13. Marifetullahın şahitlerinin “su gibi, hava gibi, nur gibi” olması ne demektir?
Şu metnin mütalaasını yapacağız:
“Ben müşahede ettim ki marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lakin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eli ile baksan, tenkit ile el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir ne de tutulur. Öyleyse sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddi elini uzatsan ve maddi mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddide hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesifi kendine malik ve seyyid kabul etmez.” (Mesnevi-i Nuriye, Zühre Risalesi)
“Marifetullahın şahitleri, burhanları” ifadesiyle; Allah’ın varlığına ait deliller, isim ve sıfatlarına ait hüccetler, bu isim ve sıfatların âlemdeki tecellisine dair bahisler ve Allah’ı tanıtan bütün burhanlar kastedilmiştir.
Üstadımız, marifetullahın bu şahit ve burhanları hakkında “su gibi, hava gibi, nur gibi” dedi. Yani bu şahit ve burhanların bir kısmını suya, bir kısmını havaya ve bir kısmını da nura benzetti. Bu teşbihe iki cihetten bakabiliriz:
Birinci cihet: İnsan suyu ağzıyla içer, havayı burnuyla teneffüs eder ve nuru gözüyle görür. Ağzın göreceği vazifeye burna versek, burnun göreceği vazifeyi göze havale etsek; mesela suyu ağızla değil de burunla içmeye çalışsak veya nuru gözümüzle değil de ağzımızla görmeye çalışsak bu tam bir divaneliktir. Divane olmak istemeyen, su için ağzını, hava için burnunu ve nur için de gözünü kullanmalı. Yoksa divane olacak…
Aynen bunun gibi, marifetullah delillerinin bir kısmı akla bakar ve ona müteveccihtir. Bir kısmı vicdana bakar, vicdanla hissedilir. Bir kısmı ruha, bir kısmı kalbe ve bir kısmı da diğer latifelere bakar.
Nasıl ki suyu ağzıyla içmesi gerekirken burnuyla içmeye çalışana divane denir; aynen bunun gibi, vicdana bakan bir delili aklıyla kavramaya çalışana ya da kalbe bakan bir delili mantığıyla ispata çalışana da divane denir. Bu divanelikten kurtulmanın çaresi, her delili mahalline tevcih etmek ve mahallinde tahlil etmektir.
İkinci cihet: Su, hava ve nur delilin kuvvetini temsil eder. Su gibi olan delil en kuvvetli delildir. Hem görülür hem de hissedilir. Nur gibi olanın kuvveti daha azdır. Görülür fakat hissedilmez. Hava gibi olan ise daha zayıftır. Hissedilir fakat görülmez.
Demek, su gibi olan delili göz görüyor, akıl kavrıyor ve kişi tam hissediyor. Bu, en kuvvetli delildir.
Nur gibi olan delili göz görüyor, akıl kavrıyor fakat kişi hissedemiyor.
Hava gibi olanı ise göz görmüyor; kalp ve vicdan ise tam hissediyor.
Şimdi meseleyi biraz daha somutlaştıralım. Marifetullahın bazı burhanları üzerinde bu mütalaayı yapalım. Bakalım hangisi su gibi, hangisi hava gibi ve hangisi nur gibi?
İntizam delili: Su gibidir. Hem görülür hem hissedilir.
Mahlukatın tesbihi delili: Hava gibidir. Hissedilir fakat ne görünür ne de tutulur.
Hayat delili: Nur gibidir. Görünür fakat elle tutulmaz.
Muavenet (mahlukatın birbirinin yardımına koşması) delili: Su gibidir. Hem görülür hem hissedilir.
Dualara icabet delili: Nur gibidir. Görünür fakat elle tutulmaz.
İmkân delili: Su gibidir. Hem görülür hem hissedilir.
Mahlukatın bir nevi ibadette bulunması delili: Hava gibidir. Hissedilir fakat ne görünür ne de tutulur.
Mizan delili: Su gibidir. Hem görülür hem hissedilir.
Vicdan delili: Hava gibidir. Hissedilir fakat ne görünür ne de tutulur.
Sizler misalleri çoğaltabilirsiniz. Şunu da ifade edelim ki: Birisine su gibi gelen bir delil, başkasına hava gibi gelebilir. Ya da birisine hava gibi gelen bir delil, diğerine nur gibi gözükebilir. Bu biraz da kişinin fikriyle, derinliğiyle ve mütalaadaki kuvvetiyle alakadardır.
Mesela Miraç Risalesi’nde anlatılan hakikatler çoğu kişi için hava gibidir. Kişi okuduğu metni anlar, bir nebze hisseder; ancak hakikati tam tasavvur ve ihata edemez. Sanki parmağının ucuna dokunur da bir türlü ele avuca sığmaz…
Aynı metni bir başkası okuduğunda ise -ilmî birikimine göre- hakikat ona su gibi gelir. Tam anlar, tam hisseder, tam tasavvur ve ihata eder. Âdeta hakikati avucunun içine alır.
Üstadımız su gibi olan burhanlar hakkında dedi ki: Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
Mesela hudus delilini ele alalım:
Hudus: Sonradan yaratılma demektir. Sonradan yaratılana “hâdis” ve sonradan yaratana da “muhdis” denir. Her hâdisin bir muhdisi gerektirmesine, yani her sonradan yaratılanın bir yaratıcıya ihtiyacı olmasına “hudus delili” denir.
Hudus delili su gibi bir delildir. Hem göz görür hem hissedilir. Zira her an gözümüz önünde hadsiz mahlukat yoktan yaratılmaktadır. Bir harfin kâtipsiz, bir iğnenin ustasız, bir resmin ressamsız ve bir fiilin failsiz olması mümkün olmadığı gibi, şu icatların da mucidsiz olması mümkün değildir. O mucid de Allahu Teâlâ’dır.
Şimdi, hudus delili her an gözümüz önünde hadsiz eşyada tecelli ederken, insan tenkit parmağını uzatsa, “Bu niçin böyledir, niçin şöyledir…” dese delilin kuvvetini kaybeder.
Her eşya, hâdis olması cihetiyle bir muhdise işaret ederken, kişi, aklının almadığı şeylerle meşgul olup eşyanın bu delaletini görmezse, sesini duymazsa ve tenkit parmağını uzatırsa bu delil ona küser ve kaçar. Suyun parmağı mekân ittihaz etmemesi gibi, su gibi deliller de tenkidi kabul etmez; tenkit parmağı uzatılırsa küser ve kaçar.
Herhâlde bu kadar izah yeterlidir. Metnin diğer cümleleri açıktır; malumu ilama gerek yoktur.
Yazar: Sinan Yılmaz