a
Ana SayfaOn Dokuzuncu Lem'a14. Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır…

14. Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır…

İktisat Risalesi’nin mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

“Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır. Çünkü  اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا  sırrıyla: Haram maldan mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez.”

(Arapça mana: Zaruretler zaruret miktarınca sınırlandırılır / Muztar: Zorda kalan)

Üstadımızın, Haram maldan mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir.” sözü fıkıhta bir kaidedir. Şöyle ki:

Zaruret: İlmen (kesin olarak) veya zannen helak olmaktan korkmaktır. Ölme derecesine gelinceye kadar sabretme şartı yoktur.

Kişi zaruret hâlinde, haram olan bir yiyecekten açlığını gidermek için yiyebilir ve susuzluğunu gidermek için içebilir. Onun bu maksatla kullanacağı miktar kendisini ölümden kurtaracak veya ölmeyeceğinden emin olacak kadar bir miktardır.

Bu miktar, ayakta namaz kılmasına ve oruç tutmasına imkân verecek bir miktar olup bunlar sayılı birkaç lokmayı geçmez. Bunun süresi ise kendisiyle beslenebileceği bir şey bulamadığı andan itibaren başlar ve bulabileceği zamana kadar devam eder.

Zorda kalan kimse ölmeyecek kadar yedikten veya içtikten sonra artık muztar (zorda kalan) olmaktan çıkar. Dolayısıyla fazlasını yemek onun için helal olmaz. Ölümden kurtaracak kadarını yedikten sonra, muztar duruma düşmeden önceki hâline döner. Bu durumda, onun için yemek artık mübah değildir. Zaruret hâlinin ortadan kalkmasından sonraki hüküm de budur.

Yine Üstadımız dedi ki: Hem yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez.

Bu da işin insani ve vicdani yönüdür. Hatta bu sahneyi kurgu olan bir filmde görsek, bir adam yüz aç adamın önünde kemal-i lezzetle yemek yese, ona içten içe kızar ve “Hiç vicdanı yokmuş.” deriz.

— Peki, bizim bu adamdan bir farkımız kalmış mı?

Müslüman kardeşlerimiz bir lokmaya muhtaç; bizim sofralarımızda ise kuş sütü bile eksik değil!.. Öyle sofralar var ki vallahi ben görünce Müslümanlığımdan utanıyorum… Öyle lezzetperest ve zevk düşkünü olmuşuz ki leziz bir yemeğe servet ödüyor; daha lezzetli bir yemek için uzun seyahatler yapıyoruz. Sadece dünya için yaratıldığımızı zannediyor; zevk ve lezzet için yaşıyoruz. Allah bizi ıslah etsin. Âmin.

Metne devam edelim:

İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delalet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehavetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş; cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi: Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk bu çalı yüküne bedel, beş yüz kuruş alırsın.

O muktesid ihtiyar demiş ki: Ben, bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım. Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: Sen kendinden daha civanmert, aziz, kimi bulmuşsun?

Demiş: İşte o sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

(Sehavetle: Cömertlikle / Geven: Dikenli bir tür çalı / Muktesid: İktisatlı)

Metin açık olduğundan izahına gerek duymuyor, mütalaa ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin