a
Ana SayfaKader3. “İlim maluma tabidir.” kaidesinin izahı

3. “İlim maluma tabidir.” kaidesinin izahı

Bu dersimizde, “İlim maluma tabidir.” kaidesini işleyeceğiz. Bu ders bizim kader hakkındaki üçüncü dersimiz. Bu dersi anlayabilmek için ikinci dersin mutlaka okunması lazım. Bu ders, o dersin devamıdır. Eğer ikinci dersi okumadıysanız, önce ikinci ders olan ezeliyet bahsini okuyun ve daha sonra bu derse geçin.

Kader meselesinin anlaşılabilmesi için iki noktanın çok iyi anlaşılması gerektiğini önceki derste ifade etmiştik. Bu iki noktadan birisi Allah’ın ezeliyetiydi. Bu bahsi önceki derste işledik. Çok iyi anlaşılması gereken ikinci noktaysa “İlim maluma tabidir.” kaidesidir. Bu nokta da kavrandığında kader meselesi çözülür.

İlim: Bir şeyin zihindeki şeklidir.

Malum ise: O şeyin hariçteki gerçek hâlidir.

Mesela bir elmayı ele alalım. Elmanın zihnimdeki şekli ilimdir, malum ise elmanın kendi şeklidir.

— Acaba ben elmayı bu şekilde bildiğim için mi elma böyle? Yoksa elma böyle olduğu için mi ben onu öyle biliyorum? Yani benim ilmim, malum olan elmanın şekline mi bağlı? Yoksa malum olan elma, ilim olan benim bilgime mi bağlı?

Biraz daha açarsak:

— Eğer ben elmayı karpuz gibi bilseydim elma karpuza dönüşür müydü?

Elbette ki hayır. Çünkü malum olan elmanın şekli ilmime bağlı değildir. Ben onu bu şekilde bildiğim için o bu şekle bürünmemiştir. Bilakis elma bu surette olduğu için ben onu böyle bilmekteyim. O hâlde ilim yani elmanın zihnimdeki şekli, maluma yani elmanın gerçek şekline tabidir.

“İlim maluma tabidir.” kaidesini kavradığımızda kader meselesi açılacaktır. Bu sebeple örneklere devam edelim:

Farz edelim ki kasamda 500 lira var ve ben kasamda 500 liranın olduğunu biliyorum. Kasamda 500 liranın varlığını bilmem ilimdir. Malum ise kasamdaki 500 liradır. Şimdi yine aynı soruyu soralım:

— Ben bildiğim için mi kasamda 500 lira var? Yoksa kasamda 500 lira olduğu için mi ben böyle biliyorum? Yani ilmim maluma mı tabi yoksa malum olan kasadaki para ilmime mi tabi?

Elbette ilim maluma tabi. Yani ben bildiğim için kasada 500 lira yok. Bilakis kasada 500 lira olduğu için ben öyle biliyorum. Eğer bunun tersi olsaydı yani ilim maluma tabi olacağı yerde malum ilme tabi olsaydı, ben kasada 500 lira yerine 500 milyon liranın var olduğunu zannettiğimde kasada o kadar paranın olması gerekirdi. Hâlbuki böyle olmuyor. Sebebi ise malumun ilme değil, ilmin maluma tabi olmasıdır.

Kaidemizi bir daha tekrar edelim: İlim maluma tabidir.

Bu kaide üzerine birazdan bir hüküm bina edeceğiz. Ancak önce kaideyi biraz daha pekiştirelim. Şimdi bir misal daha verelim:

Yüksek bir tepede oturduğumuzu farz ediyoruz. Tepenin altında da kavisli bir tren yolu olsun. Siz tepenin tam üstünde olduğunuzdan tren yolunun hem sağını hem solunu, tamamını görebiliyorsunuz. Ve bir baktınız ki aynı rayda karşılıklı ilerleyen iki tren var. Onların iki dakika sonra çarpışacaklarını gördüğünüzden elinizdeki deftere “Bu iki tren iki dakika sonra çarpışacak.” diye yazdınız. Trenler de iki dakika sonra çarpıştı.

Şimdi, kazadan kurtulan makinistlere deseniz ki:

— İşte bu benim defterim. Ben sizin çarpışacağınızı daha siz çarpışmadan önce bu deftere yazmıştım.

Acaba makinistlerin size şöyle deme hakları var mıdır:

— Biz senin yüzünden kaza yaptık. Eğer sen bizim kaza yapacağımızı yazmasaydın biz çarpışmazdık, sen yazdığın için çarpıştık. Sen bu kazanın sebebisin.

Elbette diyemezler. Çünkü sizin yazınız yani ilim, onların çarpışacağına yani maluma tabidir.

Başka bir ifadeyle: Siz onların çarpışacağını gördüğünüzden dolayı bu yazıyı yazdınız, yoksa onlar siz yazdığınız için çarpışmadılar. Siz yüksek bir yerde olduğunuz için onların göremediklerini, aynı raydan ilerlediklerini gördünüz.

Hem sizin yazınız sadece bir tespittir. Zorlama ve kaza sebebi değildir. Eğer kaza sizin yazınız yüzünden olsaydı o hâlde şunun da olması gerekirdi:

Siz çarpışacak bu iki tren hakkında “Çarpışmayacaklar.” diye yazardınız, onlar da aynı raydan karşılıklı ilerlemelerine rağmen çarpışmazlardı. Eğer ilim maluma tabi olacağı yerde malum ilme tabi olsaydı dünyanın hiçbir yerinde kaza olmazdı. Bir adam defterine “Bugün hiç kaza olmayacak.” diye yazar ve kazaları önlerdi. Hâlbuki bu asla olmaz.

Her misal “İlim maluma tabidir.” kaidesini daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Bu sebeple misallere devam ediyoruz:

Senenin başında aldığınız bir takvimde senenin bütün günlerindeki güneşin doğuş ve batış saatlerinin yazılı olduğunu görürsünüz. Mesela senenin son günü olan 31 Aralığa baksanız, güneşin doğuş vaktinin 7:15 ve batış vaktinin 16:45 olduğunu görürsünüz.

İşte takvimdeki bu yazı ilimdir. Malum ise güneşin o saatte doğacak ve batacak olmasıdır. Yine sorumuz aynı:

— Acaba takvimde yazıldığı için mi güneş o saatlerde doğuyor ve batıyor? Yani malum olan güneşin doğup batacağı saat, ilim olan takvimdeki yazıya mı tabi? Yoksa güneşin o saatte doğup o saatte batacağı önceden hesaplanıp bilindiği için mi takvime kaydedilmiş? Yani ilim maluma mı tabi?

Elbette ikinci şık yani ilmin maluma tabi olması doğru.

Zira güneşin doğacağı ve batacağı saatler hesaplanmış ve yazılmış. Eğer tersi olsaydı, malum ilme tabi olup yazıldığı için doğup batsaydı; takvime güneşin doğuş vakti olarak 7:15 yerine 12:00 yazdığımızda güneşin 12:00′de doğması hatta “Bugün güneş doğmayacak.” yazdığımızda güneşin o gün doğmaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Sebebi ise ilmin -yani takvimdeki yazının- maluma -yani güneşin kendisine- tabi olmasıdır.

Şimdi şunu düşünelim: İnsan son derece âciz, zayıf, ilmi noksan, zaman ve mekânla kayıtlı olduğu hâlde bir sene sonra güneşin ne zaman doğacağını ve ne zaman batacağını önceden biliyor ve onu takvime kaydediyor. Ve hiçbir insanın aklına “Takvimde güneşin doğma ve batma vakitleri yazıldığı için güneş bu saatlerde doğmak ve batmak mecburiyetinde kalıyor. Bu yazı olmasaydı güneş bu saatlerde doğup batmazdı.” gibi batıl bir fikir gelmiyor.

— Hâl böyle iken, acaba ezeliyetin ve nihayetsiz bir ilmin sahibi olan Allah’ın, bir takvim hükmünde olan kader defterine doğacağımız günü, batacağımız yani öleceğimiz günü ve bu iki gün arasında neler yapacağımızı yazmasını niçin kavrayamıyoruz?

Herhâlde misaller çoğaldıkça kavrayışımız artacak. Bu sebeple, şimdi bir misal daha verelim:

İstanbul-Ankara arası 500 km’dir. Bu mesafenin bizler tarafından bilinmesi ve kitaplarda yazılması ilimdir. Malum ise bu mesafenin kendisidir. Burada da durum aynıdır. İlmimiz maluma tabidir. Bu misaldeki malum İstanbul-Ankara arasının 500 km olduğudur. Eğer ilmimiz maluma tabi olacağı yerde malum ilme tabi olsaydı -yani biz bu mesafeyi böyle bildiğimiz için bu mesafe bu kadar olsaydı- o zaman biz bu mesafenin 1.000 km olduğunu zannettiğimizde malum mesafenin 1.000 km’ye çıkması gerekirdi. Hatta aradaki mesafenin sadece 1 metre olduğunu zannettiğimizde de İstanbul’dan bir adım atarak Ankara’ya ulaşmamız gerekirdi. Ama bunların hiçbiri asla olmuyor. Biz ne bilirsek bilelim, ilmimizin malum üzerinde bir etkisi olmuyor. Sadece mesafenin 500 km olduğunu bildiğimizde doğru biliyoruz, diğer zanlarımızda ise yanlış biliyoruz.

Aynen bu misalde olduğu gibi, doğuşumuz ile ölümümüz arasında ne kadar mesafe varsa ve bu mesafede hangi istasyonlara uğrayıp o istasyonlarda neler yapacaksak, bunların hepsi malumdur. Bu malumun Allah tarafından bilinmesi ve Allah’ın ilminin bir ünvanı olan kader defterinde yazılması ise ilimdir.

— Kaidemiz neydi?

İlim maluma tabidir.

O hâlde Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır. Burada önemli olan “ilmin maluma tabi olması” kaidesini Allah’ın ezeliyetiyle beraber düşünmemizdir. Ezeliyeti kavramadan bu kaidenin tek başına anlaşılması mümkün değildir.

Şimdi, ilmin maluma tabi olması kaidesiyle ilgili başka bir misal verelim:

Tren istasyonlarında trenlerin geleceği saatler yazılıdır. İşte bu yazı ilimdir. Malum ise trenin o saatte gelecek olmasıdır. Sorumuz yine aynı:

— Yazılı olduğu için mi tren geliyor, yoksa trenin o saatte geleceği bilindiği için mi yazılmış?

Kaidemiz neydi? İlim maluma tabidir.

O hâlde sorumuzun cevabı: Trenin geleceği bilindiği için yazılmış.

Eğer tersi olsaydı yani malum ilme tabi olsaydı, yaramaz bir çocuk trenin geliş saatini değiştirdiğinde trenin gelmemesi gerekirdi. Hatta trenlerin geliş-kalkış saatlerini bildiren tablo yanlışlıkla kırıldığında artık hiçbir trenin o istasyona uğramaması gerekirdi. Hâlbuki bunların hiçbiri olmuyor. Çünkü malum asla ilme tabi değildir.

İşte Allah’ın bilgisi ve kader yazısı istasyondaki, trenin geliş-kalkış saatlerinin yazılı olduğu tabloya benzer ve bu ilimdir. Bizim yapacağımız şeyler ise istasyona gelecek olan tren gibidir, malumdur. Misalimizdeki trenin tablodaki yazıdan dolayı istasyona gelmemesi, bilakis trenin geleceği için böyle bir yazının yazılmış olması gibi, Allah bildiği için de biz yapmamaktayız; biz yapacağımız için Allah öyle bilmektedir.

“İlim maluma tabidir.” kaidesini anlayabilmek için farklı misaller verdik. Bu kaideyi ve ezeliyet bahsini anlamak kaderi anlamak demektir. Şimdi son bir misal daha verelim ve bu bahsi tamamlayalım:

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ahir zaman fitnelerinden ve kıyametin alametlerinden bahsetmiştir. Efendimizin bu bahsi ilimdir. Malum ise bu hadiselerin kendisidir. Sorumuz yine aynı:

— Peygamberimiz (a.s.m.) haber verdi diye mi ahir zaman fitneleri çıkacak? Yoksa ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için mi Efendimiz (a.s.m.) onlardan haber vermiş?

İlim maluma tabi olduğundan dolayı, ahir zaman fitnelerinin çıkacağı için Peygamberimizin haber verdiği şıkkı doğrudur. Zaten bunun tersi düşünüldüğünde, ahir zaman fitnelerinden Peygamberimizi mesul tutmak ve “Eğer haber vermeseydi bunlar olmazdı.” demek lazım gelir. Bunun ne kadar yanlış olduğunu ise her akıl sahibi takdir edebilir.

Bu misallerle anladık ki ilim maluma tabidir. Şimdi bu kaideyi kader hakkında bir daha tahlil edelim:

Allah’ın bizim ne yapacağımızı bilmesi ve bu bilgiyi kader defterinde yazması ilimdir. Bu ilim neye tabidir? Elbette malum olan bizim fiillerimize ve yapacaklarımıza tabidir. Yani biz yapacağımız için Allah öyle bilmiştir ve yazmıştır. Yoksa Allah öyle bildi diye biz mecburen yapmamaktayız.

O hâlde şöyle diyebiliriz: Hem kaderi inkâr eden hem de suçunu kadere yükleyen kişi iki şeyden habersizdir.

1. Allah’ın ezeliyetini ve ezeliyetin ne manaya geldiğini bilmemektedir.

2. “İlim maluma tabidir.” kaidesinden habersizdir.

Bu iki şeyden habersiz oldukları için, Allah’ı tenzih etmek niyetiyle kaderi inkâr ediyorlar. Çünkü onlara göre, Allah ne yapacağımızı bilirse, Allah bildiği için yapmış oluruz. Böyle olursa da Allah mesul olur. Bizim mesul olabilmemiz için Allah’ın bilmemesi gerekir.

İşte böyle düşünmüşler ve sonunda kaderi inkâr etmişler. Kaderi inkâr edeceklerine Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini okusalardı kaderi anlarlar; sapmaktan ve saptırmaktan kurtulurlardı.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin