10. Üçüncü Lem’a – 3. Ders: Zerrelerin muntazam hareketi
Üçüncü Lem’anın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
اذْ çünkü إنّ كلَّ ذرة şüphesiz her bir zerre لاسيما bahusus اذا كانت olduğunda من البَذْرِة والنَّوَاة tohumdan ve çekirdekten لها onun vardır وَضْعِيَّةٌ مُنتظمةٌ عجيبةٌ acayip ve muntazam bir vaziyeti.
Çünkü şüphesiz her bir zerre -bahusus tohumdan ve çekirdekten olduğunda- onun acayip ve muntazam bir vaziyeti vardır.
İzah: Üstadımız, “Her bir zerrenin acayip, muntazam bir vaziyeti vardır.” dedi ve nazar-ı dikkatleri bahusus tohum ve çekirdeğin zerratına çekti. Yani her bir zerrenin acayip muntazam bir vaziyeti vardır, ancak tohumu ve çekirdeği oluşturan zerratın vaziyeti daha aciptir. Şimdi, tohumun oluşumu üzerine biraz tefekkür edelim:
Alelade bir iş zannettiğimiz tohumun oluşumu bir mucize-i kudrettir. Tohum şöyle oluşur:
Bitkilerin polenleri böceklerin ve rüzgârların yardımıyla birbirine taşınır ve tozlaşma gerçekleşir. Tozlaşmadan sonra bitkinin dişi organındaki yumurtalıkta döllenme gerçekleşir. Bu oluşan yeni tohuma zigot denir. Zigot büyür ve embriyo olur. Oluşan embriyonun etrafında besin depo edilir ve koruyucu kabuk oluşur. Bu sayede tohum meydana gelir. Daha sonra bu tohum bitkiden çıkar ve yeni bir bitki olma yolunda ilerler.
Tam olarak anlayamadık değil mi? Bizler mahlukatın en akıllısıyız, daha tohumun oluşumunu anlayamıyoruz.
— Peki, bizim anlayamadığımız bu işi tohumdaki zerreler nasıl yapıyor ve niçin yapıyor?
Tohumun ve çekirdeğin oluşumu başlı başına bir mucizedir. Üstadımız bu mucizeye dikkat çekmek için, “bahusus tohumdan ve çekirdekten olduğunda” dedi ve tohum ve çekirdekteki zerratın muntazam ve acayip hareketine dikkat çekti.
ولها ve onun vardır مناسبةٌ bir münasebeti مع اجزاءِ الحي o canlının cüzleri ile الذي o canlı ki هي o zerre جزءٌ منه ondan bir cüzdür.
Ve onun (o zerrenin), o canlının cüzleri ile bir münasebeti vardır. O canlı ki o zerre ondan bir cüzdür.
Ya da: Ve o zerrenin, bir cüzü olduğu o canlının (diğer) cüzleri ile bir münasebeti vardır.
Yani bir zerre bir hayat sahibinin vücuduna girer ve onun bir cüzü olur. Aynı zamanda, cüzü olduğu bu hayat sahibinin diğer cüzleriyle de bir münasebeti olur.
بل hatta لها onun vardır مناسباتٌ münasebetleri مع نوعه nevi ile بل belki مع الموجودات mevcudat ile.
Hatta onun (o zerrenin), nevi ile belki mevcudat ile münasebetleri vardır.
ولها ve onun vardır وظائفُ vazifeleri في نِسَبِها nispetlerinde كالنَّفر bir nefer gibi في الدَّوائر العسكرية askerî dairelerdeki.
Ve onun, askerî dairelerdeki bir nefer gibi, nispetlerinde vazifeleri vardır.
İzah: Zerrenin üç şeyle alakası vardır. Tohum üzerinde bu alakadarlığı tefekkür edelim:
1. Tohumun kendisiyle alakadarlığı vardır.
2. O tohumun neviyle alakadarlığı vardır. Mesela o tohum bir gül tohumuysa bütün güllerle bir alakadarlığı vardır. Eğer papatya tohumuysa bütün papatyalarla alakadarlığı vardır.
3. Bütün mevcudatla bir alakadarlığı vardır.
Ve o zerrenin hem tohuma hem nevine hem de mevcudata karşı vazifeleri vardır. Şimdi bu üç maddeyi izah edelim:
Zerre tohum ile alakadardır. Zira tohumun cüzlerini ve tohumdan çıkan bitkinin aza ve cihazlarını zerreler yapmaktadır. Malumdur ki zerreler hücreleri, hücreler dokuları, dokular organları, organlar sistemleri oluşturur ve nihayetinde hayat sahibi varlık ortaya çıkar. Buna göre, sanki zerreler bir araya gelerek tohumu oluşturmuş ve yine bir araya gelerek bitkinin aza ve cihazlarını yapmıştır.
— Peki, zerratı tohumun ve bitkinin vücudunda böyle istihdam eden kimdir?
— Zerreler bu işi kendi başlarına mı yapmaktadır?
— Allah’tan başka bu işe hakiki fail olabilecek bir sebep var mıdır? Hâşâ, yoktur.
Zerreler sadece tohum ve çiçeği ile alakadar değildir; o tohumun neviyle de alakadardır. Şöyle ki:
Değişik zamanlarda ekilen aynı tür tohumlar, dikilmelerindeki zaman farkına rağmen aynı gün çiçek açarlar. Neden mi? Çünkü ancak bu şekilde üremeleri mümkündür. Polen tozları rüzgârlarla ve böceklerin kanatlarına yapışarak aynı türün başka ferdine taşınır. Bununla da aşılanma meydana gelir. Eğer çiçekler aynı gün açmamış olsaydı nesilleri çoktan tükenirdi.
Aşılanmanın olabilmesi için gül poleni güle, papatya poleni papatyaya taşınmalıdır. Başka bir çiçeğe taşınırsa aşılanma olmaz. İşte bu sebeptendir ki böcekler ilk önce hangi çiçeğe konarsa devamında hep aynı cinse konarlar. Oradaki o çiçeğin diğer fertleri bitmedikçe başka bir çiçeğe konmazlar. Eğer konsalardı, farklı cinslerin polenlerini birbirine taşıdıkları için yine aşılanma olmazdı ve çiçek nesli tükenirdi.
Şimdi soralım:
— Tohumlar farklı günlerde ekilse dahi aşılanmak için aynı gün çiçek açıyor. Acaba tohumları yapan zerreler nasıl haberleşiyorlar?
— Çiçek açma gününü nasıl belirliyorlar?
— Sonra ekilen tohum, büyümesini hızlandırıp çiçeğini o güne nasıl yetiştiriyor?
— Bu sorulara “Allah yapıyor.” demekten başka bir cevap var mıdır? Hâşâ, yoktur.
Tohumu ve çiçeği oluşturan zerrelerin mevcudat ile münasebetine gelince, birçok münasebeti vardır. Güneşle, havayla, ışıkla, toprakla, suyla, minerallerle ve daha birçok şeyle alakası vardır. Bu alakadarlık mükemmel kurulmalıdır ki tohumdan çiçek çıkabilsin. Alakadarlığı olduğu gibi, mevcudata karşı vazifeleri de vardır. Bu vazifelerden bir tanesini tefekkür edelim:
Havada %21 oksijen vardır. Eğer oksijen biraz azalırsa hayat biter. Her bir bitki ve çiçek havadaki bu oksijen dengesini ayarlayacak şekilde bir hesap uzmanı gibi çalışır. Havadan aldığı karbondioksiti ve topraktan aldığı suyu güneş ışığını kullanarak şeker ve oksijene dönüştürür. Şekeri kendi bünyesinde besin olarak depolar, oksijeni atmosfere bırakır. Eğer havada oksijen çoğalırsa üretimi kısarlar; azalırsa üretimi çoğaltırlar.
Şimdi soralım:
— Acaba bu cansız tohumun mevcudatla münasebetini kim tanzim etti?
— Tohum bunu kendi kendine mi yapıyor?
— Güneşle, havayla, suyla, toprakla ve münasebeti olduğu diğer eşyayla oturup bir anlaşma mı yaptı?
— Peki, şuursuz bitkiler havadaki oksijen dengesini sağlamak için bir kimya mühendisi gibi nasıl çalışıyor?
— Hangi aletlerle ölçüm yapıyorlar?
— Hayatın devamı onlar için neden bu kadar önemli?
Eğer Allah kabul edilmezse bu sorulara hiçbir mantıklı cevap verilemez.
Üstad Hazretleri, zerrelerin kendi ferdiyle, cinsiyle ve mevcudatla alakası olduğunu beyan etti. Biz de bu ifadeyi tohum üzerinden tefekkür etmeye çalıştık. Sizler tefekkürünüzde diğer varlıkları oluşturan zerreleri, tohumu oluşturan zerrelere kıyas edin. Onların âlemdeki diğer varlıklarla olan münasebetlerini ve umumi nizamı muhafaza için nasıl çalıştıklarını düşünün. Daha sonra da şu sorunun cevabını verin:
— Her bir varlığın diğer varlıklarla münasebetleri ve onlara karşı vazifeleri vardır. Ayrıca her bir mahluk umumi nizamın muhafazası için çalışmaktadır. Acaba hiç mümkün müdür ki bu münasebetleri bu cansız ve şuursuz zerreler kendi kendilerine kurmuş olsun ve yine kendi başlarına âlemdeki bu nizamın devamı için birer vazife üstlensin? Hâşâ ve kella…
فلو قُطِعت eğer kesilse نسبةُ الذرةِ zerrenin nispeti عن القدير الْمُطلق Kadir-i Mutlak’tan لَزِمَك أنْ تقبل kabul etmen gerekir في الذرة zerrede عينًا يرى كلَّ شئٍ her şeyi gören bir gözü وشعورًا يُحيط بكل شئ ve her şeyi ihata eden bir şuuru.
Eğer zerrenin nispeti Kadir-i Mutlak’tan kesilse, zerrede her şeyi gören bir gözün ve her şeyi ihata eden bir şuurun bulunduğunu kabul etmen gerekir.
İzah: Eğer zerre mezkûr işleri kendi başına yapıyorsa, bu durumda, her şeyi görecek bir gözünün ve her şeyi kuşatacak bir şuurunun olması lazım. Mesela şöyle demiştik:
— Farklı zamanlarda ekilen tohumlar döllenmenin olabilmesi için aynı gün çiçek açar. Eğer farklı zamanlarda çiçek açsalardı nesilleri tükenirdi.
Şimdi bu olay üzerine biraz tefekkür edelim:
– Bir zerrenin diğer tohumların çiçek açtığını bilmesi için onları gören bir gözünün olması lazım.
– Hadi onları gören bir gözü var. Ayrıca ilmi de olmalı. Döllenmek için aynı gün çiçek açılması gerektiğini bilmeli. Biz mahlukatın en akıllısıyız, bunu biz bilmiyoruz. Zerre nasıl bilecek?
– Hadi biliyor, böyle muhit bir ilmi var diyelim. Ancak bu da yetmez ki. Ayrıca sonsuz bir kudreti olmalı. Sonra ekilmişse çalışmasını hızlandırıp çiçeği çabuk yaratmalı. Diğer tohumların 10 günde yaptığını bu, bir iki günde yapmalı.
– Hadi diyelim kudreti de var, bunu da yapıyor. Bu da yetmez ki. Ayrıca merhameti de olmalı. Merhameti olmazsa niye uğraşsın? Hayatın devamı onun için neden bu kadar önemli olsun? Merhameti olmayan, başkası için bu kadar çalışır mı?
Her şeyi gören bir gözü olmalı, muhit bir ilmi olmalı, nihayetsiz bir kudreti olmalı, merhameti olmalı…
İyi de bu sıfatları taşıyana ilah denir. Eğer zerrede bu sıfatlar varsa kendisi bir ilahtır. Cansız ve akılsız olan zerrelerin bu sıfatlarla mevsuf olup ilah olduğunu kabul eden varsa, “Bu işleri zerreler yapıyor.” desin. Bunu diyene de akıllı hatta insan dahi denmez.
الحاصل el-hasıl كما أنه nitekim şu ki (nasıl ki) لو لم تُسند eğer isnad etmezsen الشُّمَيْسَاتِ المشهودة görülen güneşçikleri في القطرات damlalarda الى جلوة الشمس في ضيائها güneşin ziyasındaki cilvelere لَزِمك sana gerekir قبولَ شُموسٍ غيرِ محصورةٍ sınırsız güneşlerin kabulü في اشياءٍ صغيرةٍ küçük eşyalarda تَضِيق عن içine alamayan نُجَيْمَةِ الذُّبَيْبَةِ bir sinekçiğin (yıldız böceğinin) yıldızcığını (ışığını) التي o sinekçik ki تَطِير في الليل geceleri uçar.
El-hasıl: Nitekim şu ki (nasıl ki), eğer damlalarda görülen güneşçikleri güneşin ziyasındaki cilvelere isnad etmezsen, geceleri uçan bir sinekçiğin (yıldız böceğinin) yıldızcığını (ışığını) içine alamayan küçük eşyalarda sınırsız güneşleri kabul etmen gerekir.
İzah: Daha önce bu cümlenin izahını yapmıştık. Kısaca tekrar edecek olursak:
Güneş denizlerdeki her bir damlayı ve her bir şeffaf eşyayı ışığıyla aydınlatıyor, sıcaklığıyla ısıtıyor. Bu cihetle her bir şeffaf eşyada güneşin bir yansıması bulunuyor.
Eğer güneş inkâr edilirse, her bir şeffaf şeyin içinde hakiki bir güneşin var olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Çünkü ortada gözün gördüğü bir yansıma var. Bu yansıma ya güneşindir ya da şeffaf eşyanın kendisinindir. Eğer kendisininse o zaman içinde bir güneş vardır. Bu kaziye kabul edildiğinde, içine yıldız böceğinin ışığı sığmayan damlaya, hakiki bir güneşin sığdığını kabul etmek gerekir.
كذلك aynen bunun gibi لو لم تُسند كلَّ شئ eğer her şeyi isnad etmezsen الى القدير المطلقِ Kadir-i Mutlaka الذي o ki تَتَسَاوَى birbirine eşit oluyor بالنسبة الى قدرته kudretine nispetle الذراتُ والشموسُ والجزءُ والكلُّ والجزئيُّ والكليُّ والصغيرُ والكبيرُ zerreler ve güneşler, cüz ve küll, cüz’î ve küllî, küçük ve büyük لزمك sana gerekir قبول آلهاتٍ غيرِ متناهية nihayetsiz ilahların kabulü وسَقَطْتَ ve düşersin في بلاهةٍ bir ahmaklığa من أَشْنَع البلاهات ahmaklığın en kötüsünden.
Aynen bunun gibi, eğer her şeyi, zerrelerin ve güneşlerin, cüz’ün ve küllün, cüz’înin ve küllînin, küçüğün ve büyüğün kudretine nispetle birbirine eşit olduğu Kadir-i Mutlaka isnad etmezsen, nihayetsiz ilahları kabul etmen gerekir ve ahmaklığın en kötüsünden bir ahmaklığa düşersin.
İzah: Meselenin izahını daha önceki derslerde yapmıştık. Zaten bu üçüncü lem’a aynı hakikat etrafında dönüyor. Bu makamda sadece “cüz ve cüz’î, küll ve küllî” kavramlarının izahını yapalım:
Küll: Parçalardan oluşan bütündür. Cüz ise küll’ü oluşturan parçalardır.
– Mesela ben bir küll’üm. Elim, kolum, ayağım ve diğer azalarım ise cüzdür.
– Yine bir ağaç bir külldür. Ağacın yaprağı, çiçeği ve meyvesi ise cüzdür.
– Bir fil külldür. Filin hortumu, ayakları, kulakları ve diğer azaları cüzdür.
– Yeryüzünün tamamını bir küll olarak düşünsek; dağlar, denizler, ovalar, ormanlar ve hakeza o küll’ün cüzleri olurlar.
– Güneş sistemimizi bir küll olarak düşünsek, her bir gezegen o küll’ün bir cüzüdür.
Peki, küllî nedir?
Küllî: Küll hükmündeki varlıklardan oluşan bütündür.
– Mesela ben küll isem insan kavramı küllîdir.
– Yine bir at küll ise hayvan kavramı küllîdir.
– Bir çiçek küll ise nebatat kavramı küllîdir.
Küllînin hariçte vücudu yoktur. Bu bir şahs-ı manevinin, bir nevin ve bir cinsin ismidir. Zihinlerde teşekkül eden bir mana olup bir vücudu yoktur. Bazı şeyler vardır ki bunların vücudu olmamakla birlikte, yokluklarına da hükmedilemez. Mesela sağ, sol, alt, üst gibi kavramlar bu tip kavramlardandır. Bunların bir vücudu yoktur lakin yokluklarına da hükmedilemez. Yani ne vardır ne de yoktur. Bunlara emr-i nisbî, emr-i itibarî ya da emr-i izafî denilir. İşte küllî kavramı da bir emr-i nisbîdir. Küll hükmündeki varlıkların şahs-ı manevisini temsil eder. Bir neve veya cinse işaret eder.
Küll, cüz ve küllî kavramlarının manasını öğrendik. Peki, cüz’î nedir?
Cüz’î: Küllîyi oluşturan fertlerdir. Mesela insan nevi küllî, bir insan ise onun cüz’îsi olur.
Biraz evvel insana küll demiştik, şimdi cüz’î dedik. Bu, insanın nispetine göredir.
– İnsanın azalarına cüz nazarıyla bakılırsa, insana küll nazarıyla bakılır.
– Eğer insan nevine küllî nazarıyla bakılırsa, bu sefer insana cüz’î nazarıyla bakılır.
– Yine bir ağaca meyvesi, yaprağı ve çiçeği nazara alınarak bakılırsa, ağaç küll; çiçek, meyve ve yaprakları cüz olur.
– Eğer ağaç nevi nazara alınsa, bu durumda, ağaç nevi küllî; ağacın kendisi ise cüz’î olur.
Demek, bir varlık bir cihetten küll, diğer bir cihetten cüz’î olabilir.
Bir daha bilgiyi tekrar edelim:
Parçalardan oluşan ferde “küll” denir. Onu oluşturan parçalara “cüz” denir. Küll’lerin oluşturduğu şahs-ı maneviyeye ve neve “küllî” denir. O neve ait her bir ferde de “cüz’î” denir.
Yazar: Sinan Yılmaz