20. Cevşen’in senedi üzerine bir mütalaa
Bir kısım insanlar Cevşen’e itiraz etmekte ve senedinin olmadığını söyleyerek Cevşen’in Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi olmadığını iddia etmektedir. Bu makamda, onları ilzam edecek bir tahlil yapacağız.
Cevşen duası ve bu duanın bazı kısımları zayıf kaynaklarda geçmektedir. Mesela “Mecmuatü’l-Ahzab”da ve “Mecmuatü’d-Daavat”ta bu dua zikredilmiştir. Yine “Kenzü’l-Ummal”da Cevşen’den bazı bölümler zikredilir. Ancak bu kaynaklar hadis ilminde zayıf kaynaklar olup, Cevşen’in Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi olduğunu ispata kâfi gelmez.
Bu durumda, Cevşen’in Peygamberimizden mervi olduğuna inanan bizlerin, buna inanmayan birisiyle münazara ederken farklı bir yol takip etmesi gerekir. Ben kendi nefsimde takip ettiğim yolu hayalî bir münazara suretinde yazacağız. Belki sizlere de bir numune olur.
Münkir: Nedir bu devamlı okuduğun Cevşen? Bunun sahih bir senedi yok ki…
Kâbil: Cevşen okumak haram mıdır ya da sevabı yok mudur?
Münkir: “Haram” demedim; “Senedi yoktur.” dedim.
Kâbil: Hıı, yani şunu kabul ediyorsun: Bu bir dua kitabıdır ve Allah’ın methüsena edildiği bir virddir. Bunu okumak da sevaptır ve ibadettir.
Münkir: Yani bunu söylemiyorum, sadece “Senedi yoktur.” diyorum.
Kâbil: O zaman senedinden önce halletmemiz gereken konu şu: Bunu okumak sevap mıdır yoksa günah mıdır?
Bak, A’raf suresinde şöyle buyrulmuş:
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَا
“Bütün güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse o isimlerle Allah’a dua edin.” (A’raf 170)
Bu ayet-i kerime, Allah’ın isimleriyle dua etmemizi emrediyor. Cevşen’de de Allah’ın güzel isimleri yazılıdır ve bin cümleyle Allahu Teâlâ methüsena edilir. Bu durumda, Cevşen okumak -velev ki senin dediğin gibi Peygamberimizden mervi olmasa da- bir ibadettir ve Kur’an’ın bir emridir.
Şimdi sen beni, Kur’an’ın mezkûr emrine uyduğum, Allah’ı methüsena ettiğim ve esmâ-i hüsnayı zikrettiğim için mi uyarıyorsun ve hata ettiğimi söylüyorsun?
Münkir: Ya ben böyle demedim. Sadece dedim ki: Bunun sahih bir kaynağı yoktur.
Kâbil: İbadet kastıyla okuduğumuz bir virdin illaki sahih bir kaynağı mı olmalı ya da Peygamberimizden mi mervi olmalı? Peygamberimizden mervi olmayan virdleri okuyamaz ve duaları yapamaz mıyız? Eğer öyleyse haydi bütün dua mecmualarını ve zikir kitaplarını yırt ve yak!
Münkir: Ya sözümü nereden nereye çektin! Ben ne dedim, sen ne anladın?
Kâbil: Eğer ben yanlış anladıysam hemen düzeltelim. Ben senin, “Cevşen okumak haramdır.” dediğini zannettim. Şimdi anlıyorum ki sen Cevşen okumanın bir ibadet ve sevap olduğunu kabul ediyorsun. Sadede senedi hakkında itirazın var.
Münkir: Yani tam böyle değildi ama iş buraya geldi… Tamam, Cevşen okumanın bir ibadet olduğunu kabul ediyorum. Nasıl ki hadis olmayan diğer duaları okumak ve zikirleri çekmek bir ibadettir; Cevşen okumak da aynen böyle bir ibadettir. Ama yine diyorum ki: Cevşen’in senedi yoktur.
Kâbil: Elhamdülillah, biraz yol katettik. En azından Cevşen okumakla günah işlediğimi artık söylemiyorsun. Senedi meselesine de geleceğiz…
Münkir: Olmayan bir şeye nasıl geleceksin?
Kâbil: Bir soruyla gelelim: Şu andaki mevcut hadislerin toplamı kaçtır? Yani hadis kitaplarında toplamda kaç hadis-i şerif var?
Münkir: Ne bileyim ben kaç tane var! Oturup hadisleri mi saydım?
Kâbil: O hâlde ben söyleyeyim: İmam Suyûtî Hazretlerinin beyanına göre, 200 bin hadis-i şerif var. Suyûtî Hazretleri bu 200 bin hadisin tamamını senetleriyle birlikte ezberlemiş.
Münkir: İyi de bunun konumuzla ne ilgisi var?
Kâbil: Çok ilgisi var. Birazdan o ilgiye geleceğim. Ama önce sana hadis usulüyle ilgili biraz bilgi vereyim:
Hadis âlimleri kendi aralarında şu şekilde tasnif edilirler:
– Yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene “hafız” denir.
– İki yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene “şeyhu’l-hadis” denir.
– Üç yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene “hüccetü’l-İslam” denir.
– Üç yüz binden daha çok hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberleyene “hadis imamı” ve “hadis müçtehidi” denir.
Hadis imamlarından bir kısmı -Mesela İmam Buhârî- beş yüz bin hadis-i şerifi ezberlemiştir. Ahmed İbni Hanbel Hazretleri ise bir milyon hadis-i şerifi senetleriyle birlikte ezberlemiştir.
Şimdi sana sorum şu: Mevcut hadislerin sayısı iki yüz bindir. Hâlbuki hüccetü’l-İslam makamında olan muhaddisler üç yüz bin hadisi ve hadis müçtehidi makamında olan muhaddisler daha fazla hadisi ezberlemiştir. Peki, ezberledikleri bu hadisler nerededir?
Yani İman Buhari’nin ezberlediği 300 bin hadis ve Ahmed İbni Hanbel Hazretlerinin ezberlediği 800 bin hadis nerededir? (Onların ezberlediği toplam hadislerin sayısından mevcuttaki 200 bin hadisi çıkardığımızda bu rakamlar kalıyor.)
Münkir: Bu anlattıklarını ilk defa duydum; bu sebeple cevabını bilmiyorum. Sen söyle bakalım, bu hadisler neredeymiş?
Kâbil: Bu hadisler kaybolmuş. Biz kısmı savaşlarda yakılmış, bir kısmının tek nüshası olduğundan zamanla kaybolmuş, bir kısmı İslam düşmanları tarafından yok edilmiş ve hakeza… Bizler birçok hadis kitabının ismini biliyoruz; ancak bu kitapların kendisi ortada yok. Yani ismi var, cismi yok.
Münkir: Bu anlattıklarınla nereye varacağını hâlâ anlamadım!
Kâbil: Şuraya varacağım hatta vardım: Sen Cevşen hakkında, “Hadis değildir.” diyemezsin; belki, “Mevcut hadisler içinde yoktur.” diyebilirsin. Bir şeyin hakikatte olmaması farklı bir şeydir, mevcutlar arasında olmaması farklı bir şeydir.
Yine şuraya varıyorum: Sen “Yoktur.” sözünü ve inkârını asla ispat edemezsin. Zira ispat edebilmek için, Ahmed İbni Hanbel Hazretlerinin ezberlediği bir milyon hadis-i şerifi önümüze koyman ve “Bak, burada yok demen.” lazım. Hatta bu bile yetmez. Zira Ahmed İbni Hanbel Hazretlerinin ulaşamadığı birçok hadis-i şerif vardır. Onları da önümüze koymalı ve bize göstermelisin ki davanı ispat edebilesin. Yoksa senin davan kuru iddiadan öteye geçmez. Biz de senin iddianla amel edecek değiliz.
Münkir: İyi de bir söz mevcut hadis kitaplarında yoksa, o söz hakkında “Bu hadis değildir.” diyemez miyiz?
Kâbil: Güzel bir soru… Bu sorunun cevabını İmam Suyûtî Hazretlerinden öğrenelim. İmam Suyûtî Hazretleri, “Sened-ü Musafaha” Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadis kaidesi olarak şöyle diyor:
— Senedi bulunmayan hadisler görülürse, eğer o hadis, usul-u İslamiyeye zıt, akla münafi ve diğer sahih hadislere muhalif ise o zaman mevzuluğuna (uydurma olduğuna) hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadis bir tarafa bırakılır ve ilişilmez.
Bak, İmam Suyûtî Hazretleri, bir hadise ilişilebilmesi için üç şart ortaya koyuyor:
1. Usul-u İslamiyeye zıt olmalı.
2. Akla münafi olmalı.
3. Sahih hadislere muhalif olmalı.
Şimdi bu üç şartı Cevşen’e tatbik edelim:
1. Cevşen’in cümleleri usul-u İslamiyeye zıt değildir.
2. Akla münafi değildir.
3. Sahih hadislere muhalif değildir.
Cevşen bu üç şarta muhalif olmadığı gibi,
1. Cümleleri baştan sona kadar Kur’an ayetlerini ve esmâ-i hüsnayı terennüm etmektedir.
2. Usul-ü İslamiyenin en mühim temeli olan tevhid hakikatini tahkim ve takviye etmektedir.
3. Marifet-i İlahiyeye dair harikulade tavsifat yapmaktadır.
Bu tahlilden de şu çıkar:
Senin için yol ikidir:
Ya diyeceksin ki: Bediüzzaman gibi bir allame, Cevşen’in Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi olduğunu beyan etmiş, onu hayatının bir virdi yapmış, kıymetine dair çok izahlar yapıp talebelerine okumaları hususunda ısrarla nasihat etmiş. Böyle bir zatın “Hadistir.” dediği hadistir.
Ya böyle diyeceksin ya da üstte yaptığımız mütalaanın bir neticesi olarak sükût edip Cevşen’e ilişmeyeceksin. Yani diyeceksin ki: Mevcut hadis-i şeriflerin içinde yok, ancak bize ulaşmayanların içinde olabilir. En doğrusunu Allah bilir.
Senin için bu iki şıktan birini tercih vardır; başka bir şık yoktur. Eğer muhal bir şık olan, “Cevşen hadis değildir.” dersen, ne iddianı ispat edebilir ne de bizi ikna edebilirsin. Hem de Suyûtî Hazretlerinin beyan ettiği bir usul kaidesine muhalefet etmiş olursun.
Münkir: Ne yalan söyleyeyim, izahların karşısında şaşırdım. Allah var, ben bunları hiç düşünmemiştim.
Kâbil: Zaten sizin sorununuz düşünmemek! Zannediyorsunuz ki her şeyi siz bilirsiniz, sizden başkası hiçbir şey bilmez… Şimdi sana, Cevşen’in Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi olduğunu başka bir yolla ispat edeceğim:
Ortada bir Cevşen var. Eğer bu Cevşen Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi değilse bunu bir beşer yazmış olmalı. Öyle ya, kendi kendine vücut bulacak hâli yok…
Şimdi sana sorum şu: Eğer Cevşen Peygamberimiz (a.s.m.)’dan mervi değilse Cevşen’i kim yazmış? Müellifi kim?
Münkir: Kimin yazdığını bilmiyorum ama araştırır öğrenebilirim.
Kâbil: Öğren bakalım kim yazmış… Kimin yazdığını bulduğunda şunu yapacağız: O zatın diğer dua ve virdlerini bulup Cevşen ile kıyas edeceğiz. Bakalım, o zatın diğer dualarında Cevşen’dekine benzer bir marifetullah ve methüsena var mı?
Münkir: Nasıl yani?
Kâbil: Şöyle: Eğer Cevşen’i bir Allah dostu yazdıysa elbette o zatın başka telifleri de vardır. Ve Cevşen ona aitse, bu zatın çok yüksek bir marifetullahı vardır. Elbette bu marifetullahın izini diğer dualarında da görürüz. Eğer göremiyorsak bundan anlarız ki Cevşen’i o zat yazmamıştır.
Şimdi sana şunu söyleyeyim: Sen Cevşen’i hiç okumamışsın ve manasına bakmamışsın. Duayla da ilgilenmemiş; Allah dostlarının dua ve virdlerini hiç incelememişsin. Ama bu fakir çok inceledi ve çok okudu.
Evvela Cevşen’i ezberledi. Sonra da dua mecmualarını araştırmaya ve evliyanın dualarını ezberlemeye başladı. Yüzlerce sayfa dua inceledi ve birkaç yüz sayfasını da ezberledi. Bütün bu çalışmalarının sonunda da şunu gördü:
Marifetullahın en yüksek mertebesine ulaştığı kabul edilen veliler dahi Allah’ı tavsif ve senada Cevşen’e yetişemiyorlar. Bırakın yetişmeyi, Cevşen’deki marifetullahın onda birine ulaşamıyorlar.
Ben o duaları incelerken ve ezberlerken en çok arzu ettiğim şey, duaya medih ve sena ile başlamaktı. Yani önce Allah’a “Ya” nidasıyla nida edip, sonra Allah’ı vasfedip, sonra da dua etmekti. Mesela bir numunesini söyleyeyim:
…يَا مَنْ هُوَ الْمُحِيطُ الْجَامِعُ، وَيَا مَنْ لاَ يَمْنَعُهُ عَنِ الْعَطَاءِ مَانِعٌ، وَيَا مَنْ لاَ يَنْفَدُ عِنْدَهُ، أَسْأَلُكَ كَشْفَ سِرِّ اْلاَحَدِيَّةِ
İşte bu dua gibi başında nida ve sena olan dualar beni daha çok cezbediyordu; ben de bunları daha çok arıyordum. Ancak bunlar o kadar azdı ve Cevşen’e kıyasla o kadar zayıftı ki bunu gördüğümde Cevşen’in ne büyük bir mucize olduğunu fark ettim. Ve anladım ki: Eğer vahiy olmazsa, bir beşerin fikri bu marifetullaha ulaşamaz…
Şu noktaya dikkatini çekiyorum: Ben Cevşen’i Peygamberimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetine bir delil yapıyor ve diyorum ki: Eğer Peygamberimiz (a.s.m.)’ın risaletinin hiçbir delili olmasaydı Cevşen tek başına ispat ederdi ki o Zat-ı Nurani (a.s.m.) Allah’ın resulüdür. Zira bir beşer vahye mazhar olmadan böyle bir marifetullaha ulaşamaz.
Ne acayiptir ki benim risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delil yaptığım şeyi sen inkâr ediyor; benim kendisiyle imanımı kuvvetlendirdiğim şeyi sen reddediyorsun. Bu senin cehaletinden ve kibrindendir.
Sana son olarak derim ki: İnsafla Cevşen’i bir defa -manasını da düşünerek- oku. Bak bakalım, bir beşerin fehmi böyle bir virdi yazmaya yeter mi?
Kardeşlerim, hayalî münazara burada son buldu. Şimdi hayalî arkadaşıma değil, sizlere derim ki:
Sakın Cevşen’e ilişenlerin sözlerine itibar etmeyin. Cevşen’i kendinize vird-i zeban edin ve dilinizden hiç düşürmeyin.
Yazar: Sinan Yılmaz