a
Ana Sayfa1-50 Arası18. Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra…

18. Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra…

Şu metnin mütalaasını yapacağız:

“Sual: Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra, ‘Mevte maruz kalan yalnız ruh-u hayvanîdir, ruh-u insanî ise mahluk değildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebep yoktur, ceset ile kaim olmayıp müstakill-i bizzattır.’ demesinin sebebi ve izahı? 

El-cevap: Sa’d-ı Taftazanî’nin  اَلرُّوحُ الْاِنْسَانِيَّةُ لَيْسَتْ مَخْلُوقَةً  demesi; قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّي  sırrıyla -beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi- ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîşuur bir âyine-i ism-i Hayy, zîcevher bir cilve-i hayat-ı sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle mahluktur denilemez.

Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerhü’l-Makasıd’da bütün muhakkikîn-i İslam’ın icmaına ve âyât ve ehadîsin nususuna muvafık olarak ‘O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir.’ demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahittir.

لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَ بَيْنَ اللّٰهِ نِسْبَةٌ  demesi, hulûl gibi batıl bir mezhebin reddine işarettir. Hayvanatın ruhları dahi bakidir, kıyamette yalnız cesetleri fena bulur. Mevt ise fena değil, belki alâkanın kesilmesidir.

وَلَا سَبَبَ  demesi, esbab-ı zahiriyenin tavassutu ve Azrail aleyhisselâmın kabz-ı ervah hususundaki münâcatı bahsinde denildiği gibi, ruhun doğrudan doğruya perdesiz, vasıtasız icad edilmesine işarettir.

اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا  demesi; beka-yı ruh ispatında denildiği gibi, ceset ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizatihî kaimdir. Ceset harap olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göğe uçar, demektir ve batıl bir mezhebin reddine işarettir.” (Barla Lahikası)

Metni cümle cümle tahlil edelim:

Sa’d-ı Taftazanî Hazretleri,  اَلرُّوحُ الْاِنْسَانِيَّةُ لَيْسَتْ مَخْلُوقَةً  (ruh-u insanî mahluk değildir.) demiştir. Taftazanî Hazretleri buradaki “ruh” tabiriyle ruhun kendisini değil, mahiyetini kastetmiştir.

Ruhun mahiyeti,  قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّٖى  (De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.) ayet-i kerimesinin sırrıyla, bir kanun-u emirdir.

Üstad Hazretleri de mezkûr ayetten iktibasla ruhun mahiyetini “zihayat bir kanun-u emr” olarak beyan ediyor. Bundan şunu anlıyoruz:

Âlemde cari olan yerçekimi kuvveti, suyun kaldırma kuvveti, itme ve çekme kuvveti gibi kanunlar birer emr-i itibarîdir. Emr-i itibarî şudur:

Bazı şeyler vardır ki bunların vücudu olmamakla birlikte, yokluklarına da hükmedilemez. Mesela sağ, sol, alt, üst gibi kavramlar bu tip kavramlardandır. Bunların bir vücudu yoktur lakin yokluklarına da hükmedilemez. Yani ne vardır ne de yoktur. Bunlara emr-i nisbî, emr-i itibarî ya da emr-i izafî denir.

Kanunlar da emr-i itibâridir. Yani mahluk değildir, bir vücud-u haricîsi yoktur. Ancak yok da değildir.

Aynen bunlar gibi, ruhun mahiyeti de bir emr-i itibarîdir. Bu cihetle, “Ruh mahluk değildir.” denilebilir.

— Peki, ruh nedir?

Üstadımız ruhu üç şeye benzetiyor:

1. Zîhayat bir kanun-u emirdir.Yani hayat sahibi olan ve emr-i İlahiden gelen bir kanundur. Ruhun hayatı çıksa kanun olur, kanuna hayat verilse ruh olur.

2. Zîşuur bir âyine-i ism-i Hayy’dır. Yani Allah’ın Hayy ismine mazhar şuur sahibi bir aynadır.

3. Zîcevher bir cilve-i hayat-ı sermedîdir. Yani ebedî hayatın cilvesine mazhar bir zîcevherdir.

Bütün bunlar ruhu diğer kanunlardan ayıran özellikleridir. Bu cihetlerle ruh mec’ul olup, mahluk değildir. Mec’ul “yapılan”, mahluk ise “yaratılan” demektir. Demek, ruh bu cihetlerle kanunlar gibi mec’uldür, mahluk değildir.

Metne devam edelim:

“Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerhü’l-Makasıd’da bütün muhakkikîn-i İslam’ın icmaına ve âyât ve ehadîsin nususuna muvafık olarak “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir.” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahittir.”

Demek, Sa’d-ı Taftazanî Hazretleri ruhun mahluk olmadığı görüşünde değildir. Zira “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir.” demiştir. Yani Taftazanî Hazretleri, ruhun mahiyetini emr-i itibarî olarak vasfediyor ve mahluk olmayıp mec’ul olduğunu söylüyor. Ancak kanun-u emr mahiyetindeki bu ruha bir vücud-u haricî verildiğini ve bu cihetle mahluk ve hâdis (sonradan yaratılan) olduğunu beyan ediyor.

Demek, Taftazanî Hazretleri ruha iki cihetten bakıyor. Biri mahiyeti ciheti, diğeri mahlukiyeti ciheti. Mahiyeti cihetiyle kanunlar gibi emr-i nisbî grubuna giriyor ve bu cihetle mec’ul oluyor. Varlığı cihetiyle ise diğer mahlukat gibi vücud-u haricî giydirilmiş mahluk ve hâdis oluyor.

Metne devam edelim:

لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَ بَيْنَ اللّٰهِ نِسْبَةٌ  demesi, hulûl gibi batıl bir mezhebin reddine işarettir.”   

Taftazanî Hazretlerinin,  لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَ بَيْنَ اللّٰهِ نِسْبَةٌ  (Onunla Allah arasında bir nispet yoktur.) sözü, hulul gibi batıl bir itikadı ret içindir.

Hulul: Allah’ın zatının veya sıfatlarının yaratıklardan birine veya tamamına intikal edip onlarla birleşmesi anlamında bir terimdir.

Allah ile ruh arasında bir nispetin olmaması bu cihetledir. Yoksa ruhun mahluk ve hâdis olması cihetiyle Allah ile bir nispeti vardır.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

“Hayvanatın ruhları dahi bakidir, kıyamette yalnız cesetleri fena bulur.”

Cenab-ı Hak, hayvanatın bu dünyada yapıkları hizmetlere mukabil onların ruhlarına bir mükâfat verir. Onların cesetleri yok olsa da ruhları ebedî âlemde -kendilerine mahsus- bir lezzetle telezzüz ederler.

“Mevt ise fena değil, belki alâkanın kesilmesidir.”

Evet, ölüm yok olmak değil, ruhun bedenle alakasının kesilmesidir. Ruhun bedenden çıkmasıyla ölüm vukua gelir. Ancak ölen ruh değil, bedendir ve cisimdir. Ruh ebedîdir ve bakidir.

وَلَا سَبَبَ demesi, esbab-ı zahiriyenin tavassutu ve Azrail aleyhisselâmın kabz-ı ervah hususundaki münâcatı bahsinde denildiği gibi, ruhun doğrudan doğruya perdesiz, vasıtasız icad edilmesine işarettir.”

Cenab-ı Hak şu âlemdeki her şeyi bir sebeple yaratmaktadır. Ağacı meyveye sebep yapmış, bulutu yağmura sebep yapmış; ineği süte, zehirli bir böceğe bala ve güneşi ışığa sebep yapmış…

Ruha ise hiçbir şeyi sebep ve vasıta yapmamış. Ruh, vasıtasız olarak doğrudan doğruya emr-i İlahî ile yaratılmış; hiçbir şey ona sebep kılınmamış.

İşte Taftazanî Hazretlerinin,  وَلَا سَبَبَ  (Hiçbir sebep yoktur.) sözü bu manaya gelmektedir ve ruhun doğrudan doğruya perdesiz ve vasıtasız olarak icat edilmesine işarettir.

اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا demesi; beka-yı ruh ispatında denildiği gibi, ceset ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizatihî kaimdir. Ceset harap olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göğe uçar, demektir ve batıl bir mezhebin reddine işarettir.”

اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا  “Zatı ile kaimdir.” manasındadır. Bunun manasını da Üstadımız izah etti: Yani ceset ruha dayanır, ruh ile kaimdir. Ruh ise cesede dayanmaz, bizatihi kaimdir. Ceset harap olduğunda ruh harap olmaz ve ölmez. Değil ölmek, daha ziyade serbest olur, cesedin kaydından kurtulur ve melek gibi göğe uçar.

Üstadımız, “Batıl bir mezhebin reddine işarettir.” dedi. Bu batıl mezhep, Cehmiyye’ye bağlı bir grup kelamcıdır. Bunlar ölüm anında ruhun da öldüğüne inanırlar. İşte Taftazanî Hazretleri,  اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا  (Ruh, zatı ile kaimdir.) sözüyle onların bu görüşünü reddetmektedir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin