7. Fakat hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası…
İktisat Risalesi’nin mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
“Fakat hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası, Altıncı Söz’deki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir.”
(Kuvve-i zaika: Dildeki tat alma duyusu / Matbah: Mutfak / Nâzır: Bir dairenin işlerine bakan en büyük memur)
Altıncı Söz’de şöyle geçiyor:
“Mesela dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan; belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı Kerîm’e satsan, o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve kudret-i Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.” (Altıncı Söz)
(Fâtır-ı Hakîm: Hikmetli yaratıcı (Allah) / Tavla: Ahır / Rezzak-ı Kerîm: Bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan (Allah) / Nâzır-ı mahir: Maharetli nâzır / Kudret-i Samedaniye: Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudreti / Matbah: Mutfak / Müfettiş-i şâkir: Şükreden müfettiş)
Dil için iki ihtimal var:
1. Ya midenin izin verdiklerine “Geç.”, izin vermediklerine “Dur.” diyen bir kapıcı olacak; bununla da en kıymetsiz bir derekeye inecek.
2. Ya da rahmet hazinelerinin mahir bir nâzırı ve kudret mutfağının şâkir bir müfettişi olacak. Allah hesabına tadacak, lezzetin derecesini ölçecek; bununla da Rezzak isminin bir cilvesini görüp Rezzak-ı Kerîm’e şükredecek.
Üstadımız Altıncı Söz’de şöyle diyor:
“Ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?” (Altıncı Söz)
(Tavla: Ahır / Hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı: İlahi rahmetin çok özel hazinelerinin memuru)
Üstadımız, “Ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası…” dedi. Bu bizim için bir ölçü. Ne kadar ehl-i şükürüz, ne kadar ehl-i hakikatiz ve ne kadar ehl-i kalbiz, bunu dilin gördüğü vazifeyle ölçebiliriz. Eğer dilimiz kapıcı vazifesini görüyorsa ve dili sadece kapıcı olarak istimal ediyorsak ne şükürden hissemiz var ne de hakikatten… Ne ehl-i şükürüz, ne ehl-i hakikatiz, ne de ehl-i kalbiz…
Eğer dilimiz Rezzak-ı Kerim’in nimetlerine ve rahmet-i İlahiyenin meyvelerine mahir bir nâzır ve şâkir bir müfettiş ise -elhamdülillah- şükürden de nasibimiz var hakikatten de… Herhâlde bunlardan nasibi olan da bir derece ehl-i kalp olur.
Metne devam edelim:
“Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin envaını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevi suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddi cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var.”
(Mizancık: Küçük küçük teraziler / Enva: Çeşitler / Fevkinde: Üstünde)
Allahu Teâlâ yeryüzünü bir sofra yapmış ve bu sofrayı hadsiz nimetler ile donatmış. Her nimetin içine farklı bir lezzet koymuş. Dile de bu lezzetleri ölçecek teraziler ve lezzeti fark edebilecek bir kabiliyet vermiş.
Dil kendindeki bu terazilerle -bu terazilere “tat reseptörleri” deniliyor- nimetin lezzetini tanır ve tartar. Rezzak isminin o nimetteki tecellisini ölçer. Elbette balın lezzeti, kabağın lezzetinin üstündedir. Dil bu lezzet farkını tespit eder ve Rezzak isminin o nimetteki cilvesine bir not verir. Yani nimeti Rezzak ism-i şerifi hesabına tadar. Lezzet ve keyif için değil, teftiş ve şükür için yer. Bu niyetle yemek bir şükr-ü manevidir.
Daha sonra dil, vücudun telefonu hükmünde olan âsab ve damarlarla nimetin derece-i kıymetini cesede ve mideye haber verir.
Bu cihetle, kuvve-i zaika sadece cesede bakmıyor. Asıl baktığı yer kalp, ruh ve akıldır. Bu cihetle dil, ehl-i şükür ve ehl-i kalp için kapıcı olmaktan çıkar; mahir bir nâzır ve şâkir bir müfettiş olur.
Üstadımız lezzetli nimetleri yemeği şu şartlara bağlıyor:
“İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek ve enva-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir.”
Şartları maddeleyelim:
1. İsraf edilmeyecek.
2. Şükür vazifesini eda etme niyetiyle yenilecek.
3. Cenab-ı Hakk’ın çeşit çeşit nimetlerini tanımak ve tartmak niyeti olacak.
4. Yenilen şey meşru yani helal olacak.
5. Zillet ve dilenciliğe vesile olmayacak.
Kişi bu şartları yerine getirirse lezzetini takip edebilir; kuvve-i zaikayı taşıyan lisanını şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir.
Maddeler açık. Ancak önemine binaen bir daha tekrar edelim:
Lezzetli bir nimeti yemeden önce kendimize şu soruyu sormalıyız:
— Bu lezzete kaç lira ödeyeceğim? Aynı lezzetin daha ucuz bir muadili var mı?
Eğer muadili varsa onu tercih edeceğiz. Velev ki arasında bir lezzet farkı olsun… Az bir lezzet farkı için israfa girmeyeceğiz.
Eğer muadili yoksa şunu düşüneceğiz: Bu lezzet bu ücreti hak ediyor mu?
Faraza bir öğünde 300 lirayla doyuyor olalım. Eğer yiyeceğimiz yemeğin fiyatı 5.000 liraysa bu bir israftır.
Baktık, ortada bir israf yok. Bu durumda, kendimize ikinci soruyu soracağız:
— Bu lezzeti şükür için mi yoksa nefsimin keyfi için mi istiyorum?
Eğer niyetimiz nefsimizi tatminse o lezzetten uzak duracağız. Niyetimiz şükürse, bu sefer kendimize üçüncü soruyu soracağız:
— Acaba yeme arzumun içinde, Cenab-ı Hakk’ın çeşit çeşit nimetlerini tanımak ve tartmak niyeti var mı?
Eğer Rezzak isminin farklı farklı tecellilerini tanımak ve tartmak niyetimiz yoksa elimizi o lezzete uzatmayacağız. Böyle bir niyetimiz varsa, bu sefer kendimize dördüncü soruyu soracağız:
— Yiyeceğim şey helal midir?
Eğer haramsa ona zinhar yaklaşmayacağız. Helalse, kendimize beşinci soruyu soracağız:
— Bu nimeti yediğimde izzetime bir zarar gelecek mi? Ortada bir zillet ve dilencilik var mı?
Eğer izzetimize bir zarar gelecek ve bizi zillete sokacaksa o lezzeti terk edeceğiz. Böyle bir durum söz konusu değilse artık o nimeti yiyebilir ve o lezzeti tadabiliriz.
Mütalaasını yaptığımız bölümü bir daha okuyalım:
“Fakat hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası, Altıncı Söz’deki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin envaını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevi suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddi cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek ve enva-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir.”
Yazar: Sinan Yılmaz