2. Ezeliyet kavramının izahı
Kaderi inkâr edenler “zaman” ve “ezel” kavramlarını birbiriyle karıştırıyorlar ve ezeli zamanın başlangıcı zannediyorlar. Kaderi anlayamamak, ezeli zamanın başlangıcı zannetmekten dolayıdır.
O hâlde biz şimdi kader inkârcılarına ezelin ne olduğunu öğretelim. Belki öğrenirler de bu batıl itikatlarından vazgeçerler.
Zaman: Kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hâl ve gelecek olarak üçe taksim edilir. Bu taksim mahlukata göredir. Yani asır, sene, ay, gün, dün, bugün, yarın gibi bütün kavramlar ancak yaratılmışlar için söz konusudur.
Ezel ise zamanın başlangıcının öncesi demek değildir. Ezelde geçmiş, hâl ve gelecek yoktur. Ezel bütün bu zamanların aynı anda görüldüğü ve bilindiği bir makamdır.
Şimdi Allah’ın ezeliyet sıfatını misallerle anlamaya çalışalım:
Düz bir çizgi düşünün… Bu çizgi zaman çizgisi olsun. Bu çizginin ortası şimdiki zaman yani şu anda içinde bulunduğumuz an olsun. Orta noktanın sağ tarafı geçmiş zaman olsun. Sağ tarafın en ucundaki noktada kâinat yaratıldı ve daha sonra ilk insan Hz. Âdem (a.s.)… O zamandan bugüne kadar yaratılan her şey hâl ile geçmiş zamanın ifade edildiği bu iki nokta arasında var oldu.
Zaman çizgimizin sol tarafı gelecek zamandır. Bu çizgi kıyametin de ötesinde cennet ve cehennem hayatını içine alan sonsuzluk hayatıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz hâl noktası ile gelecek zaman noktası arasında torunlarımız, onların torunları ve kıyamete kadar yaratılacak her şey hatta bunun da ötesinde öldükten sonra dirilme, hesaba çekilme, amellerin tartılması ve sırattan geçme gibi hadiseler var.
Ezel ise bu zaman çizgimizin sağdaki başlangıç noktasının öncesi değildir! İşte kaderi anlayamamamızın sebebi ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli burası zannettiğimizde Allah’ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir. İşte bu zan ve ezeliyet kavramını yanlış anlamamız şu soruyu sormamıza sebep olacaktır:
— Allah günahkâr olmamı yazmışsa benim suçum ne?
Şimdi, ezel kavramını zaman çizgimizde resmettiğimizde bu sorunun ne kadar manasız bir soru olduğu anlaşılacaktır.
Ezel zaman çizgimizin sağında değil, çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın öncesi değil, bir zamansızlıktır. Hâli, geçmişi ve geleceği aynı anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allah bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını da öbür günü de ve cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi de bugünle birlikte görmektedir.
İşte kaderi anlayamayanların takıldığı nokta burası: Ezeliyeti zamanın başlangıcı zannediyorlar. Böyle zannettikleri için de kaderi kavrayamıyorlar.
Şu noktaya bir daha dikkat çekelim: Allah için hâl, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar zamanla kayıtlı olan bizler içindir.
Şimdi bu meseleyi diğer bir örnekle inceleyelim:
Sağdan sola doğru bir çizgi çizelim ve bu çizgi bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hâl yani şimdiki zaman, sağ tarafı geçmiş zaman, sol tarafı ise gelecek zaman…
Şimdi, bu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna zemine yakın olduğu için sadece “hâl” aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Bu pozisyonda aynamızda hâl ile birlikte geçmiş ve geleceğin de bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha onda aksetti. Demek aynayı kaldırdıkça aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.
İşte bu noktada ayna hâl, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki üç zamanın tamamını aynı anda görmektir.
Demek, “Allah ezelîdir.” dediğimizde, Allah’ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğünü, bildiğini ve zaman kaydından münezzeh olduğunu anlıyoruz. Kaderi anlayamayanlar ezeliyeti zamanın başlangıcı zannediyorlar. Böyle zannettikleri için de kaderi kavrayamıyorlar.
— Daha ezeliyeti anlamaktan âciz olan bu kişilerin din namına söyledikleri hangi sözlerine güvenilir ve hangi sözleriyle amel edilir?
Bunu sizlerin takdirine bırakıyorum!
Şimdi meseleyi üçüncü bir örnekle inceleyelim:
Erzurum’dan İstanbul’a doğru üç vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan bir tanesi İstanbul’a girmek üzere İzmit’te, diğeri İzmit’tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir’de ve üçüncü vasıtamız da ikisinin gerisinde Ankara’da olsun.
Şimdi, bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz:
İzmit’te olan vasıtamız Eskişehir ve Ankara’da olan araçlara kıyasla önde yani istikbaldedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.
Eskişehir’de olan vasıtamız ise İzmit’te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir’den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara’da olana kıyasla istikbaldedir. Zira daha bu araç onun mevkiine ulaşmamıştır.
Ankara’da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç da Ankara’yı çoktan geçmiştir.
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken, yukarıda olan ve üç vasıtayı aynı anda aydınlatan güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani “Güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir.” denilemez. Çünkü güneş bu üç vasıtayı aynı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü aynı anda kuşatmaktadır. İşte güneşin bu hâli yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.
Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide yani geçmişte kalmıştır. Bugünden hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak mahluklar ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir zaman onların dedeleri de istikbalden torun bekliyordu. İşte dedelerimiz kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde bu dünyaya uğrayıp teneffüs ederek maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizler de bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız hâle yani şimdiki zamana çıkacaklar.
Görüldüğü gibi, geçmiş, gelecek ve hâl gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Hâlbuki her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hâl ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki güneş gibi bütün bu zamanları aynı anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır.
O hâlde “Allah yazdı diye biz yapıyoruz.” denilemez. Zira Allahu Teâlâ ezeliyeti ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından, bizim hür irademiz ile ne yapacağımızı bilmiş ve ne yapacaksak kader defterimize onu yazmıştır. Allah yazdı diye biz yapmamaktayız. Bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır.
Ezeliyeti anlamak kader meselesini anlamanın anahtarıdır. Kader bahsinde bocalamanın en birinci sebebi Allah’ın ezeliyet sıfatının anlaşılamaması ve Allah’ın zaman mefhumuyla kayıtlı olduğunun zannedilmesidir. Şimdiye kadar ezeliyete dair üç misal verdik. Şimdi son bir misal daha verelim ve meseleyi iyice pekiştirelim.
Bir şiirin tamamını bildiğiniz takdirde, sizin ilminizin şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde güneşin üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, sizin ilminiz de bütün mısralara aynı anda vâkıftır. Fakat şiirin mısraları için kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusu olmaktadır. Mesela altıncı mısra dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Siz şiirin ilk beş mısrasını yazıp altıncıyı yazmaya başladığınızda artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hâlde yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra sizin ilminizde mevcuttur. O hâlde öncelik ve sonralık sizin ilminiz için söz konusu değildir.
Aynen bunun gibi, XIX. asır ve o asırda yaşayanlar XVIII. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, XX. asra göre ise mazidedir. Ancak zamandan münezzeh olan Allah için bütün bu asırlar; geçmiş, hâl ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.
Demek, “Allah’ın ezelî ilmi” dediğimiz kader, geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.
Buraya kadar verdiğimiz misallerle Allah’ın ezeliyetini anlamaya çalıştık. Ancak şu unutulmamalıdır ki verdiğimiz bütün misaller aklın anlamaktan âciz kaldığı bir hakikati akla yakınlaştırmak için sadece küçük birer dürbündür. Yoksa akıl nasıl ki Allah’ın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü hakkıyla anlamaktan âcizdir; aynen bunun gibi, Allah’ın ezeliyetini ve zamandan münezzeh olduğunu tam idrakten de âcizdir. Ancak şu sönük dürbünler bile meselenin tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamaktadır.
Kaderi inkâr edenler ezeliyetin manasını bilmediklerinden Allah’ı tenzih etmek için kaderi inkâr ediyorlar. Onlara göre, Allah ne yapacağımızı bilirse Allah bildiği için yapmış oluruz. Böyle olursa da Allah mesul olur. Bizim mesul olabilmemiz için Allah’ın bilmemesi gerekir.
İşte böyle düşünmüşler ve sonunda kaderi inkâr etmişler. Herhâlde meseleyi anladınız.
Allah’ın ezeliyetini öğrendikten sonra bir şeyi daha öğrenmeliyiz. Bu, “İlim maluma tabidir.” kaidesidir. Bu kaide anlaşılınca göreceksiniz ki kader hakkında cevapsız zannedilen bütün sorular birden cevaplarını bulacaklar. Bu meseleyi sonraki derste işleyeceğiz.
Yazar: Sinan Yılmaz