7. İkinci Lem’a: Hayat sahibi mahlukat sanki kâinatın bir misal-i musaggarıdır
اللمعةُ الثانية
İkinci Lem’a
اُنظر الى خاتمٍ واحدٍ tek bir mühre bak من الخواتمِ mühürlerden الغيرِ المعدودةِ sayısız الموْضوعةِ konulmuş على ذوِي الحياةِ hayat sahiplerinin üzerine وهو o da…
Hayat sahiplerinin üzerine konulmuş sayısız mühürlerden tek bir mühre bak. O da:
İzah: Birinci lem’ada hayatın üzerine konulmuş bir sikkeyi mütalaa etmiştik. Bu lem’ada ise hayat sahiplerinin üzerine konulmuş bir hâtemi mütalaa edeceğiz. Bu hâtemi Üstadımız şöyle beyan ediyor:
إنّ الحيَّ şüphesiz hayat sahibi بِجَامِعِيَّتِه camiiyyeti sebebiyle كأنَّه sanki o مِثالٌ مُصغَّرٌ لِلكائنات kâinatın bir misal-i musaggarıdır.
Şüphesiz hayat sahibi, camiiyyeti sebebiyle sanki o, kâinatın bir misal-i musaggarıdır (küçültülmüş bir misalidir).
İzah: Hayat öyle bir şeydir ki sahibini küçük bir kâinat yapar. Mesela insanı ele alalım. Kâinatta ne varsa küçük bir numunesi insanda vardır:
– Yeryüzünün dörtte üçü sudur. İnsan vücudunun da dörtte üçü sudur.
– Toprakta demir, bakır, çinko, fosfor gibi elementler var. Bedenimizde de bu elementlerin hepsi mevcut.
– Yeryüzünde dağlar, toprak var. Buna mukabil bizde kemikler ve et var.
– Yeryüzünde nehirler var. Buna mukabil bizde kılcal damarlar var.
– Yeryüzünde ormanlar var. Buna mukabil bizde saç ve kıllar var.
– Âlemde itme ve çekme kuvveti var. Bizde dâfia ve cazibe kuvveti var.
– Yeryüzünde kasırgalar, fırtınalar var. Bizde öfke var.
– Yeryüzünde bahar var, bizde neşe.
– Âlemde şeytan var, bizde nefis ve lümme-i şeytaniye.
– Âlemde melek var, bizde ilhamlar.
– Âlemde levh-i mahfuz var, bizde hafıza kuvveti.
– Âlemde Arş var, bizde kalp.
– Âlemde Kürsî var, bizde akıl.
– Âlemde misal âlemi var, bizde hayal kuvveti…
Bunlar ve daha birçok benzerlikler ispat eder ki insan şu kâinatın küçük bir misalidir. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur. İnsan kâinata küçük bir misal olduğu gibi, her bir canlı varlık da böyle küçük bir misaldir.
وثمرٌ ve bir meyvesidir مُزْهِرٌ çiçek açan لشجرةِ العالم âlem ağacının.
Ve âlem ağacının çiçek açan bir meyvesidir.
İzah: Şu âleme bir ağaç gözüyle baksak, canlı varlıklar bu ağacın en güzel ve en tatlı meyvesi olur.
Şimdi, hayalen canlı varlıkları şu âlemden çıkarın. Geriye sadece cansız varlıklar kalsın.
— Âlemin bir kıymeti kaldı mı?
— İçinde insan yoksa; uçan, koşan, yüzen hayvanat yoksa; dünyanın bir kıymeti kalır mı?
— Dünyanın taşı altından, toprağı yakuttan olsa; içinde hayat sahibi olmazsa bir önemi olur mu?
Elbette olmaz!
Nasıl ki ağacın en önemli ve kıymetli cüzü meyvesidir. Ve ağaç, meyvesi için vardır. Aynen bunun gibi, şu âleme ağaç nazarıyla baksak, hayat sahipleri bu ağacın en güzel, en tatlı ve çiçek açan meyvesidir.
