19. Yedinci Lem’a – 1. Ders: Yardımlaşma delili
اللمعة السابعة
Yedinci Lem’a
انظر bak كما nasıl ki يُشاهَد على صحيفة الارض yeryüzü sayfasında müşahede ediliyor ويُتراءى على اقطار السموات والارض ve semavatın ve arzın aktarında görünüyor خاتمُ الاحد الصمد samed olan Ehad’ın hâtemi…
Bak! Nasıl ki samed olan Ehad’ın hâtemi, yeryüzü sayfasında müşahede ediliyor ve semavatın ve arzın aktarında görünüyor.
Not: تَرَاءَى (göründü) fiili meçhul manalı olduğundan meçhulüne ihtiyaç yoktur. Buna rağmen يَتراءى şeklinde değil, يُتراءى şeklinde meçhul okuduk. Bu, önceki ibareye uyması içindir ve güzeldir. Bu tip okuyuşlar caizdir.
كذلك aynen bunun gibi يُشاهَد müşahede ediliyor على مجموع العالم mecmu-u âlemde (âlemin tamamında) خاتمُ التوحيد tevhid mührü واضحُ النقش açık bir nakış olan بدرجة كُبْرِه (âlemin) büyüklüğü derecesinde.
Aynen bunun gibi, mecmu-u âlemde (âlemin tamamında), açık bir nakış olan tevhid mührü (âlemin) büyüklüğü derecesinde müşahede ediliyor.
İzah: Vahidiyet ve ehadiyet kavramlarının manasını tekrar edelim:
Vahidiyet ve ehadiyet Allah’ın isimlerinin tecellisine iki farklı bakıştır. Aradaki farkı şu misalle anlayabiliriz:
Güneş denizi aydınlattığı gibi, denizin her bir damlasını da aydınlatır. Denizde tecelli ettiği gibi, aynı şekilde tek bir damlada da tecelli eder.
– Güneşin denizdeki tecellisi vahidiyettir.
– Denizde tecelli ettiği şekliyle tek bir damlada tecelli etmesi ehadiyettir.
Aynen bunun gibi, Allahu Teâlâ da şu âlemde isim ve sıfatlarıyla tecelli etmektedir.
– Bütün eşyanın hep birden Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olması Allah’ın vahidiyetinin tecellisidir.
– Tek bir eşyanın âlemde tecelli eden isim ve sıfatlara ayna olması ise Allah’ın ehadiyetinin tecellisidir.
Mesela Allah’ın yeryüzünün tamamına hayat vermesi vahidiyet tecellisidir. Tek bir kuşun bu hayatı kendinde göstermesi ehadiyet tecellisidir. Eğer biz tefekkür ederken yeryüzünü bir bütün olarak düşünüp, yeryüzüne hayat verilmesini tefekkür edersek vahidiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz. Eğer tek bir kuşu nazara alıp, ona hayat verilmesini düşünürsek ehadiyet tecellisini tefekkür etmiş oluruz.
Yine yeryüzü ile çiçeği kıyas ettiğimizde, yeryüzünde vahidiyet tecellisi, çiçekte ise ehadiyet tecellisi gözükür. Eğer bu kıyası mecmu-u âlem ile yeryüzü arasında yaparsak, bu durumda, mecmu-u âlemde vahidiyet, yeryüzünde ise ehadiyet tecellisi gözükür.
Üstadımız mezkûr metinde, yeryüzü sayfası ile mecmu-u âlemi nazara veriyor ve yeryüzü hakkında, “Samed olan Ehad’ın hâtemi müşahede ediliyor.” diyor. Mecmu-u âlem için ise “Açık bir nakış olan tevhid mührü müşahede ediliyor.” diyor.
Bu ifadelerden anlıyoruz ki: Mecmu-u âleme vahidiyet mührü vurulmuş, kâinat geniş bir ölçekte esmâ-i İlahîye mazhar olmuş. Yeryüzüne ise ehadiyet mührü vurulmuş, aynı isimler yeryüzünde küçük bir ölçekte tecelli etmiş.
اذ zira هذا العالم bu âlem كالقصرِ المحتشم muhteşem bir saray gibidir کالفابْريقة المنتظمَة muntazam bir fabrika gibidir كالبلد المكمَّل mükemmel bir şehir gibidir.
Zira bu âlem, muhteşem bir saray gibidir, muntazam bir fabrika gibidir, mükemmel bir şehir gibidir.
فيما بين arasında vardır أجزائه onun (âlemin) cüzleri كأجزائها وأفرادها onun (fabrikanın) cüzleri ve (içinde çalışan) fertleri gibi معاونةٌ حكيمة hikmetli bir yardımlaşma ومجاوبة كريمة ve kerim bir cevaplama…
Onun (âlemin) cüzleri arasında -onun (fabrikanın) cüzleri ve (içinde çalışan) fertleri gibi- hikmetli bir yardımlaşma ve kerim bir cevaplama vardır.
İzah: Üstadımız şu âlemi muhteşem bir saraya, muntazam bir fabrikaya ve mükemmel bir şehre benzetti. Bu teşbihin odak noktası; âlemin saray gibi, fabrika gibi ve şehir gibi kolayca idare edilmesi ve fabrikadaki çarkların ve şehirdeki fertlerin birbirinin imdadına koşması gibi, eşyanın birbirinin imdadına koşmasıdır.
Şu kâinat fabrikasındaki bütün nevler, cüzler ve fertler arasında, canlı olsun cansız olsun, her bir eşya arasında bir yardımlaşma vardır. Üstadımız bunu şöyle ifade etti: Hikmetli bir yardımlaşma ve kerim bir cevaplama…
Şu iki kelimeye dikkat edelim: Hikmetli ve kerim.
Yani bu yardımlaşmada bir hikmet ve cömertlik gözüküyor. Sanki birbirlerinin sesini çok uzak mesafelerden işitiyorlar, hikmetle imdada koşuyorlar, dostâne yardım edip cömertlikle muamele ediyorlar ve birbirlerinin ihtiyacını karşılıyorlar.
Şimdi, böyle bir yardımlaşma için, yardım eden eşyanın hangi sıfatlara sahip olması gerektiğini düşünelim:
– Başkasına yardım edebilmek için ilk önce yardım edenin iradesi olmalı ve yardım etmeyi yardım etmemeye tercih etmelidir.
– İradenin yanında kudreti de olmalıdır. Kudreti olmazsa yardım edemez.
– Bunun yanında, yardıma muhtaç olanı tanıyabilecek bir ilmi,
– Onun sesini duyabilecek bir işitmesi,
– Onu görebilecek bir gözü,
– İhtiyacını hissedebilecek bir aklı ve daha bunlar gibi onlarca sıfatı olmalıdır.
Hâlbuki yardıma koşan eşyada bu sıfatlar yoktur. İşte bu hâl ispat eder ki onlar kendi başlarına yardıma koşmuyorlar. Perde arkasında bir Zat-ı Hakîm ve Kerîm var, onları birbirinin yardımına O koşturuyor.
Şimdi, bir misal üzerinde yardımlaşma hakikatini tefekkür edelim:
Kökün iki tane vazifesi vardır. Birisi ağacı ayakta tutmaktır. Diğeri ağaca lazım olan maddeleri topraktan almaktır. Lakin ardıç ve çam gibi, iğne yapraklı ağaçların yetiştiği topraklar asit karakterli olduğundan kök lazım olan maddeleri topraktan alamaz.
İşte ağaç bu sıkıntı içinde kıvranırken birden bir mantar gelir ve ağacın köküne yerleşir. Ağaca lazım olan maddeleri onun için hazırlar ve ağaca takdim eder. Ağaç da bu iyiliğe karşı ürettiği şekerin bir kısmını ona sunar.
Şimdi bu hadise üzerine tefekkür edelim:
1. Mantar ağacın bu sıkıntısını nereden biliyor? Elbette bunu bilmesi mümkün değildir. Zira bilmek ilim sıfatına sahip olmak ile mümkündür. Mantarın ise ilmi yoktur. Allah’ı inkâr eden kimse, kendinden dahi haberi olmayan mantarın İbni Sina kadar ilmi olduğunu kabul etmek zorundadır. Gerçi bunu o bile yapamazdı.
2. Hadi ilmi var ve ağacın sıkıntısını biliyor diyelim. Lakin ağaca yardım etmek merhametin eseridir. Merhameti olmayan yardım etmez. Hâlbuki mantarın merhameti yoktur. Allah’ı inkâr eden, mantarda sonsuz bir merhametin varlığını kabul etmek zorundadır.
3. Haydi ilim ile beraber merhameti de var diyelim. Acaba kökün yapamadığı işi o nasıl yapıyor ve ağaca lazım olan maddeleri nasıl üretiyor? Yoksa mantarın sonsuz bir kudreti mi var? Allah’ı inkâr eden, mantarda sonsuz bir kudretin varlığını kabul etmek zorundadır.
4. Acaba mantar ağaca lazım olan maddeleri nereden biliyor? Hangi mektepte botanik okumuş? Mesela siz ağaca lazım olan maddeleri biliyor musunuz? Herhâlde bilmiyorsunuzdur. Peki, bizim bilmediğimizi mantar nasıl bilecek? Allah’ı inkâr eden, mantarda sonsuz bir ilmin ve hikmetin varlığını kabul etmek zorundadır.
5. Acaba ağacın bu iyiliğin altında kalmayıp ürettiği şekerin bir kısmını mantara sunması onun minnettarlığının bir eseri midir? Yani bu ağaç iyiliğin altında kalmayacak kadar izzetli bir ağaç mıdır? Allah’ı inkâr eden, bu ağacın izzet sahibi olduğunu kabul etmek zorundadır.
Daha bunlar gibi, onlarca maddeyle tahlil yapabiliriz.
اذ zira يُسرعُ koşar بعضُ الاجزاءِ cüzlerin bir kısmı لمعاونةِ بعضٍ (diğer cüzlerin) bir kısmının muaveneti için في الطُّرق الطويلةِ المعوَّجة uzun ve eğri büğrü yollardan بلا انْحراف sapmadan وبالانتظام intizamla وفي وقت الحَاجة ihtiyaç vaktinde ومن حيثُ لا يُحتسَب ve umulmadık yerden.
Zira cüzlerin bir kısmı, uzun ve eğri büğrü yollardan, sapmadan, intizamla, ihtiyaç vaktinde ve umulmadık yerden, (diğer cüzlerin) bir kısmının muaveneti için koşar.
İzah: Şu maddeler üzerinde -mananın odak noktasını esas yaparak- tefekkür etmelisiniz:
1. Yardım edenin, uzun ve eğri büğrü bir yoldan gelmesi.
2. Sapmaması ve yardım edeceği mahluka intizamla koşması.
3. İhtiyaç vaktinde yetişmesi.
4. Yardımların umulmadık yerden yapılması.
فانظر bak ki ترها onları (o cüzleri) göresin قد مدّ uzatmış بعضٌ bir kısmı يدَ المعاونة yardım elini لحاجة بعضٍ (diğer) bir kısmın ihtiyacı için.
Bak ki onları (o cüzleri), bir kısmı yardım elini (diğer) bir kısmın ihtiyacı için uzatmış göresin.
وفي هذا التعاونِ bu teavünde vardır تجاوبٌ ب: لبيك لبيك lebbeyk lebbeyk ile bir cevaplama…
Bu teavünde lebbeyk lebbeyk ile bir cevaplama vardır…
بألسنة الاحوال hâl lisanlarıyla لأسئلة الأغيار başkalarının suallerine karşı والامثال ve emsallerinin.
Başkalarının ve emsallerinin suallerine karşı hâl lisanlarıyla.
Toplu mana: Bu teavünde, başkalarının ve emsallerinin suallerine karşı, hâl lisanlarıyla lebbeyk lebbeyk diyerek bir cevaplama vardır.
قد أخذ tutmuş بعضٌ bir kısmı يدَ بعضٍ bir kısmın elini فيسعوْن koşuyorlar ويعملون ve çalışıyorlar بالانتظام intizamla يدًا في يدٍ el ele…
Bir kısmı bir kısmın elini tutmuş koşuyorlar ve intizamla el ele çalışıyorlar…
ويخدِمون ve hizmet ediyorlar ذوي الحياةِ hayat sahiplerine رأسًا مع رأسٍ baş başa (birlikte)…
Ve hayat sahiplerine baş başa (birlikte) hizmet ediyorlar…
ويتوجهون ve yöneliyorlar الى غايةٍ bir gayeye…
Ve bir gayeye yöneliyorlar.
ويطيعون ve itaat ediyorlar مدبرًا واحدًا tek bir Müdebbire كتْفا بكتف omuz omuza.
Ve tek bir Müdebbire omuz omuza itaat ediyorlar.
İzah: Son cümlelerin manası açık olduğundan izaha gerek duymuyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz