a
Ana SayfaOn Dokuzuncu Lem'a11. Rızık ikidir. Biri: Hakiki rızıktır ki onunla yaşayacak…

11. Rızık ikidir. Biri: Hakiki rızıktır ki onunla yaşayacak…

İktisat Risalesi’nin mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

“Evet, rızık ikidir:

Biri: Hakiki rızıktır ki onunla yaşayacak. Bu ayetin hükmü ile o rızık, taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa o zaruri rızkı her hâlde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.”

(Taahhüd-ü Rabbanî: Rab olan Allah’ın garantisi / Sû-i ihtiyar: İradenin kötüye kullanımı)

Allahu Teâlâ ölmeyecek kadar rızkımıza kefildir. Bu hususta birçok ayet-i kerime mevcuttur. Birkaçını zikredelim:

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا 

“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın uhdesinde olmasın.” (Hûd 6)

وَكَأَيِّن مِنْ دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ

“Nice canlılar var ki rızkını taşımıyor. Allah onları da sizi de rızıklandırıyor.” (Ankebut 60)

وَلَا تَقْتُلُوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْ

“Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz.” (En’am 151)

اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından bir bağışlama ve lütuf vadediyor.” (Bakara 268)

Bu manada ayet-i kerime çoktur. Meraklıları daha fazlası için Kur’an’a müracaat edebilir.

Cenab-ı Hakk’ın uhdesinde olan rızık hakiki rızıktır. Bu rızık ölmeyecek kadar olan rızıktır. Üstadımız açlıktan ölmenin olmadığını On İkinci Lem’a’da şöyle izah ediyor:

Taahhüd-ü Rabbânî hakikattir; rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünkü o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hatta bedenin her hücresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hücrenin bir köşesinde iddihar eder; istikbalde, hariçten rızık gelmediği zaman sarf edilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek rızıksızlıktan değildir. Belki sû-i ihtiyardan tevellüt eden bir âdet ve o sû-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş’et eden bir marazla ölüyorlar.

(Taahhüd-ü Rabbânî: Rab olan Allah’ın garantisi / Zîhayat: Hayat sahibi / Şahm: Etler arasında bulunan yağ / İddihar: Bir şeyi ihtiyaç zamanı için saklamak / Zahîre: Ambarda saklanan yiyecek / Sû-i ihtiyar: İradenin kötüye kullanımı / Tevellüt eden: Meydana gelen / Maraz: Hastalık)

Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hatta bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hatta bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç (şimdi otuz dokuz) sene evvel gazeteler yazmışlar.

(İstiğrak-ı ruhanî: Aşk-ı İlahî ile dünyayı unutup kendinden geçme, manevi sarhoşluk / Şedit: Şiddetli)

Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor. Ve madem Rezzak ismi, gayet geniş bir surette rû-yi zeminde cilvesi görünüyor. Ve madem hiç ümit edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor. Eğer pür-şer beşer sû-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, herhalde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor.

(Pür-şer: Çok şerli)

Öyleyse açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir. Belki terkü’l-âdât mine’l-mühlikât sırrıyla, sû-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş’et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyleyse, açlıktan ölmek olmaz, denilebilir.” (On İkinci Lem’a)

(Terkü’l-âdât mine’l-mühlikât: Âdetlerin terki, helakete götüren sebeplerdendir / İllet: Hastalık)

Dileyenler metnin devamını On İkinci Lem’a’dan okuyabilir.

Üstadımız şöyle dedi: Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa o zaruri rızkı her hâlde bulabilir.

Beşerin sû-i ihtiyarının karışmasına şu hadiseleri misal verebiliriz:

– Hırsıyla denizlerde yanlış avlanır; balıkların neslini tüketir.

– Koca ormanı yakar; içindeki hayvanatı ve nebatatı yok eder.

– Patates ekmesi gereken toprağa domates eker; hikmetten ret cevabı alır.

– Birbirine zulmeder, hapseder ve aç bırakır.

– Günahıyla çok bereketleri yok eder. İsyanıyla toprağı kurutur; meyveler donar, sebzeler kurur.

– İsraf ile nimeti tebdil eder. Ve hakeza…

Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa insan hakiki rızkını her daim bulur. İnsan kaçsa rızk-ı hakiki peşinden kovalar. O hâlde aç kalma korkusuyla ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin