a
Ana Sayfa1-50 Arası7. Ezel; mazi, hâl ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misaldir.

7. Ezel; mazi, hâl ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misaldir.

Şu metnin mütalaasını yapacağız:

“Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel; mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona ezel deyip, o ezel ilmine eşyanın tertip ile girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir.” (Yirmi Altıncı Söz)

Üstadımız bu beyanıyla ezeliyetin manasını bizlere öğretmiş ve bununla da kader meselesini mesele olmaktan çıkarmış. Zira kaderin anlaşılamamasındaki en büyük sebep “zaman” ve “ezel” kavramlarının birbiriyle karıştırılması ve yanlış değerlendirilmesidir. İnsan zaman ve mekânla kayıtlı olduğu için her hadiseyi ve her hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve ezeli zamanın başlangıcı zannederek hata yapmaktadır. Kaderi anlayamamak böyle yanlış bir kıyasın mahsulüdür.

Zaman: Kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hâl ve gelecek olarak üçe taksim edilir. Bu taksim mahlukata göredir. Yani asır, sene, ay, gün, dün, bugün gibi bütün kavramlar ancak yaratılmışlar için söz konusudur.

Ezel ise zamanın başlangıcının öncesi demek değildir. Yani zaman bir yerde başlamış da ezel o anın evveli değildir. Ezelde geçmiş, hâl ve gelecek yoktur. Ezel bütün bu zamanların aynı anda görüldüğü ve bilindiği bir makamdır.

Şimdi, Allah’ın ezeliyet sıfatını misallerle anlamaya çalışalım. Allah’ın ezeliyeti anlaşıldığında, “Ezel mazi, hâl ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine misaldir.” cümlesi de anlaşılacaktır.

Düz bir çizgi düşünelim… Bu çizgi zaman çizgisi olsun. Bu çizginin ortası şimdiki zaman yani şu anda içinde bulunduğumuz an olsun.

Orta noktanın sağ tarafı geçmiş zaman olsun. Sağ tarafın en ucundaki noktada kâinat yaratıldı ve daha sonra ilk insan Hz. Âdem (a.s.)… O zamandan bugüne kadar yaratılan her şey hâl ile geçmiş zamanın ifade edildiği bu iki nokta arasında var oldu.

Zaman çizgimizin sol tarafı gelecek zamandır. Bu çizgi kıyametin de ötesinde cennet ve cehennem hayatını içine alan sonsuzluk hayatıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz hâl noktası ile gelecek zaman noktası arasında torunlarımız, onların torunları ve kıyamete kadar yaratılacak her şey hatta bunun da ötesinde öldükten sonra dirilme, hesaba çekilme, amellerin tartılması ve sırattan geçme gibi hadiseler var.

Ezel ise bu zaman çizgimizin sağdaki başlangıç noktasının öncesi değildir!..

İşte kaderi anlayamamamızın sebebi ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli burası zannettiğimizde Allah’ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir. Bu zan ve ezeliyet kavramını yanlış anlamamız şu soruyu sormamıza sebep olmuştur:

— Allah günahkâr olmamı yazmışsa benim suçum ne?

Ezel kavramını zaman çizgimizde resmettiğimizde bu sorunun ne kadar manasız bir soru olduğu anlaşılacaktır.

Ezel zaman çizgimizin sağında değil, çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın öncesi değil, bir zamansızlıktır. Hâli, geçmişi ve geleceği aynı anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allahu Teâlâ bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını ve öbür günü de görmekte ve bilmektedir. Yine cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi bugün ile birlikte görmektedir.

İşte kaderi anlayamayanların takıldığı nokta burasıdır. Onlar ezeliyeti zamanın başlangıcı zannediyorlar. Böyle zannettikleri için de kaderi kavrayamıyorlar.

Şu noktaya bir daha dikkat çekelim: Allah için hâl, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar zamanla kayıtlı olan bizler içindir.

Şimdi bu meseleyi diğer bir örnekle inceleyelim:

Sağdan sola doğru bir çizgi çizelim ve bu çizgi bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hâl yani şimdiki zaman, sağ tarafı geçmiş zaman, sol tarafı ise gelecek zaman…

Şimdi, bu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna zemine yakın olduğu için sadece “hâl” aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Bu pozisyonda aynamızda hâl ile birlikte geçmiş ve geleceğin de bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha aynada aksetti. Demek, aynayı kaldırdıkça aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.

Bu noktada ayna hâl, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki üç zamanın tamamını aynı anda görmektir.

Demek, “Allah ezelîdir.” dediğimizde, Allah’ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğünü, bildiğini ve zaman kaydından münezzeh olduğunu anlıyoruz. Kaderi anlayamayanlar ezeliyeti zamanın başlangıcı zannediyorlar. Böyle zannettikleri için de kaderi kavrayamıyorlar.

Şimdi, meseleyi üçüncü bir örnekle inceleyelim:

Erzurum’dan İstanbul’a doğru üç vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan biri İstanbul’a girmek üzere İzmit’te, diğeri İzmit’tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir’de ve üçüncü vasıtamız da ikisinin gerisinde Ankara’da olsun.

Şimdi, bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz:

İzmit’te olan vasıtamız Eskişehir ve Ankara’da olan araçlara kıyasla önde yani istikbaldedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.

Eskişehir’de olan vasıtamız ise İzmit’te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir’den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara’da olana kıyasla istikbaldedir. Zira daha bu araç onun mevkiine ulaşmamıştır.

Ankara’da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç da Ankara’yı çoktan geçmiştir.

Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken, yukarıda olan ve üç vasıtayı aynı anda aydınlatan güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani “Güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir.” denilmez. Çünkü güneş bu üç vasıtayı aynı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü aynı anda kuşatmaktadır. İşte güneşin bu hâli yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.

Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide yani geçmişte kalmıştır. Bugünden hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak mahlukat ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir vakit onların dedeleri de istikbalden torun bekliyordu.

Dedelerimiz -kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde- bu dünyaya uğrayıp teneffüs ederek maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizler de bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız hâle yani şimdiki zamana çıkacaklar.

Görüldüğü üzere, geçmiş, gelecek ve hâl gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hâl ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki güneş gibi, bütün zamanları aynı anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır.

O hâlde “Allah yazdı diye biz yapıyoruz.” denilemez. Zira Allahu Teâlâ ezeliyeti ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından, bizim hür irademiz ile ne yapacağımızı bilmiş ve ne yapacaksak kader defterimize onu yazmıştır. Allah yazdı diye biz yapmamaktayız. Bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır.

Ezeliyeti anlamak kader meselesini anlamanın anahtarıdır. Kader bahsinde bocalamanın birinci sebebi Allah’ın ezeliyet sıfatının anlaşılamaması ve Allah’ın zaman mefhumuyla kayıtlı olduğunun zannedilmesidir. Şimdiye kadar ezeliyete dair üç misal verdik. Son bir misal daha verelim ve meseleyi iyice pekiştirelim.

Bir şiirin tamamını bildiğimiz takdirde, ilmimizin şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde güneşin üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, ilmimiz de bütün mısralara aynı anda vâkıftır. Fakat şiirin mısraları için kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusudur. Mesela altıncı mısra dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Biz şiirin ilk beş mısrasını yazıp altıncıyı yazmaya başladığımızda artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hâlde yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra ilmimizde mevcuttur. O hâlde öncelik ve sonralık ilmimiz için söz konusu değildir.

Aynen bunun gibi, XIX. asır ve o asırda yaşayanlar XVIII. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, XX. asra göre ise mazidedir. Zamandan münezzeh olan Allah için ise bütün bu asırlar; geçmiş, hâl ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.

Demek, “Allah’ın ezelî ilmi” dediğimiz kader, geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.

Buraya kadar verdiğimiz misallerle Allah’ın ezeliyetini anlamaya çalıştık. Ancak şu unutulmamalıdır ki verdiğimiz bütün misaller akılların anlamaktan âciz kaldığı bir hakikati akla yaklaştırmak için sadece küçük birer dürbündür. Yoksa akıllar nasıl ki Allah’ın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü hakkıyla anlamaktan âcizdir; aynen bunun gibi, Allah’ın ezeliyetini ve zamandan münezzeh oluşunu da tam idrakten âcizdir. Ancak şu sönük misaller bile meselenin tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamaktadır.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin