olarak- manevi tevatürle nakledilmiş.

Hazreti Gavs demiş: Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse o zaman o da tavuk yesin.

İşte Hazreti Gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin