a
Ana SayfaLemaat26. On İkinci Lem’a: Ölüm Allah’ın bekasına bir delildir

26. On İkinci Lem’a: Ölüm Allah’ın bekasına bir delildir

اللمعةُ الثانيةَ عشرةَ

On İkinci Lem’a

انظر  bak  كما  nasıl ki  أنّ الحياةَ برهانُ الأحدية  hayat ehadiyetin bir burhanıdır  ودليلُ وجوبِ الوجود  ve vücubu’l-vücudun bir delilidir  فالموتَ  ölüm de  دَليلُ السرمديةِ والبقاء  sermediyetin (ebedîliğin) ve bekanın bir delilidir.

Bak! Nasıl ki hayat ehadiyetin bir burhanıdır ve vücubu’l-vücudun bir delilidir; ölüm de sermediyetin ve bekanın bir delilidir.

İzah: Ehadiyet kavramının manasını ve hayatın ehadiyetin bir burhanı olmasını önceki derslerimizde tekrarla mütalaa etmiştik. Bu sebeple tekrar izaha gerek duymuyoruz.

Vücubu’l-vücud: Varlığın zaruri ve vacip olmasıdır. Allahu Teâlâ vâcibu’l-vücuddur. Yani varlığı zaruri ve zorunludur. Allah’ın varlığı kabul edilmeden kâinatın varlığı izah edilemez. Şu mümkünü’l-vücud olan mahlukat, bir Vâcibu’l-vücudu ispat etmekte ve bütün sıfatlarıyla ona işaret etmektedir.

Hayat, Allah’ın hem ehadiyetine hem de varlığının vacip oluşuna bir delil olduğu gibi, ölüm de Allah’ın ebediyetine ve bekasına bir delilidir. Bu lem’a, ölümün Allah’ın bekasına olan delaletini işliyor.

اذ كما  zira nasıl ki  أنّ ظهورَ  zuhuru (ortaya çıkması)  قطرات النهر الجاري  akan bir nehrin damlalarının  وحبَابَات البحر المتموج  ve dalgalanan denizin kabarcıkları  وشفّافات وجه الأرض المتجددة  ve yenilenen yeryüzünün şeffafları  شاهداتٌ على الشمس  güneşe şahittirler  بإراءةِ تماثيلها وضيائها  güneşin timsallerini ve ziyasını göstermekle.

Zira nasıl ki akan bir nehrin damlalarının zuhuru, dalgalanan denizin kabarcıkları ve yenilenen yeryüzünün şeffafları, güneşin timsallerini ve ziyasını göstermekle güneşe şahittirler.

İzah: Mesela şeffaf bir şişe düşünelim. Bu şişe ışık saçıyor olsun ve üzerinde ziya ve parıltı olsun…

Şişenin ışığı kendinden midir yoksa güneşten midir bunu anlamanın çok basit bir yolu var:

Şişeyi alıp karanlık bir odaya koyarız. Şişedeki ışık devam ediyorsa ziya kendisine aittir. Yok, ışık kaybolup şişe karanlığa düşmüşse, ziya onun zatî malı olmayıp güneşindir.

Bu durumda, şişe kendisindeki bu ışık ve ziyayla güneşin varlığını ispat eder. Hiç kafayı kaldırıp güneş var mı yok mu diye semaya bakmaya gerek yok. Şişeye bak; onda bir ziya ve ışık varsa gökte güneş vardır.

Zira ortada bir ışık var. Bu ışık ya güneşindir ya da şişenindir; sahipsiz olamaz. Eğer güneş kabul edilmezse, ışık ve ziya şişenin kendisine verilmek zorundadır. İyi de bu durumda, karanlık bir odaya konulduğunda, üzerindeki ışığın kaybolmasını neyle izah edeceğiz? Hiçbir şeyle izah edemeyiz. Bunun izahının tek yolu, ışık ve ziyanın şişenin malı olmayıp güneşin malı olduğunu kabul etmektir.

Misalimizdeki şişe gibi, nehir ve denizlerdeki kabarcıklardan tutun, yeryüzündeki diğer bütün şeffaf eşyaya kadar her bir şeffaf eşya, üzerindeki ziya ve parlaklık cihetiyle güneşin varlığına şehadet ederler.

وإن زوالَ تلك القطراتِ والحبابات والشفافات  ve şüphesiz bu damlaların, kabarcıkların ve şeffafların zevali  وغروبِها وأفولها وفناءها وموتها  ve onların gurûbu, batmaları, fenaları ve ölümleri  مع استمرار  devamıyla birlikte  تجلِّي الضياءِ  ziyanın tecellisinin  على امثالها  emsallerinin üzerinde  الآتية عقيبَها  arkalarından gelen…

Ve şüphesiz arkalarından gelen emsallerinin üzerinde ziyanın tecellisinin devamıyla birlikte; bu damlaların, kabarcıkların ve şeffafların zevali; onların gurûbu, batmaları, fenaları ve ölümleri…

ودوامَ جلوات التماثيلِ  ve timsallerinin cilvelerinin devamı  على كل قافلةٍ  her kafile üzerinde  سيارةٍ خلفَها  arkalarından gelen…

Ve arkalarından gelen her kafile üzerinde timsallerinin cilvelerinin devamı…

شاهداتٌ على  şahittirler  بقاء الشمس  güneşin bekasına  في تجليّاتها  tecelliyatında  ودوامِ الضياء في جلواتها  ve cilvelerinde ziyasının devamına…

Tecelliyatında güneşin bekasına ve cilvelerinde ziyasının devamına şahittirler…

وعلى أن كلَّ هذه التماثيلِ  ve bütün bu timsallerin  والأشعات  ve şuaların  آثارُ شمسٍ واحدة  tek bir güneşin eserleri olduğuna.

Ve bütün bu timsallerin ve şuaların tek bir güneşin eserleri olduğuna (şahittirler).

فيُظهرون  gösterirler  وجودَها بوجودهم  varlıklarıyla güneşin varlığını  وبقاءَها ووحدتَها بعدمهم  ve ademleriyle güneşin bekasını ve vahdetini  مع انْعدام أسبابهم الظاهريّة معهم  kendileriyle beraber zahirî sebeplerinin yok olmasıyla birlikte.

Varlıklarıyla güneşin varlığını; kendileriyle beraber zahirî sebeplerinin yok olmasıyla birlikte ademleriyle güneşin bekasını ve vahdetini gösterirler.

Toplu mana: Ve şüphesiz, arkalarından gelen emsallerinin üzerinde ziyanın tecellisinin devamıyla birlikte, bu damlaların, kabarcıkların ve şeffafların zevali; onların gurûbu, batmaları, fenaları ve ölümleri ve arkalarından gelen her kafile üzerinde timsallerinin cilvelerinin devamı; tecelliyatında güneşin bekasına, cilvelerinde ziyasının devamına ve bütün bu timsallerin ve şuaların tek bir güneşin eserleri olduğuna şahittirler. Ve varlıklarıyla güneşin varlığını; kendileriyle beraber zahirî sebeplerinin yok olmasıyla birlikte ademleriyle güneşin bekasını ve vahdetini gösterirler.

İzah: Her bir şeffaf eşya kendisinde gözüken ışık ve ziya cihetiyle güneşin varlığına şehadet ediyor. Ölümleriyle birlikte, yeni gelenlerin aynı ziya ve timsalleri göstermesi cihetiyle de güneşin devamına ve bekasına şehadet ediyor. Bütün bu parıltılar, cilveler, timsaller hepsi tek bir güneşin eseri olduğunu ilan ediyor. Çünkü güneş baki olmasaydı, yeni dünyaya gelenlerde, öncekilerde bulunan aynı ziya ve timsaller gözükmezdi.

Mesela denize bakıyoruz… Üzerindeki kabarcıklarda bir parıltı, bir ışık gözüküyor. Sonra birden bir dalga geliyor, bütün kabarcıklar ölüyor ve üzerlerindeki ziya kayboluyor. Yeni gelen kabarcıklara baktığımızda, aynı öncekilerde olan ziya ve timsaller görünüyor. İşte bundan anlaşılıyor ki bu ziyanın sahibi olan güneş bakidir.

Evet, şeffaf eşya, varlığıyla güneşin varlığına; ölümleriyle de güneşin devam ve bekasına şehadet ediyor.

— Peki, misaldeki güneşin, şeffaf eşyanın ve şeffaf eşyada gözüken ışığın hakikatte karşılığı nedir?

Güneş, Şems-i Ezel ve Ebed olan Allah’ı temsil ediyor. Şeffaf eşya, bütün varlıkları temsil ediyor. Sinekten tutun galaksilere kadar her bir varlık böyle şeffaf bir eşyadır. Şeffaf eşyada gözüken ziya ve timsaller de Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellisini temsil ediyor.

Mesela bir kelebeği düşünelim: Muhyi isminden Müzeyyin ismine, Musavvir isminden Mülevvin ismine, Latif isminden Hakîm ismine kadar onlarca esmâ-i hüsnâ kelebeğin vücudunda tecelli etmektedir. Kelebek kendisinde tecelli eden bu isimlerle, isimlerin müsemması olan Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet eder.

Şimdi, bu kelebek öldü, yerine başka bir kelebek geldi. Peki, biraz evvel saydığımız isimler bu yeni kelebekte tecelli ediyor mu? Evet, ediyor. İşte yeni gelen kelebeğin, ölen kelebekte tecelli eden isim ve sıfatlara mazhar olması ispat eder ki bu isimlerin müsemması ve bu sıfatların mevsufu olan Zat bakidir, ebedîdir, sermedidir ve ölümsüzdür.

Demek, her bir varlık, üzerinde tecelli eden esmâ-i İlahî cihetiyle Allah’ın varlığına şehadet ediyor ve öldükten sonra yerine gelen varlıkta aynı isim ve sıfatların gözükmesi cihetiyle de Allah’ın bekasına delalet ediyor.

كذلك  aynen bunun gibi  هذه الموجوداتُ  bu mevcudat  تشهد بوجودها  varlığı ile şehadet eder  على وجوب وجود الواجب الوجود  Vacibu’l-vücud’un varlığının zaruriliğine.

Aynen bunun gibi, bu mevcudat varlığı ile Vacibu’l-vücud’un varlığının zaruriliğine şehadet eder.

وتشهد  ve şehadet eder  بزوالها مع أسبابها  esbabıyla birlikte ölmesiyle  ومَجيئَ امثالها عقيبَها  ve arkalarından emsallerinin gelmesiyle  على أزليته وسرمديته وأحديته  ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine.

Ve esbabıyla birlikte ölmesiyle ve arkalarından emsallerinin gelmesiyle ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet eder.

İzah: Daha önce izahını yaptığımız “vacibü’l-vücud” kavramını bir daha tekrar edelim:

Vacibü’l-vücud “varlığı vacip olan” demektir. Yokluğu da bir vücut mertebesi kabul ettiğimizde vücut mertebeleri üçe ayrılır:

1. Vacibu’l-vücud: Varlığı lazım ve vacip olan.

2. Mümkünü’l-vücud: Varlığı ve yokluğu eşit olan.

3. Mümteni: Varlığı imkânsız olan.

Bir kitabı düşündüğümüzde, bu kitabın kendisi mümkünü’l-vücuddur. Varlığı ve yokluğu müsavidir. Var olabilmesi için bir irade sahibinin tercihine ihtiyacı vardır. Bir kâtip varlığını yokluğuna tercih ettiğinde var olur, onu yırttığında yok olur.

Kitabın varlık mertebesi mümkünü’l-vücud iken, kâtibinin varlık mertebesi -mecazi anlamda- vacibu’l-vücuddur. Kâtip olmadan kitabın varlığı izah edilemez.

Mümteni ise kitabın kâtipsiz olmasıdır.

Bir misalle daha meseleyi pekiştirelim:

Bir masayı düşünsek, masanın varlığı mümkünü’l-vücuddur. Ustasının varlığı -mecazi anlamda- vacibu’l-vücuddur. Masanın ustasız olması ise mümtenidir.

Şu kâinatı esas aldığımızda, kâinatın ve içindeki her bir eşyanın vücud mertebesi mümkünü’l-vücuddur. Olabilirdi veya olmayabilirdi, olması tercih edildi ve oldu. Varlığı için başka bir sebebe muhtaç; kendi kendine var olamıyor. Bu sebeple, kâinat mümkünü’l-vücuddur.

Her mümkünü’l-vücud bir vacibu’l-vücudu iktiza eder. İşte Allahu Teâlâ vacibu’l-vücuddur. Kâinatın varlığını yokluğuna tercih etmiş ve içindeki eşyayla birlikte âlemi halk etmiştir.

Şu âlemin yaratıcısının olmaması ise mümtenidir.

Üstadımız dedi ki: Bu mevcudat varlığı ile Vacibu’l-vücud’un vücub-u vücuduna şehadet eder.

Yani mümkünü’l-vücud olan varlıklar, varlıklarının yokluklarına tercih edilip yoktan yaratılmalarıyla ve daha birçok cihetle, vacibü’l-vücud olan Allah’ın vücub-u vücuduna yani varlığının vacip oluşuna şehadet eder.

— Peki, varlıklar başka neye şehadet ediyor?

Üstadımız dedi ki: (Eşyanın) esbabıyla birlikte ölmesi ve arkalarından emsallerinin gelmesiyle (Allah’ın) ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet eder.

Evet, bir mahluk ölüyor, bütün güzelliği ve kemaliyle zevale gidiyor; onun yerine gelen aynı mahlukta aynı güzellik ve kemal gözüküyor. İşte bu hâl, onlarda tecelli eden cemal ve kemalin onların zatî malı olmadığını, başka bir Zat-ı Bâki’nin cemalinin ve kemalinin bir tecellisi olduğunu ispat eder.

Bu, güneş ve şeffaf eşya misaline benziyor. Güneşin ziya ve timsallerine mazhar olan eşyanın, ölümleriyle birlikte, kendilerinde gözüken ziya ve timsali kaybetmesi; yerlerine gelen şeffaf eşyada aynı ziya ve timsallerin gözükmesi ispat eder ki gökte daimi ve baki bir güneş vardır. O şeffaf eşyada gözüken ziya ve timsaller güneşin hem varlığına hem de bekasına delildir.

Aynen bunun gibi, şeffaf eşya hükmündeki varlıkların ölüm ve zevalleri, onların yerlerine gelenlerde ise aynı cemal ve kemalin gözükmesi ispat eder ki onlarda tecelli eden bütün cemal ve kemal bir Şems-i Ezelî’nin tecellisidir. O Şems-i Ezelî ki ebedîdir, bakidir, sermedidir ve bizatihi kaimdir.

إذ إن  zira şüphesiz  تجددَ المصنوعات الجميلة  güzel masnuatın yenilenmesi  وتبدلَ الموجودات اللطيفة  ve latif mevcudatın değişmesi  وغروبَها في طلوع أمثالها  ve emsallerinin tuluunda gurûbları  وأفولَها في ظهور أشباهها  ve benzerlerinin zuhurunda batmaları  عند اختلاف الليل والنهار  gündüzün ve gecenin ihtilafı esnasında  وعند تحول الفصول وتبدل العصور  mevsimlerin tahavvülü ve asırların tebeddülü hengâmında…

Zira şüphesiz, gündüzün ve gecenin ihtilafı esnasında, mevsimlerin tahavvülü ve asırların tebeddülü hengâmında güzel masnuatın yenilenmesi, latif mevcudatın değişmesi; emsallerinin tuluunda gurûbları ve benzerlerinin zuhurunda batmaları…

تشهد شهادة قاطعة  kati bir şekilde şehadet eder  على وجودِ ذي جمالٍ  bir güzellik sahibinin vücuduna  مجردٍ سرمديٍّ عالٍ دائم التجلِّي  mücerred, sermedî, âli, devamlı tecelli eden  وعلى بقائه ووحدته  ve onun bekasına ve vahdetine.

Kati bir şekilde, mücerred, sermedî, âli, devamlı tecelli eden bir güzellik sahibinin vücuduna ve onun bekasına ve vahdetine şehadet eder.

İzah: Gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder. Yaz kışı, kış yazı kovalar. Unsurlar denilen başta dört ana unsur; toprak, ateş, hava ve su ve diğer unsurlar olan elementler her daim bir tebeddüle, bir değişime maruz kalır. Ve bunların neticesinde şu güzel masnuat ve bu latif mevcudat meydana çıkar, vücut bulur.

Lakin dünyaya gelen çok durmaz. Vazifesini tamamlar, bir devir ve teslim ile silahlarını ve kendisine zimmetlenmiş diğer eşyayı teslim edip, vazifeyi kendinden sonra gelene devreder. Bu devir ve teslim töreni milyonlarca yıldır devam eder. Her gün bir kafile gelir, bir kafile gider; gelen gider, giden gelmez.

İşte bu hâl ve bu hâlin intizamla devam etmesi ispat eder ki bu nizamın nezzamı olan zat ebedîdir, sermedidir, âlîdir ve dâimüttecellidir yani her daim isim ve sıfatlarıyla tecelli etmektedir. Varlıklarda tecelli eden bütün cemal ve kemalin hakiki sahibi Odur. Her bir mahluk, vücuduyla o Sahib-i Cemal’in -yani güzellik sahibinin- varlığına şehadet eder. Ölüp gittiğinde, yerine gelen emsalinde, aynı cemal ve kemalin gözükmesiyle de o Zat-ı Cemal’in bekasına ve birliğine şahadet eder. Demek, varlığıyla Allah’ın varlığına şahittir. Ölüp gitmesi ve arkasından gelen emsalinde aynı cemal ve kemalin gözükmesiyle de Allah’ın beka ve vahdetine şahittir.

Şimdi, bu hakikat üzerinde biraz daha derinlemesine tefekkür edelim:

Yazın yaratılan güller, kışın gelmesiyle ölüyor ve zevale gidiyor. Ölümlerinden sonra gece gündüzü, gündüz geceyi takip ediyor. Yaz sonbaharı, sonbahar kışı, kış ilkbaharı ve ilkbahar da yazı takip ediyor. Yaz mevsimi geldiğinde toprakta, havada ve diğer varlıkların vücutlarında olan elementler vatanlarını terk edip bir araya geliyor ve gülü meydana getiriyor; unsurların tebeddülüyle gül icat ediliyor. Bu gül, önceki yazda yaratılan gül ile birebir aynı. Sanatı aynı, rengi aynı, şekli aynı, üzerinde tecelli eden isim ve sıfatlar aynı; aynı da aynı…

İşte bu hâl ispat ediyor ki bu işin hakiki faili olan ve gülü yoktan yaratan zat bakidir, ebedîdir, ölümsüzdür. Çünkü değişen sahnelerin intizamla değişebilmesi için değişmeyen bir el ve baki bir zat lazımdır. Ancak değişmeyen bir el sayesinde değişen sahneler intizamla değişebilir.

Hem bu yazda yaratılan gül, önceki yazdaki gülle aynıdır. Bu ayniyet ispat eder ki ikisinin de sahibi birdir, aynı zattır. Bu da tevhide bir delildir. Demek, Allah hem bakidir hem vâhiddir.

وان زوالَ الاسبابِ الثُّفليّة مع المسبَّبات  şüphesiz süfli sebeplerin müsebbebatla birlikte zevali  في الانقلابات السنوية والعصرية  senevî ve asrî inkılaplarda…

Şüphesiz senevî ve asrî inkılaplarda süfli sebeplerin müsebbebatla birlikte zevali…

ثم  sonra  اعادةَ أمثالِ المسبَّبات  müsebbebatın benzerlerinin iadesi  مع الاسباب  sebeplerle birlikte…

Sonra sebeplerle birlikte müsebbebatın benzerlerinin iadesi…

يشهد قطعا على  katiyetle şehadet eder  أن الاسباب  esbab  كالمسبَّبات  müsebbebat gibi  عاجزةٌ مصنوعة  âcizdir ve masnudur.

Katiyetle şehadet eder ki esbab, müsebbebat gibi âcizdir ve masnudur.

İzah: İlk önce şu iki lafzın manasını öğrenelim: Esbab ve müsebbebat.

Esbap sebepler demektir. Müsebbebat ise sebeplere takılan neticeler demektir. Esbabın tekili sebep, müsebbebatın tekili ise müsebbebtir. Mesela:

– Tavuk sebeptir, yumurta müsebbeb.

– Ağaç sebeptir, meyve müsebbeb.

– Bulut sebeptir, yağmur müsebbeb.

– Tohum sebeptir, çiçek müsebbeb…

Allah’ı inkâr edenler müsebbebatı -yani neticeleri- esbabın yaptığına itikat ediyorlar. Hâlbuki esbab da müsebbebat gibi ölüyor. Vakti geldiğinde her ikisi birden aynı anda yaratılıyor.

Mesela ağaç sebep, meyve ise müsebbebtir. Kâfir diyor ki: Bu meyveyi bu ağaç yaptı.

Biz de ona diyoruz ki: İyi de senin fail olarak gösterdiğin ağaç vakti geldiğinde meyvesiyle birlikte öldü. İskelet gibi kupkuru bir hâlde aylarca kaldı. Sonra mevsimi geldiğinde birden yaprak ve çiçeklerle süslendi ve dallarına meyveler takıldı.

İşte bu hâl yani sebebin müsebbeb ile birlikte ölmesi ve her ikisinin aynı anda diriltilmesi ispat eder ki meyvenin sahibi ağaç değildir. Ağaç da meyve gibi mahluktur, masnudur. Ağacın da meyvenin de sahibi müsebbibü’l-esbab olan Allah’tır.

Yine mesela bulut sebep, yağmur ise müsebbebtir. Kâfir diyor ki: Bu yağmuru bulut yaptı.

Biz de ona diyoruz ki: İyi de senin fail olarak gösterdiğin bulut bir müddet önce yoktu. Birden var oldu ve yağmur yağmaya başladı. Yağmur bitince de yok oldu gitti.

İşte bu hâl yani sebep olan bulutun, müsebbeb olan yağmur ile aynı anda yaratılması ve beraber yok olup, sonra tekrar beraber var edilmeleri ispat eder ki yağmurun sahibi bulut değildir. Bulut da yağmur gibi mahluktur, masnudur. Bulutun da yağmurun da sahibi müsebbibü’l-esbab olan Allah’tır.

Ağaç ile meyve ve bulut ile yağmur arasındaki bu mukayese bütün esbap ve müsebbebat için geçerlidir. Biz ağaç ile meyveyi ve bulut ile yağmuru tefekkür ettik. Siz tefekkür sofranıza başka esbap ve müsebbebatı misafir edin ve bu hakikati onlar üzerinde tefekkür edin.

قُورِنت  iktiran edilmiştir  بينها وبينها  onun ile onun arası (esbab ile müsebbebatın arası)   لِحِكَمٍ دقيقة  ince hikmetler için.

İnce hikmetler için onların arası (esbab ile müsebbebatın arası) iktiran edilmiştir.

İzah: Mesela süt inek ile yaratılmaktadır. İnek yoksa süt de yoktur. Meyve ağaç ile yaratılmaktadır. Ağaç yoksa meyve de yoktur. Yine yumurta tavuk ile yaratılmaktadır. Tavuk yoksa yumurta da yoktur.

Bunlar gibi, bütün neticeler sebeplere takılmış ve bir sebebin eliyle verilmiştir. Neticelerin sebeplerle birlikte gözükmesine “iktiran” denir. İktiran yakınlık demektir. İşte ehl-i gafleti aldatan bu yakınlıktır. Ehl-i gaflet iktiranı illet ile karıştırmış, iktiranı illet zannetmiştir. İllet, kudret-i İlahîyedir. Eşyanın varlığının sebebi bu kudrettir. İktiran ise sebeple neticenin bir arada bulunmasıdır. Bir arada bulunmak da nice ince hikmetlerin tahakkuku içindir. Bu hikmetlerin bir kısmını Lemaat Risalesi’nin başında mütalaa etmiştik.

بل  belki  تدل على  delalet eder  أن كلَّ هذه المصنوعات اللطيفة السيالة  bu akıp giden latif masnuatın her biri  وهاتيك الموجودات الجميلة الجوالة  ve bu gezen güzel mevcudatın…

Belki bu akıp giden latif masnuatın ve bu gezen güzel mevcudatın her biri delalet eder…

انما هي  o ancak  صنعةٌ متجددة  yenilenen sanattır  للذات الأحدية  Zat-ı Ehadiyete ait  في الجلال والجمال  celalde ve cemalde (olan).

O ancak, celalde ve cemalde olan Zat-ı Ehadiyetin yenilenen sanatıdır.

الذي  o zat ki  جميعُ أسمائِه  onun bütün esması  قدسيةٌ جميلةٌ  kudsidir ve güzeldir.

O zat ki onun bütün esması kudsidir ve güzeldir.

ونقوشُه المتحولة  ve onun değişen nakışlarıdır  ومراياه المتحركة  ve hareket eden aynalarıdır  وسِكاتُه المتعاقبة  ve peş peşe gelen sikkeleridir  وخواتمُه المتبدلة  ve değişen hâtemleridir.

(Ve bu masnuat ve mevcudat) onun değişen nakışları, hareket eden aynaları, peş peşe gelen sikkeleri ve değişen hâtemleridir.

Toplu mana: Belki şüphesiz, bu akıp giden latif masnuatın ve bu gezen güzel mevcudatın her biri (şuna) delalet eder: O ancak, bütün esması kudsi ve güzel olup, celalde ve cemalde olan Zat-ı Ehadiyetin yenilenen sanatıdır; onun değişen nakışları, hareket eden aynaları, peş peşe gelen sikkeleri ve değişen hâtemleridir.

İzah: Son kısmın izahına gerek duymuyoruz. Sizler manayı tefekkür edersiniz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin