15. Altıncı Lem’a – 1. Ders: Haşrin ispatı
اللمعة السادسة
Altıncı Lem’a
انظر bak كما أن الصانع سبحانه nasıl ki Sâni -Onu tenzih ve tesbih ederiz- وضع koymuş على كل جزئي جزئي her bir cüz’î üzerine خاتمَه الخاصَّ has mührünü…
Bak, nasıl ki Sâni -Onu tenzih ve tesbih ederiz- her bir cüz’î üzerine has mührünü koymuş…
وضرب ve vurmuş على كل جزء جزء her bir cüz üzerine سكتَه المخصوصةَ mahsus sikkesini كما مر (yukarıda) geçtiği gibi…
Ve her bir cüz üzerine mahsus sikkesini vurmuş; (yukarıda) geçtiği gibi.
كذلك aynen bunun gibi وضع koymuş على كل نوع نوع her bir nev üzerine وعلى كل كُلٍّ كُل ve her bir küll üzerine خاتمَه الخاصَّ has mührünü…
Aynen bunun gibi, her bir nev üzerine ve her bir küll üzerine has mührünü koymuş…
وختم ve mühürlemiş اقطارَ السموات والارض semavatın ve arzın aktarını بخاتم الواحدية vahidiyet mührüyle…
Ve semavatın ve arzın aktarını (her yerini) vahidiyet mührüyle mühürlemiş…
وضرب ve vurmuş على مجموع العالم bütün âlem üzerine سكةَ الاحديةِ ehadiyet sikkesini بصورةٍ جليَّةٍ واضحة parlak ve açık bir şekilde.
Ve bütün âlem üzerine parlak ve açık bir şekilde ehadiyet sikkesini vurmuş.
İzah: Önceki derslerde öğrendiğimiz “cüz’î, cüz; küllî, küll” kavramlarının manasını bir daha tekrar edelim:
Küll: Parçalardan oluşan bütündür. Cüz ise küllü oluşturan parçalardır.
– Mesela ben bir küll’üm. Elim, kolum, ayağım ve diğer azalarım ise cüzdür.
– Yine bir ağaç külldür. Ağacın yaprağı, çiçeği ve meyvesi cüzdür.
– Bir fil külldür. Filin hortumu, ayakları, kulakları ve diğer azaları cüzdür.
– Yeryüzünün tamamını bir küll olarak düşünsek; dağlar, denizler, ovalar, ormanlar ve hakeza o küll’ün cüzleri olurlar.
– Güneş sistemimizi bir küll olarak düşünsek, her bir gezegen o küll’ün bir cüzüdür.
Peki, küllî nedir?
Küllî: Küll hükmündeki varlıklardan oluşan bütündür.
– Mesela ben küll isem insan kavramı küllîdir.
– Yine bir at küll ise hayvan kavramı küllîdir.
– Bir çiçek küll ise nebatat kavramı küllîdir
Küllînin hariçte vücudu yoktur. Bu bir şahs-ı manevinin, bir nevin ve bir cinsin ismidir. Zihinlerde teşekkül eden bir mana olup bir vücudu yoktur. Bazı şeyler vardır ki bunların vücudu olmamakla birlikte, yokluklarına da hükmedilemez. Mesela sağ, sol, alt, üst gibi kavramlar bu tip kavramlardandır. Bunların bir vücudu yoktur lakin yokluklarına da hükmedilemez. Yani ne vardır ne de yoktur. Bunlara emr-i nisbî, emr-i itibarî ya da emr-i izafî denir. İşte küllî kavramı da bir emr-i nisbîdir. Küll hükmündeki varlıkların şahs-ı manevisini temsil eder. Bir neve veya cinse işaret eder.
Küll, cüz ve küllî kavramlarının manasını öğrendik. Peki, cüz’î nedir?
Cüz’î: Küllîyi oluşturan fertlerdir. Mesela insan nevi küllî, bir insan ise onun cüz’îsi olur.
Biraz evvel insana küll demiştik, şimdi cüz’î dedik. Bu, insanın nispetine göredir.
– İnsanın azalarına cüz nazarıyla bakılırsa, insana küll nazarıyla bakılır.
– Eğer insan nevine küllî nazarıyla bakılırsa, bu sefer insana cüz’î nazarıyla bakılır.
– Yine bir ağaca meyvesi, yaprağı ve çiçeği nazara alınarak bakılırsa, ağaç küll; çiçek, meyve ve yaprakları cüz olur.
– Eğer ağaç nevi nazara alınırsa, bu durumda, ağaç nevi küllî; ağacın kendisi cüz’î olur.
Demek, bir varlık bir cihetten küll, diğer bir cihetten cüz’î olabilir.
Bir daha bilgiyi tekrar edelim:
Parçalardan oluşan ferde “küll” denir. Onu oluşturan parçalara “cüz” denir. Küll’lerin oluşturduğu şahs-ı maneviyeye ve neve “küllî” denir. O neve ait her bir ferde de “cüz’î” denir.
Allahu Teâlâ bütün cüz’îlere has hâtemini koymuş ve bütün cüzlere kendine mahsus sikkesini vurmuş. Yine bütün nevlere ve küll’lere has mührünü koymuş; aktar-ı semavat ve arza vahidiyet mührünü, mecmu-u âleme ise ehadiyet sikkesini vurmuş.
Bu makamda şu soruyu sorabiliriz:
— Üstadımız, “Bütün cüz ve cüz’îlere, bütün nev ve küll’lere, aktar-ı semavat ve arza, mecmu-u âleme” diyeceğine, “Zerreden şemse kadar her şeye” deseydi, aynı manayı karşılamaz mıydı?
Ya da şöyle deseydi: Her bir neve, her bir ferde ve ferdin aza ve cihazlarına…
— Bu ifade aynı manayı karşılamaz mıydı?
Evet, karşılardı.
— Madem aynı manayı karşılıyor, o hâlde Üstadımız neden daha basit bir ifadeyi tercih etmeyip, anlaşılması daha zor olan bir ifadeyi tercih ediyor?
Bunun sebebi belagattır. Üstadımız bir belagat âlimidir. Zaten bu sırdan dolayı, Risaleleri defalarca okumamıza rağmen bıkmıyor ve usanmıyoruz. Bıkmadan okumamızın bir sebebi de Üstadımızın aynı manayı farklı şekillerde ifade etmesidir. Bizler bu derse yeni başlasak da bu ders Lemaat Risalesi’nin 6. Lem’ası. Baştan başlayıp tek seferde buraya kadar okuyan kişiyi aynı ifadelerle sıkmamak için Üstadımız farklı ifadeler kullanıyor.
Hani bir kitabı okurken bazen sıkılırsınız ya, başka bir odaya gidip okumaya devam ettiğinizde sanki yeni başlamış gibi olursunuz. Üstadımız da bu 6. Lem’ada ilk 5 lem’ada yapmadığı bir girişi yapıyor. Okuyanın dağılan dikkatini toplayıp, kitabı eline yeni almış gibi okumasını sağlıyor.
Şimdi de -daha önce de izahını yaptığımız- “vahidiyet” ve “ehadiyet” kavramlarının manasını tekrar edelim:
Vahidiyet ve ehadiyet, Allah’ın isimlerinin tecellisine iki farklı bakıştır. Bu lafızların manasını şu misalle anlayabiliriz:
Güneş denizi aydınlattığı gibi, denizin her bir damlasını da aydınlatır. Denizde tecelli ettiği gibi, aynı şekilde tek bir damlada da tecelli eder.
– Güneşin denizdeki tecellisi vahidiyettir.
– Denizde tecelli ettiği şekliyle tek bir damlada tecelli etmesi ehadiyettir.
Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da şu âlemde isim ve sıfatlarıyla tecelli etmektedir.
– Bütün eşyanın hep birden Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olması Allah’ın vahidiyetinin tecellisidir.
– Tek bir eşyanın âlemde tecelli eden isim ve sıfatlara ayna olması ise Allah’ın ehadiyetinin tecellisidir.
Mesela Allah’ın yeryüzünün tamamına hayat vermesi vahidiyet tecellisidir. Tek bir kelebeğin bu hayatı kendinde göstermesi ehadiyet tecellisidir. Eğer biz tefekkür ederken yeryüzünü bir bütün olarak düşünüp, yeryüzüne hayat verilmesini tefekkür edersek vahidiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz. Eğer tek bir kelebeği nazara alıp, ona hayat verilmesini düşünürsek ehadiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz.
Yine Allah’ın kâinatı yaratması ve “Hâlık” isminin kâinatın icadında gözükmesi vahidiyet tecellisidir. Bir kuşu yaratması ve “Hâlık” isminin kuşun icadında gözükmesi ise ehadiyet tecellisidir. Eğer biz tefekkür ederken kâinatı bir bütün olarak düşünüp, “Hâlık” ismini kâinatın yaratılmasında tefekkür edersek vahidiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz. Eğer tek bir kuşu nazara alıp, “Hâlık” ismini onun yaratılmasında düşünürsek ehadiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz.
Cenab-ı Hak semavata ve yeryüzüne geniş bir ölçekte vahidiyet mührünü vurmuş. Bu küllî varlıkları geniş bir ayna yapıp esmâ-i hüsnâsının tecellisine mazhar eylemiş.
Mecmu-u kâinata da yani kâinatın her bir köşesine ve her bir mahlukuna da ehadiyet mührünü vurmuş. Her bir mahluku küçük bir ayna yapıp kâinatta tecelli ettiği isimlerle o aynada tecelli etmiş.
Metne devam edelim:
فانظر الى خاتمه hâtemine bak الذي أشارت اليه آيةٌ ayetin ona işaret ettiği فانظر الى آثارِ رحمت الله Allah’ın rahmet eserlerine bak كيف يحيي الارض بعد موتها yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor ان ذلك لمحي الموتى Şüphesiz O, ölüleri elbette diriltecektir وهو على كل شيء قدير Çünkü O, her şeye ziyadesiyle gücü yetendir
Ayetin ona işaret ettiği hâtemine bak: Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri elbette diriltecektir. Çünkü O, her şeye ziyadesiyle gücü yetendir. (Rum 50)
İzah: Üstad Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın yeryüzüne vurduğu bir mühürden bahsediyor. Bu mühür, ihya (hayat vermek) ve hayvanata ruh üflemektir.
Bahar mevsimi geldiğinde kışın ölen nebatatın ve hayvanatın tekrar dirildiğini görmekteyiz.
Kışın ölen nebatat, plan ve programlarını ve tarihçe-i hayatlarını sandıkçaları hükmünde olan tohum ve çekirdeklerine emanet ederler. Baharın gelmesiyle o tohum ve çekirdekler çatlar, kışın ölen nebatat aynen dirilip hayat bulur. Yine ölü hükmündeki ağaçlar canlanıp yemyeşil elbiselerini giyer; çiçek ve meyvelerle süslenir.
Hayvanat ise tarihçe-i hayatlarını yumurta ve nutfelere emanet ederler. Kışın ölen hayvanat baharda ihya edilip, öldükten sonra dirilmenin binler emsali gösterilir.
Bu acayip faaliyete Kur’an şöyle dikkat çeker ve der ki:
فَانْظُرْ اِلَى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yani rahmetin eseri olan çiçeklere, böceklere, ağaçlara, nebatata ve hayvanata bak!
كَيْفَ يُحْىِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا Allah yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor! Kışın ölen ağaçlar, çiçekler, bitkiler, böcekler ve diğer varlıklar nasıl hayat buluyor, nasıl diriliyor!
اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْىِ الْمَوْتَى Şüphesiz Allah ölüleri elbette diriltecektir. Kışın ölen mahlukatı baharda dirilttiği gibi, ölen insanları da kabirlerinde diriltecek ve oradan çıkarmakla huzuruna getirecek.
وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ Çünkü O, her şeye gücü yetendir. (Rum 50)
Evet, âdeta bahar mevsimi bu ayeti okuyor. Garip haşirleri ve acip neşirleri gösteriyor.
Bazı insanlar diyor ki:
— Ölüp de dirilen mi var?
Ey gafil, elbette var hem de milyonlarca var. Sen hiç bahar mevsimine bakmaz mısın? Allah’ın, kışın ölen mahlukatı acip bir şekilde dirilttiğini görmez misin? Yoksa kör müsün? Eğer kör değilsen, bahardaki bu ihyayı gördükten sonra, insanın haşrini ve neşrini nasıl garip bulursun ve nasıl inkâr edersin?
إذ çünkü في كيفية إحياءِ الأرض yeryüzünün ihyasının keyfiyetinde vardır حشرٌ عجيب acip bir haşir ونشر غريب ve garip bir neşir.
Çünkü yeryüzünün ihyasının keyfiyetinde acip bir haşir ve garip bir neşir vardır.
يُحشرُ haşredilir في إحيائها onun ihyasında أزيَدُ daha fazla من ثَلاَثِمِائَةِ ألفِ üç yüz binden نوعٍ nev.
Onun ihyasında üç yüz binden daha fazla nev haşredilir.
تُساوي eşit oluyor أفرادُ نوعٍ واحدٍ tek bir nevinin fertleri من كثيرٍ من تلك الانواع bu nevlerin (bu üç yüz bin nevin) çoğundan في السّنة bir senedeki مجموعَ أفرادِ الانسانِ في الدنيا dünyadaki insanların efradının tamamına.
Bu nevlerin (bu üç yüz bin nevin) çoğundan tek bir nevinin bir senedeki fertleri, dünyadaki insanların efradının tamamına eşit oluyor.
İzah: Üç yüz bin nev -hadsiz efradıyla birlikte- baharda ihya edilmektedir. Sadece bir yazda yaratılan sinekler, Hz. Âdem’den kıyamete kadar yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanlardan daha çoktur. Yeryüzünün ihyasında sinek üç yüz bin nevden sadece tek bir nevdir.
– Böyle üç yüz bin nevi hadsiz fertleriyle birlikte birkaç hafta zarfında yaratmak
– Hiçbirini diğeriyle karıştırmamak
– Hatasız ve noksansız icat etmek
Ne acip bir faaliyettir. Allah’tan başka kimin haddi var ki bu işin faili olabilsin? Allah’tan başka bu ihyayı kim yapabilir?
Bu faaliyetteki mucizeliği şu misalle anlayalım:
Üç yüz bin kitap var. Bu kitapların sayfaları yırtılmış, harfleri silinmiş, paramparça olmuşlar. Sonra bir baktınız, bu üç yüz bin kitap birkaç hafta zarfında tek bir sayfada yazılıyor.
— Bunu görseniz, bu işi tesadüfe verebilir misiniz?
— Hiç tesadüf, yırtılan ve kaybolan üç yüz bin kitabı tek bir sayfada hatasız yazabilir mi?
— Bu işi gördükten sonra, kâtibini görmeseniz de kâtibin varlığından şüphe eder misiniz?
Asla etmezsiniz. Yok, eğer ederseniz, bu işi neyle izah edeceksiniz?
Aynen bunun gibi, her bir nev bir kitaptır. Yeryüzü ise bir sayfadır. Kışın yırtılan üç yüz bin kitap birkaç hafta zarfında yeryüzü sayfasında noksansız yazılmaktadır. Bir harf kâtipsiz olamazken, üç yüz bin kitabın tek bir sayfada yazılması nasıl tesadüf olabilir?
Her bir nevi bir kitaba benzettiğimizde, o nevin bir ferdi kendi kitabının bir kelimesi olur. Siz şimdi, sinek kitabının kelimelerinin çokluğunu düşünün… Papatya kitabının kelimelerinin çokluğunu düşünün… Diğer kitapların kelimelerinin çokluğunu düşünün…
İşte milyonlarca sayfası olan üç yüz bin kitap tek bir sayfada yani yeryüzü sayfasında yazılıyor. Ve her bahar mevsiminde bu yazma işi tekrar ediliyor. İşte bu, Allah’ın yeryüzüne vurduğu öyle bir mühürdür ki ne taklidi mümkündür ne de inkârı!
لكن لحكمةٍ خفيّة lakin gizli bir hikmetten dolayı لا تُعاد iade edilmiyor فى الاكثر ekserisinde (ekser nevlerde) بأعيانها aynıyla بل بأمثالِها bilakis benzerleriyle بمثليّة كالعينية ayniyete benzer bir misliyetle.
Lakin gizli bir hikmetten dolayı ekserisinde (ekser nevlerde) aynıyla iade edilmiyor. Bilakis ayniyete benzer bir misliyetle benzerleriyle (iade ediliyor yani benzerleri haşrediliyor).
İzah: Kışın ölen mahluklar bahar mevsiminde aynen yaratılıyor. Ancak ölenlere yeniden hayat verilmiyor; onların geride bıraktıkları tohum, çekirdek ve yumurtalardan emsalleri icat ediliyor. Ölen ile yeniden yaratılan arasında öyle bir benzerlik var ki yaratılan öncekinin aynı olmasa da ondan başka bir şey de değildir.
Mesela yaz mevsiminde yaratılan sinekler bir önceki yazda yaratılan sineklerle neredeyse tıpatıp aynıdır. Evet, aralarında şekil farkı var ancak bu farkı göz fark edemiyor.
Üstadımızın ifadesiyle, Cenab-ı Hak bilinmez bir hikmete binaen, bahar mevsiminde kışın ölen mahlukların neredeyse aynısını yaratıyor. Burada şu soru akla gelebilir:
— Kışın ölen mahluklar bahar mevsimi geldiğinde yeniden diriltilseydi. Yani onların tohum, çekirdek ve yumurtalarından benzerleri yaratılacağına kendilerine hayat verilseydi. Mesela sineklerin 10 sene ömrü olsaydı. Her kış mevsimi geldiğinde ölselerdi; yaz geldiğinde yeniden dirilselerdi. Bu, öldükten sonra dirilmeye daha büyük bir misal olmaz mıydı?
Bu soruya cevap olarak deriz ki: Allah ölmüşlere hayat vermeyip tohum, çekirdek ve yumurtalardan yenilerini yaratmakla kudretinin azametini göstermek istiyor. Şöyle ki:
Size sorsam:
— Ölmüş bir sineğe hayat vermek mi daha zor yoksa yumurtadan bir sinek çıkarmak mı?
Yumurtadan bir sinek çıkarmak daha zordur. Çünkü ölmüş sineğin kanadı var, gözü var, iğnesi var; diğer aza ve cihazları var. Böyle bir sineğe hayat vermede sadece ihya fiili gözükür. Ama yumurtadan çıkarılan sinekte, hayat vermekle birlikte daha birçok faaliyet gözükür.
– Onu yoktan yaratmak
– Ona farklı bir suret vermek
– Kanat, göz, ayak ve iğne gibi azaları yoktan yaratıp o vücuda yerleştirmek
– Onu terbiye etmek
– Vazifesini ve hayat şartlarını öğretmek gibi birçok faaliyet yoktan yaratılan sinek üzerinde gözükür.
Hâlbuki bunların hiçbiri ölü sineğe hayat vermekte gözükmez. Dolayısıyla Allah kudretinin azametini göstermek için ölmüş sineklere yeniden hayat vermiyor. Bilakis yumurtalardan yeni sinekler icat ediyor ki onları aza, cihaz ve duygularla donatmakla kudretinin haşmetini göstersin.
Eğer birisi şöyle dese:
— Kışın ölen mahluklar baharda dirilmiyor. Baharda dirilenler öncekilerden başkadır. Eğer bizzat ölenler dirilseydi ben öldükten sonra dirilmeye iman ederdim.
Biz bu kişiye cevaben deriz ki:
— Yahu Allah sana daha zor olanı gösteriyor. Varlıkları yumurtalardan çıkarmak; onları cihaz, aza ve duygularla donatmak ve onlara hayat vermek, ölmüş bir mahluka hayat vermekten çok daha zordur. Sen daha zorunu gördüğün hâlde inanmıyorsun!
Eğer Allah ölen mahluklara yeniden hayat verseydi bu sefer de diyecektin ki: Bunların zaten bütün aza ve cihazları yerinde. Bunlara hayat vermek kolay. Sıfırdan, yoktan yaratıp hayat verseydi ben o zaman inanırdım…
Bu sefer de böyle derdin. Bil ki Allah varlıkları çekirdek, tohum, yumurta ve nutfelerden çıkarmakla kudretinin azametini gösteriyor. Tabii aklı olana ve görmesini bilene…
Ölen varlıkların yeniden diriltilmeyip yenilerinin yaratılmasındaki bir başka hikmet de şudur:
Eğer Allah ölmüş bir sineğe hayat verseydi sadece “hayat veren” manasındaki “Muhyi” ismi tecelli ederdi. Hâlbuki suret veren manasındaki “Musavvir” ismi de tecelli etmek istiyor. Musavvir isminin tecelli edebilmesi için, kendisine suret verilecek yeni mahluklar lazım. Yine yaratan manasındaki “Hâlık” ismi de tecelli etmek istiyor. Hâlık isminin tecelli edebilmesi için varlıkların yoktan yaratılması lazım.
Daha bunlar gibi onlarca isim tecelli etmek istiyor. Eğer ölen varlıklara yeniden hayat verilir ve nizam böyle devam ederse bu isimlerin hiçbiri tecelli edemez; sadece Muhyi ismi tecelli eder. Hâlbuki âlemin yaratılış gayesi Allah’ın isimlerine ayna olmaktır. Bu ayinedarlık da yeni mahlukların yaratılmasıyla mümkündür.
وكيف كان her nasıl olursa olsun فلا بأسَ hiçbir beis yoktur في دلالتها delaletinde على سهولةِ حشر البشر beşerin suhulet-i haşrine وفي كونها ve olmasında أمثِلةَ النشر neşrin emsalleri واشارات الحشر ve haşrin işaretleri
Her nasıl olursa olsun, beşerin suhulet-i haşrine delaletinde; neşrin emsalleri ve haşrin işaretleri olmasında hiçbir beis yoktur.
İzah: Evet, bahar mevsiminde yaratılan varlıklar ister öncekilerin aynı olsun ister benzeri olsun bunun bir önemi yoktur. Her nasıl olursa olsun bahardaki o haşir ve neşirler -yani kışın ölen mahlukatın baharda dirilmesi ve yeryüzüne yayılması- insanların öldükten sonra dirilmesine bir misaldir ve beşerin haşrinin kolaylığına bir delildir.
Kur’an bu delili birçok ayetiyle işler. Birkaç örnek verelim:
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ Ölüden diriyi çıkartır وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ ve diriden ölüyü çıkartır وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا ve ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ İşte (siz de kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız. (Rum 19)
Başka bir ayet:
وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاءً بِقَدَرٍ O Allah ki gökten bir ölçü ile su indirdi. فَأَنْشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَيْتًا Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ İşte (siz de kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız. (Zuhruf 11)
Başka bir ayet:
وَمِنْ آيَاتِهِ Allah’ın ayetlerindendir ki أَنَّكَ تَرَى الْأَرْضَ خَاشِعَةً sen yeryüzünü boynunu bükmüş -yani kurumuş- görürsün de فَاِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ biz onun üzerine suyu indirdiğimizde اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ o yeryüzü hemen kımıldar ve canlanır. إِنَّ الَّذِي أَحْيَاهَا لَمُحْيِي الْمَوْتَى Şüphesiz ki ona hayat veren elbette ölüleri de diriltecektir. إِنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Çünkü O, her şeye gücü yetendir. (Fussilet 39)
Daha bunlar gibi bir çok ayetle, Allahu Teâlâ bahar mevsimindeki ihyayı, insanın öldükten sonra diriltilmesine misal yapmış ve insanın haşrini bahardaki mahlukatın haşriyle ispat etmiş.
فإحياءُ تلك الانواعِ الكثيرةِ bu çok nevlerin ihyası المختلِطةِ karışık olan الْمُشْتَبِكةِ birbirine geçen في نهاية الاختلاطِ والاشتباكِ nihayet karışıklık ve birbirine geçme içinde بنهاية الامتيازِ nihayet imtiyaz ile (yani ayrıcalık ve farklılık ile)…
Nihayet karışıklık ve birbirine geçme içinde, karışık ve birbirine geçen bu çok nevlerin nihayet imtiyaz ile (yani ayrıcalık ve farklılık ile) ihyası…
واعادتُها ve iadeleri في كمال التمييزِ kemal-i temyiz içinde (tam bir ayrım içinde) بلا خطإٍ hatasız ولا خلْطٍ ve karışıklıksız بلا غلَطٍ yanlışsız ولا سقَطٍ ve kusursuz…
Hatasız ve karışıklıksız, yanlışsız ve kusursuz olarak kemal-i temyiz içinde (tam bir ayrım içinde) iadeleri…
خاتمٌ خاصٌّ has bir mühürdür بمن o zata له قدرةٌ بلا نهايةٍ onun sonsuz kudreti vardır وعلمٌ محيط ve muhit ilmi.
Kudreti sonsuz olan ve ilmi muhit olan Zata has bir mühürdür.
İzah: Küçük bir bahçeye baksanız, çiçek ve bitkilerin birbirine girdiğini görürsünüz. Bir papatya… Hemen onun yanı başında bir gül… Gülün neredeyse yapraklarına dolanmış bir zambak… O bahçede onlarca çiçek ve onlarca bitki birbirine girmiş. Böyle bir karışıklık…
Bu çiçek ve bitkilerin şekilleri farklı, renkleri farklı, elbiseleri farklı, kokuları farklı ve bütün hususiyetleri birbirinden tamamen farklı, birbirine zıt. Hiçbiri birbirine benzemiyor.
—Peki, aynı olan şey ne?
Toprakları aynı, güneşleri aynı, havaları aynı, suları aynı ve menşeleri olan tohum ve çekirdeklerin maddeleri aynı.
İşte bu ayniyet ve karışıklık içinde, birbirine muhalif olan binlerce çeşit bitkiyi icat etmek; icat ederken birbiriyle karıştırmamak, gül tohumundan papatya çıkarmamak, laleye sümbülün yaprağını takmamak; renklerini, kokularını, şekillerini, elbiselerini karıştırmamak; hatasız ve yanlışsız icat edip her birine kendisine mahsus şekil ve sıfatları vermek öyle bir faaliyet-i acibedir ki bu işin faili ve bu icadın mucidi ancak ve ancak kudreti sonsuz, ilmi muhit ve bütün isim ve sıfatları nihayetsiz olan Zat olabilir. Ondan başka kimse bu icada fail olamaz. Bu icat Onun has hâtemi ve sikke-i mahsusasıdır.
Yazar: Sinan Yılmaz