ونواةٌ bir çekirdeğidir مُنوَّرةٌ nurlu لِمَجمُوعِ الكوْن bütün kâinatın.
Ve bütün kâinatın nurlu bir çekirdeğidir.
İzah: Cenab-ı Hak hayat sahiplerini kâinata bir çekirdek yapmıştır. Hani çekirdekte koca ağacın plan ve programı yazılmış olup, çekirdek âdeta ağaca bir misal-i musaggar (küçültülmüş bir misal) olur ya; aynen bunun gibi, Cenab-ı Hak da hayat sahibi her bir mahluku kâinata bir çekirdek yapmış, kâinatta ne varsa küçük bir mikyasta o çekirdeğin içine koymuş, pek çok âlemlerin örneklerini o çekirdeğin içine dercetmiş. Zihayatı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek zihayat olur. Bu kıyası yukarıda yapmıştık.
أدرج dercetmiştir الفاطرُ Fatır (olan Allah) فيه ona (hayat sahibine) أنموذجَ اكثرِ انواعِ العالم enva-ı âlemin birçok numunelerini.
Fatır (olan Allah) hayat sahibine, enva-ı âlemin birçok numunelerini dercetmiştir.
İzah: Üstad Hazretleri aynı hakikati tekit ediyor: Her bir zihayata, birçok âlemin numuneleri dercedilmiştir. Yine insan üzerinden meseleyi tefekkür edelim:
– Cenab-ı Hak levh-i mahfuzu sağdı, bir damlasını alıp insana koydu; o damla insanda hafıza oldu.
– Arş’ı sağıp bir damlasını insana koydu; o damla insanda kalp oldu.
– Kürsî’yi sağıp bir damlasını insana koydu; o damla insanda akıl oldu.
– Âlem-i misali sağıp bir damlasını insana koydu; o damla insanda hayal kuvveti oldu.
– Ormanları sağıp bir damlasını insana koydu; o damla insanda saç, sakal ve kıllar oldu.
– Dağları, toprakları sağıp bir damlasını insana koydu; o damla insanda kemik şeklini aldı. Ve hakeza…
İnsan âdeta kâinatın sağılmış bir özü oldu; bir damlası veya noktası oldu. İnsan gibi, diğer canlılar da böyledir. Her biri bütün âlemlerin sağılmasıyla meydana gelen bir damla ve nokta hükmündedir.
فكأنّ الحيَّ sanki hayat sahibi قطرةٌ محلوبةٌ sağılmış bir damladır من مجموعِ الكوْن bütün kâinattan بنظاماتٍ nizamlarla حَكِيمَةٍ hikmetli مُعَيَّنَةٍ belirli.
Sanki hayat sahibi, bütün kâinattan hikmetli ve belirli nizamlarla sağılmış bir damladır.
İzah: Üstteki mütalaa bu neticeyi vermektedir. Buna göre, sanki kâinattaki her bir âlem hikmetli ve belirli bir nizamla sağılmış; sonra bu âlemler her bir zihayatın vücuduna dercedilmiş. Bununla da her bir zihayat, mecmu-u âlemden sağılmış bir damla hükmüne geçmiş.
وكأنَّه ve sanki o (o zihayat) نقطةٌ جامعةٌ (toplayıcı) bir noktadır مأْخوذةٌ من المجموع mecmuundan (bütün kâinattan) alınmış بموازينَ حسَّاسةٍ عِلميَّة hassas ve ilmî mizanlarla.
Ve sanki o zihayat; hassas ve ilmî mizanlarla mecmuundan (bütün kâinattan) alınmış cami (toplayıcı) bir noktadır.
İzah: Üstte izahı yapıldı. Üstad Hazretleri tekit için aynı hakikati farklı şekillerle ifade ediyor.
فلا يمكن bu sebeple mümkün değildir أنْ يخلق yaratması أدنى ذي حياةٍ en küçük bir zihayatı إلا مَن يأخذ tutan zattan başkasının في قبضة تصرُّفِه kabza-i tasarrufunda مجموعَ الكائنات bütün kâinatı.
Bu sebeple, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan zattan başkasının en küçük bir zihayatı yaratması mümkün değildir.
İzah: Üstte mütalaasını yaptığımız bütün cümleler bu neticeye bağlandı. Yani madem her bir zihayat, kâinatın küçük bir numunesidir. O hâlde en küçük bir varlığa sahiplik iddiasında bulunabilmek için, kâinatı yaratabilecek bir kudrete sahip olmak gerekir. Bu kudrete sahip olamayan, küçük kâinat hükmündeki varlıklara sahip olamaz, malik olamaz. O hâlde sinek kiminse kâinat da onundur. Ve kâinatı kim yaratmışsa, sineği dahi o yaratmıştır.
فمن له عقلٌ لم يُفسَدْ kimin bozulmamış aklı varsa يفهم anlar –أنّ منْ جعل النحلَ -مثلا Mesela, bal arısını kim yapmışsa نوعَ فهرستةٍ bir nevi fihriste لأكثرِ الاشياءِ ekser eşyaya…
Kimin bozulmamış aklı varsa anlar ki: Mesela, bal arısını kim ekser eşyaya bir nevi fihriste yapmışsa…
İzah: Üstad Hazretleri bu bölümde beş cümle zikrediyor ve sonunda diyor ki: Bunları yapan ancak ve ancak her şeyi yaratan Allah olabilir.
Birinci cümlemiz: Bal arısının pek çok şeylere fihriste olması…
Fihriste, bir kitabın içindekiler bölümüdür. Kâinata bir kitap nazarıyla bakarsak, içindekiler bölümü bal arısında yazılmıştır. Bal arısında yazıldığı gibi, her bir canlı mahlukta da yazılmıştır.
Bundan şöyle bir delile gideceğiz: Kitap kiminse içindekiler bölümünün yazıldığı sayfa da onundur. Zaten içindekiler yazısını da ancak kitabı yazan yazabilir. Kitapta ne olduğunu bilmeyen, içindekiler bölümünü yazabilir mi? Yazamaz!
O zaman diyebiliriz ki: Kitabın sahibini ispat ettiğimizde içindekiler bölümünün sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, içindekiler bölümünün sahibini ispat ettiğimizde kitabın sahibini ispata ihtiyaç yoktur.
Aynen bunun gibi, kâinatın sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, fihriste hükmünde olan bal arısının veya başka bir canlının sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Ya da tam tersi, fihriste hükmündeki bal arısının sahibi olarak Allah’ı ispat ettiğimizde, kâinatın sahibini ispata ihtiyaç yoktur. Zira kâinat kiminse bal arısı onundur ve bal arısını kim yaratmışsa kâinatı dahi o yaratmıştır.
Şimdi gelelim, bal arısının pek çok şeylere fihriste olması meselesine:
Şu âlemde ne varsa küçük bir mikyasta bal arısında da vardır.
– Mesela bütün canlılarda yüz vardır. Bal arısının da yüzü vardır.
– Canlılarda göz vardır; bal arısının da gözü vardır.
– Canlılarda ağız vardır; bal arısının da ağzı vardır.
– Canlılarda mide vardır; bal arısının da midesi vardır.
– Bir kısım canlılarda kanat vardır, anten vardır; bunlar bal arısında da vardır.
Âdeta bal arısı canlı varlıklara bir fihriste olmuş, hayat sahiplerinde ne varsa aynısı bal arısında yazılmıştır.
Hani bir kitabın içindekiler bölümünü okur ve kitap hakkında bir bilgiye sahip olursunuz ya, aynen bunun gibi, hiçbir canlı varlık görmeyen bir insan bal arısını incelese ve sonra o kişiye, “Diğer canlılar hakkında konuş, bize onları anlat.” denilse, eğer bal arısı fihristini iyi mütalaa etmişse yaratılan diğer canlı varlıkları bize tarif edebilir. Belki şekillerini çizemez ama hangi aza, cihaz ve duyguları olduğunu tahmin eder.
Biraz daha geniş fikri varsa sadece canlıları değil, âlemi bize tarif eder. Mesela der ki:
— Bu bal arısının bir ruhu var. Bu ruh ruhlar âleminden ona gelmiş olmalı. Demek, bu kâinatın bir yerinde âlem-i ervah var.
— Yine bu bal arısında bir hafıza var. Demek, daha büyük bir mikyasta her şeyin kaydedildiği bir levh-i mahfuz var. Bu hafıza levh-i mahfuzun küçük bir misalidir.
— Yine bu bal arısının vücudunda demir, çinko, bakır gibi elementler var. Demek, bu âlemde hem bunlar hem de daha başka elementler var…
İşte bunlar gibi kıyaslamalarla, iyi bir tefekkürü varsa ve bal arısı fihristini iyi okuyabiliyorsa birçok âlemin varlığını keşfeder. Ve sonunda der ki:
— Bal arısını kim yazmışsa şu kitab-ı kâinatın bütün bablarını, sayfalarını, cümle ve kelimelerini de o yazmıştır. Çünkü kâinat kitabında ne varsa bal arısı ona bir fihriste olmuş. Kâinat başkasının, bal arısı başkasının olamaz!
ومن كتب ve kim yazmışsa في ماهيةِ الانسان insanın mahiyetinde اكثرَ مسائلِ ekser meselelerini كتابِ الكائنات kâinat kitabının…
Ve kâinat kitabının ekser meselelerini insanın mahiyetinde kim yazmışsa…
İzah: Bu maddeyi üstte mütalaa etmiştik.
ومن أدرج ve kim dercetmişse في نُوَاة التِّينَةِ incir çekirdeğinde هَنْدسةَ شجرةِ التِّين incir ağacının planını…
Ve incir ağacının planını incir çekirdeğinde kim dercetmişse…
İzah: Cenab-ı Hak kocaman incir ağacını küçücük çekirdeğine dercetmiş, ağacın bütün plan ve programını çekirdeğinde yazmıştır. Böyle bir yazının tesadüfen olması ve bu tesadüfün bütün incir çekirdeklerinde hatta bütün ağaç ve nebatta gözükmesi mümkün değildir.
Bir sayfada bir “A” harfi görseniz, bütün dünya toplansa bu A harfinin tesadüfen var olduğuna sizi inandıramaz. Bir A harfi bile tesadüfen olamıyor ve kâtibinin varlığını ispat ediyorsa; incir çekirdeğinde yazılan yazılar nasıl tesadüfün eseri olabilir? Ve bu tesadüf bütün çekirdek ve tohumlarda nasıl gözükebilir? Buna imkân ve ihtimal var mıdır? Asla yoktur!
Bundan da tevhide şöyle bir pencere açılır:
İncir çekirdeği kiminse incir ağacı da onundur. Çünkü ağaç çekirdekten çıkmış ve bütün planı çekirdeğinde yazılmıştır. Çekirdek başkasının, ağaç başkasının olamaz. Ayrıca dağ gibi bir ağacı çekirdeğinin içinde saklamak ve çekirdekten ağacı çıkarmak sonsuz bir kudret, ilim ve hikmet sahibi bir zatın işi olabilir. Allah’tan başka kimin haddi var ki bu sıfatlara sahip olsun ve bu mucizevi fiile fail olsun?
ومن جعل ve kim yapmışsa قلبَ البشرِ insanın kalbini أنموذجًا bir örnek ومرصادًا ve gözlemevi لِآلافِ عوالمَ binler âleme…
Ve insanın kalbini, binler âleme bir örnek ve gözlemevi kim yapmışsa…
İzah: Kalb idrak etmenin, akletmenin, düşünmenin ve diğer duyguların asıl merkezidir. Kalb latifesinin maddi bir vücudu yoktur. Manevidir ve maddeden mücerreddir. Dolayısıyla kalbin binler âleme örnek olmasını maddi cihetle değil, kalbin taşıdığı duygular cihetiyle anlamalıyız.
Daha önce demiştik ki:
— İnsan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. İnsanı büyütsek kâinat olur, kâinatı küçültsek insan olur.
Şimdi, hayalen insanı büyütün ve kâinat yapın. Bu durumda, insanın kalbinde olan duygular bu kâinatta bazı hadiselere dönmeli, âlemlere benzemeli.
– Mesela insanın kalbinde öfke var. Öfke bu kâinatta ne olurdu? Kasırga olurdu, fırtına olurdu, deprem olurdu ve bunlar gibi hadiselere dönerdi.
– Kalbte neşe var. Neşe bu kâinatta ne olurdu? Bahar olurdu, yaz olurdu, insanı mutlu eden hadiseler olurdu.
– İnsanın kalbinde lümme-i şeytaniye var. Lümme-i şeytaniye bu kâinatta ne olurdu? Şeytan olurdu ve şerler olurdu.
– Yine kalbte hayırlı ilhamlar var. Bu ilhamlar kâinatta ne olurdu? Melek olurdu, güzellikler olurdu.
– Kalbte korku var. Korku kâinatta ne olurdu? Gök gürültüsü, şimşek, karanlık ve bu gibi şeyler olurdu.
– Kalbte hüzün var. Hüzün bu kâinatta ne olurdu? Sonbahar olurdu, kışın başlangıcı olurdu ve insana hüzün veren hadiseler olurdu.
– Kalbte muhabbet var. Muhabbet bu kâinatta ne olurdu? Çekim kuvveti olurdu.
– Kalbte nefret var. Nefret bu kâinatta ne olurdu? İtme kuvveti olurdu.
– Kalbte tevazu ve kibir var. Bunlar bu kâinatta ne olurdu? Tevazu toprak, kibir kendisini üstün gören şeytan ve şeytanlaşmış insanlar olurdu.
Bunlar gibi, kalbte olan her bir duygu bu âlemdeki bir hadisenin örneğidir. Âlem sürekli değiştiği gibi kalb de sürekli değişir, her an kalbe farklı fikir ve duygular gelir. Bununla farklı bir âlemin örneği olur.
Kalbin binler âleme örnek olmasına şuradan da bakabiliriz:
Bu âlemde tecelli eden isim ve sıfatlar küçük bir mikyasta kalbteki duygularda da tecelli etmektedir.
– Mesela dağda tecelli eden Aziz ismi, izzet sahibi bir kalbte de tecelli eder.
– Güneşin itaatinde tecelli eden Muti ismi, itaatkâr bir kalbte de tecelli eder.
– Tertemiz denizlerde tecelli eden Kuddûs ismi, vesvese ve şüphelerden temizlenen bir kalbte de tecelli eder.
– Âlemde tecelli eden Rahim ismi, şefkat sahibi bir kalbte de tecelli eder. Ve hakeza…
Demek, kalbin binler âlemlere örnek olması, âlemdeki hadiselere benzeyen duyguların kalbte bulunması ve âlemde tecelli eden isimlerin kalbte de tecelli etmesidir.
Yine Üstadımız “Kalbin binler âlemlere gözlemevi olmasından” bahsetti. Gözlemevi yani rasathane olması da şu:
Kalb kendinde bulunan hayal, tefekkür ve tasavvur duyusu gibi kuvveleriyle bir pencere olur; insan bu pencereden âlemi temaşa eder. Mesela Kur’an okurken geçmiş peygamberlerin kıssalarını okur, o zamanlara gidersiniz. Cenneti okur, cenneti hayal edersiniz. Cehennemi okur, cehennemi tefekkür edersiniz. İşte bunların hepsini kalb penceresinden yaparsınız. Bununla birlikte, bir de kalb gözünü açan Allah dostları vardır ki onlar bizim hayal ve tasavvurla yaptığımızı kalb penceresiyle hakka’l-yakîn yaparlar, âlemleri seyrederler.
Kalbin binler âlemlere örnek ve pencere olmasından da şu hakikate yol açılır:
Âlemin sahibi kimse kalbin sahibi de odur. Çünkü âlemdeki her bir hadiseye mukabil, o hadiseye benzer kalbte bir duygu vardır. Ve âlemde tecelli eden isimler kalbte de tecelli etmektedir. O hâlde kâinatı yaratmak için nasıl sonsuz bir kudrete, ilme, hikmete ve uluhiyetin diğer sıfatlarına ihtiyaç varsa, kalb latifesini yaratmak için de aynı şeylere ihtiyaç vardır. “Kâinatı kim yarattı?” sorusuna Allah’tan başkasıyla cevap verilemeyeceği gibi, “Kalbi kim yarattı? Kalbi binler âleme kim örnek ve pencere yaptı?” sorusuna da Allah’tan başkasıyla cevap verilemez.
ومن كتب ve kim yazmışsa في حافظة البشر insanın hafızasında مُفصَّلَ تاريخِ حياته tarihçe-i hayatının mufassalasını (ayrıntılı bilgilerini) وما يتعلق به ve ona taalluk eden şeylerin…
Ve insanın hafızasında tarihçe-i hayatının ve ona taalluk eden şeylerin mufassalasını (ayrıntılı bilgilerini) kim yazmışsa…
İzah: Cenab-ı Hak insanın yaşadığı, gördüğü, okuduğu ve temas ettiği her şeyi hafızasında kaydediyor.
— Her şeyin hafızada kaydedilmesi ve hiçbir bilgi ve görüntünün başkasıyla karıştırılmaması tesadüfün eseri olabilir mi?
— Hangi tesadüf bu harikulade fiile fail olabilir?
— Hangi sebep bu hikmetli yazının kâtibi olabilir?
— Hangi kör kuvvet bu paha biçilmez hediyeyi insana verebilir?
— Bu mucizevi faaliyete Allah’tan başka bir fail gösterilebilir mi? Hâşâ ve kella.
Üstad Hazretleri toplamda beş cümle zikretti. Bu beş cümleyi şu neticeye bağlıyor:
ليس إلا خالقُ كلِّ شي (Bütün bunları yapan) her şeyin yaratıcısından başkası değildir وإنّ هذا التصرفَ ve şüphesiz bu tasarruf خاتمٌ مخصوصٌ برب العالمين Rabbu’l-âlemin’e mahsus bir hâtemdir.
(Bütün bunları yapan) her şeyin yaratıcısından başkası değildir. (Ya da olumlu manayla: Ancak her şeyin yaratıcısıdır.) Ve şüphesiz bu tasarruf, Rabbu’l-âlemin’e mahsus bir hâtemdir.
İzah: Evet, bu işlerin faili ancak ve ancak her şeyi yaratan Allah olabilir.
— Niye her şeyi yaratan Allah olabilir?
Çünkü bu işleri yapabilmek için sonsuz bir kudrete, ilme, hikmete ve uluhiyetin diğer sıfatlarına ihtiyaç vardır. Bu sıfatlara sahip olamayan bu işleri yapamaz.
Ülfet sebebiyle üzerindeki mucizeleri göremediğimiz hadiselere dikkatlice baksak:
– Mesela incir ağacının incir çekirdeğinde saklandığına baksak,
– İnsan hafızasının bir kütüphane olmasına baksak,
– Her bir zihayatın küçük bir kâinat olmasına baksak,
– Sineğin kanadına, üzümün ince elbisesine baksak…
Anlarız ki bunlar alelade şeyler değildir. Bunları yapabilmek için kâinatı halk edebilecek bir kuvvete sahip olmak gerekir. Kâinatı yaratamayan, bir incir çekirdeğine sahiplik iddiasında bulunamaz. Âlemi tedbir ve idare edemeyen, bir atoma malik olamaz. Yıldızları tespih tanesi gibi çeviremeyen, bir sineğe kanat takamaz.
Yazar: Sinan Yılmaz