10. Cüzî ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelân Mâturidî’ce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir.
Şu metnin mütalaasını yapacağız:
“Cüzî ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelân Mâturidî’ce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcud nazarıyla baktığı için abde vermemiştir. Fakat o meyelândaki tasarruf Eş’arî’ce bir emri itibarîdir. Öyle ise o meyelân ve o tasarruf bir emr-i nisbîdir; muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise illet-i tamme istemez ki illet-i tammenin vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı refetsin. Belki o emr-i itibarînin illeti bir rüchaniyet derecesinde bir vaziyet alsa o emr-i itibarî onsuz sübut bulabilir. Öyle ise onu terk edebilir. Kur’an ona o anda diyebilir ki: Şu şerdir, yapma!” (Yirmi Altıncı Söz)
Üstad Hazretleri bu metinde cüzî iradenin mahiyetini anlatıyor. Metnin izahına başlamadan önce cüzî iradenin anlaşılmasındaki önem üzerine biraz konuşalım.
Malumdur ki bütün fiiller Cenab-ı Hakk’ın yaratması ile meydana gelir. Bizi konuşturan, yürüten, güldüren ve diğer bütün fiillerimizi yaratan Allah’ın kudretidir. Bununla birlikte, insan da ihtiyarî fiillerinden sorumludur.
İnsanın fiillerinden sorumlu olabilmesi için fiilin yaratılışında insana ait de bir şeylerin bulunması gerekmektedir. Eğer fiillerimiz bizim müdahalemiz olmadan yaratılıyorsa onlardan sorumlu olmamız mümkün değildir. Çünkü bu durumda bir cebir ve zorlama vardır. Yok, eğer o fiilleri biz yaratıyorsak, bu durumda da her şeyi Allah’ın yarattığı hakikatini nasıl izah edeceğiz?
İşte son derece ince olan bu meselenin anlaşılması cüzî iradenin mahiyetinin keşfiyle mümkündür. Cüzî iradenin mahiyeti keşfedildiğinde anlaşılacaktır ki fiillerimizi ne biz yaratıyoruz ne de Allah onları bize zorla yaptırıyor.
Şimdi, metindeki cümleleri teker teker anlamaya çalışarak cüzî iradenin mahiyetini keşfedelim:
“Cüzî ihtiyarinin üssü-l esası olan meyelân Mâturidî’ce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir.”
“Cüzî iradenin üssü-l esası olan meyalân” ifadesi cüzî iradenin mahiyetini açıklamaktır. Cüzî irade insandaki meyildir, istektir, taleptir. Dolayısıyla “meyelân” veya “istek” ya da “talep” denildiğinde cüzî irade kastedilir. Yani meyalân cüzî iradeden farklı bir şey değildir, cüzî iradenin kendisidir.
İmam Mâturidî Hazretleri cüzî iradeyi -ya da diğer ismiyle meyelânı- emr-i itibarî kabul etmiştir.
Emr-i itibarî: Vücudu olmamakla birlikte yokluğu da iddia edilemeyen şeylerdir. Bunlara emr-i nisbî ve emr-i izafî de denilir. Alt, üst, sağ, sol, büyük, küçük, uzak, yakın, az, çok gibi kavramlar bu sınıfa dâhildir. Bunların hariçte vücutları bulunmamakla birlikte yoklukları da iddia edilemez.
Mesela bizim sağ ve sol elimizi yaratan Allah’tır. Ellerimiz mahluk olmakla beraber, sağ ve sol kavramları mahluk olmayıp emr-i nisbîdir. Sağ ve sol kavramlarının vücudu olmamakla birlikte yokluğu da iddia edilemez.
Aynı şekilde, oğlumuzu yaratan Allah’tır. Biz de oğlumuz da Allah’ın bir mahluku olmakla beraber, babalık ve oğulluk kavramları emr-i nisbîdir. Bu kavramlar mahluk yani yaratılmış değildir. Çünkü bu kavramların haricî bir vücudu yoktur.
Yine gelmek, yüzmek, konuşmak gibi bütün mastarlar emr-i nisbîdir. Çünkü bunların da haricî vücutları yoktur. Mahluk olan hâsıl-ı bil’l-masdardır.
Mesela “yazı yazmak” mastardır ve emr-i nisbîdir. Hariçte vücudu yoktur. Yazılan yazı ise hâsıl-ı bil’l-masdardır ve mahluktur. Yazının haricî bir vücudu vardır ve bu yazı Allah’ın yaratmasıyla vücud bulmuştur. “Yazmak” ise Allah’ın mahluku değildir. Çünkü “yazmak” bir varlık değildir ki mahluk olabilsin. “Yazmak” vücudu olmayan bir emr-i nisbîdir.
Emr-i nisbîyi şöyle de izah edebiliriz: “Şey” tabirini hariçte vücudu bulunmayanlar için de kullandığımızda eşyayı üçe ayırabiliriz:
1. Hariçte vücudu olanlar.
2. Hariçte vücudu olmayanlar.
3. Var ve yok arasında olanlar. Yani hariçte varlığına veya yokluğuna hüküm edilemeyenler. İşte bu kısma girenlere emr-i nisbî, emr-i itibarî veya emr-i izafî denilir.
İşte arzu, talep, kesb ve meyelân denilen cüzî irade İmam Mâturidî’ye göre bir emr-i nisbîdir. Hariçte vücudu yoktur. Allah’ın mahlûku değildir ve Allah onu yaratmamıştır. Zira eğer cüzî iradeyi de Allah’ın yarattığı kabul edilirse, o zaman insanın fiillerindeki sorumluluğu neyle olacaktır?
Mesela cüzî irademiz ile içki içtiğimizi düşünelim. Biz içmek istedik, irademizi o yönde kullandık; Allahu Teâlâ da küllî iradesiyle bizim içki içmemize müsaade etti ve kudretiyle bu fiili yarattı. İçme fiilimizi Allah yarattığı gibi, eğer bizdeki içki içme meylini de Allah yaratmış olursa, o zaman biz neyle mesul olacağız?
Bu sebepten dolayı İmam Mâturidî Hazretleri cüzî iradeye emr-i nisbî diyerek onu kula vermiştir. Cüzî iradenin sahibi kuldur. Evet, her şeyi Allah yaratmıştır ama cüzî irade “şey” değildir. Çünkü Arap lügatında “şey” mevcut ve var olan eşyadır. Cüzî iradenin ise bir vücudu yoktur ki ona “şey” denilebilsin. Bu yüzden kula vermek mümkündür.
Bu meseleyi daha fazla izah etmeden önce cüzî iradeyi biraz daha tanıyalım:
Kelam âlimleri insanın bir işe başlamasından önce kendisinde mevcud olan iradesine “küllî irade” demişler. Bu iradenin herhangi bir zamanda belli bir fiile taalluk etmesine yani yönelmesine de “cüzî irade” demişler. Buradaki “küllî irade”yi Allah’ın bir sıfatı olan irade-i küllîye ile karıştırmamak lazım. “Cüzî irade” tabirindeki “cüzî” kelimesi de “muayyen” ve “belirli” manasına gelmektedir. Yoksa “az” manasında değildir.
Demek, bir insanın kendi iradesini okumak, yazmak, yürümek gibi fiillerden herhangi birinde kullanabilme durumunda olmasına “küllî irade” denilmektedir. Bu işlerden birini yapmaya karar verdiğinde artık iradesi cüzîleşmiş ve belli bir işe yönelmiş olur.
Mâturidî itikadında insanın küllî iradesi mahluktur. Allahu Teâlâ tarafından yaratılmıştır ve bir vücud-u haricîsi vardır. Fakat cüzî irade mahluk olmayıp bir emr-i nisbîdir. Zira eğer onun da Allah tarafından yaratıldığı iddia edilirse, ortada imtihana sebep olacak ve insanı mesul kılacak bir şey kalmaz. Bu durumda, insan bütün fiillerini zorla yapmış olur.
Daha önce beyan ettiğimiz gibi, her şeyi yaratan Allah’tır ama cüzî irade “şey” değil, bir emr-i nisbîdir. Bu sebeple kula verilebilir. Bununla kul yaptığından mesul olur.
İmam Eş’arî ise cüzî iradeye mevcud nazarıyla bakmıştır. Ona göre, nasıl ki insanın küllî iradesi Allah tarafından yaratılmıştır; aynen onun gibi, cüzî iradesi de Allah tarafından yaratılmıştır. Cüzî irade bir emr-i nisbî değildir.
Böyle baktığı için de cüzî iradeyi abde vermemiştir. Çünkü bir şey mevcutsa ve yaratılmışsa onun tek sahibi Allah’tır.
— Peki, cüzî iradeyi Allah yaratmışsa kul neyle mesul olacak?
İmam Eş’arî demiş ki: Cüzî irade mahluktur ancak o cüzî iradedeki tasarruf bir emr-i nisbîdir. Bu sebeple, tasarruf abde verilebilir. İnsan kendindeki cüzî irade sebebiyle değil, bu tasarruf sebebiyle mesul olur.
Mâturidîler insanın cüzî iradesinin ihtiyarî fiillerde tesiri olduğunu ve ihtiyarî bir fiilin ancak iki kudretin birleşmesiyle -yani Allah’ın küllî iradesinin ve insanın cüzî iradesinin bir araya gelmesiyle- ortaya çıktığını söylemektedirler.
Eş’arîler ise insanın cüzî iradesine tesir vermek yerine, bu iradenin sadece tesire kabiliyeti olduğunu kabul ederler. İnsanın sadece “Kudretim yetse de bu işi yapsam.” gibi bir arzu beslediğini ve bu arzu üzerine Allah’ın o işi, insanın cüzî iradesinin hiçbir tesiri olmaksızın yarattığını kabul ederler. Bu âlimlere göre, insanı mesul kılan şey bu arzudur.
Cüzî irade için Eş’arîler şöyle der: İnsanın bir işi yapıp yapmama yollarından birine meyli ve iştiyakıdır yani arzusudur.
Mâturidîler ise şöyle der: İnsandaki küllî iradenin bir işi yapıp yapmama yollarından birine taallukudur.
Eş’arîler “meyil” ve “iştiyak” tabirlerini, Mâturidîler ise “taalluk” tabirini kullanırlar.
Eş’arîlerin büyük imamlarından olan Kadı Ebû Bekir Bâkıllânî ve Üstad Ebû İshak İsferâyînî bu konuda İmam Eş’arî’den ayrılmakta ve Mâturidîlerin görüşünü kabul etmektedirler.
Ebû Bekir Bâkıllânî insanın cüzî iradesinin fiilin vasfına, İlahî kudretin ise fiilin aslına taalluk ettiğini ifade etmektedir. Buna göre, mesela yazı yazma fiilini yaratan Allah’tır. Fakat yazının faydalı veya zararlı olma vasfını seçen insanın cüzî iradesidir. Yine konuşmayı yaratan Allah’tır. Ama bu konuşmanın vasfını seçen insandır. İnsan gıybeti seçmişse Allah gıybeti yaratır; Kur’an tilavetini seçmişse tilaveti yaratır. Buradaki mesuliyet insanındır. Zira vasfı belirleyen ve bu vasıfların birine karar veren odur.
Ebû İshak İsferâyînî ise hem insanın cüzî iradesinin hem de İlahî kudretin fiilin aslına taalluk ettiğini kabul etmiştir. Ebû İshak İsferâyînî Hazretlerine göre, insanın cüzî iradesinin tesiri fiili yaratmaya kâfi gelmediğinden o fiil Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle vücut bulmaktadır.
Buraya kadar yaptığımız izahtan anlaşıldı ki:
İmam Mâturidî’ye göre cüzî irade, İmam Eş’arî’ye göre ise o cüzî iradedeki tasarruf bir emr-i nisbîdir. Emr-i nisbî ise illet-i tamme -yani varlığa çıkmak için bir sebep- istemez. Çünkü hariçte vücudu yoktur. Haricî vücudu olmayanın da illet-i tammeye ihtiyacı yoktur.
Mesela yangının illet-i tammesi: Yanacak madde, yakacak madde ve havadır. Bu üçü bir araya gelince yangının olmaması mümkün değildir. Böyle bir durumda ateş mesul olmaz. Çünkü artık onun “yakmamak” gibi bir seçeneği yoktur.
Eğer cüzî irade yangın gibi illet-i tamme isteseydi ve o illet-i tamme vukua geldiğinde karar verme yetkisi yok olup netice kendiliğinden meydana gelseydi insanın suçu olmazdı. Ama cüzî irade bir emr-i nisbîdir. Emr-i nisbînin illet-i tammesi ise sadece rüchaniyettir yani bir tarafı seçmektir.
Mesela arkadaşımıza tokat atmak fiilinde biz, tokat ve arkadaşımız mahluktur ve Allah tarafından yaratılmıştır. Lakin “tokat atmak” mahluk olmayıp bir emr-i nisbîdir. O tokadı atmaya karar verdiğimizde yani “tokat atmak” rüchaniyet kesb ettiğinde fiil meydana gelir. Eğer bu fiil şer ve günah ise Kur’an o kişinin kulağına o anda der ki: Yapma!
Emr-i nisbî olan bu meyil illet-i tamme istemediği için kişi dilerse o fiilinden vazgeçebilir. Eğer illet-i tamme isteseydi iradesi elinden alınmış ve o fiili mecburen yapıyor olurdu. Yangının illet-i tamme hazır olduğunda yanmamak seçeneği olmadığı gibi…
Demek, kişi rüchaniyet kesbeden fiilinden vazgeçebilir. Eğer vazgeçmezse fiilinde mesul olur. Zira bu fiili zorla yapmamış ve kendi iradesiyle seçmiştir ki bu meyil ve arzu ona aittir. Neticede cehennemi hak eden de insanın kendisi olur.
Yine zor bir meseleyi mütalaa ettik. Böyle zor meseleleri yavaş yavaş ve tekrar ile okumak anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Yazar: Sinan Yılmaz