a
Ana SayfaKur'an'ın Tarifi25. Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır.

25. Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır.

Kur’an’ın tarifinin yirmi dördüncü maddesini mütalaaya devam ediyoruz:

Kur’an Arş-ı Âzam’dan, İsm-i Âzam’dan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için -On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi- Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır. (İşârâtü’l-İ’caz)

Önceki dersimizde bu cümleyi okumuş ve şöyle demiştik: Bu cümlede dört nokta üzerinde durmak gerekiyor:

1. Kur’an’ın Arş-ı Âzam’dan gelmesi,

2. İsm-i Âzam’dan gelmesi,

3. Her ismin mertebe-i âzamından gelmesi,

4. Kur’an’ın bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamı olması.

İlk üç maddenin mütalaasını önceki dersimizde yapmış, dördüncü maddenin mütalaasını bu derse havale etmiştik. Şimdi, dördüncü maddenin mütalaasını yapalım:

Üstadımız dedi ki: Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır.

Bu cümleyi şu misalle anlamaya çalışalım:

Bir sultan düşünelim. Bu sultan geniş topraklara, büyük ve güçlü ordulara ve akıl almaz zenginliklere sahip olsun…

Bu sultanın, biri şahsi hayatı ve özel ilgileri, diğeri ise ülkenin yöneticisi olması hasebiyle iki farklı yönü vardır. O sultan mesela edebiyata ilgi duyuyor olsun. Bu sahada yetişmiş büyük bir şairle, hususi telefonuyla görüşüp sohbet ettiğinde bu sohbet hususidir; bütün memleketin sultanı olması cihetiyle değildir. Sadece “o kişinin sultanı olması” cihetiyle ve o sanata ilgi duyması hasebiyledir. Bu sohbetin meyvesi de yine o sohbete has kalır; başkalarını ilgilendirmez.

O sultanın devletin idaresini ilgilendiren bir konuda, yüksek bir makam sahibiyle, mesela bir veziriyle görüşmesinde ise durum çok farklıdır. Bu görüşme umumu ilgilendirmektedir ve neticesinde alınan kararlar da umuma tatbik edilir. Bu görüşmenin de çok mertebeleri vardır. Mesela o sultan falan şehrin valisiyle görüşüyorsa, bu görüşme “o şehrin sultanı olması” cihetiyle bir görüşmedir ve konuşmalar o şehrin meselelerine aittir. Ama sultan vezirle görüşüyorsa, bu görüşme “umum memleketin sultanı” ünvanıyla bir görüşmedir. Bu görüşme, ülkenin büyük makam sahiplerinin de katıldığı azametli bir içtimayla yapılır. Alınan kararlar da bütün ahaliyi ilgilendirir.

Şimdi bu misal dürbünüyle hakikate bakalım:

Allahu Teâlâ bazı kullarıyla hususi bir şekilde konuşur. Bazı kullar, şahsi ibadetlerinde büyük bir titizlik gösterip, haramlardan ve günahlardan kaçınarak Allah’ın rızasına nail olurlar. Allah’ın böyle bir kulun kalbine ilhamda bulunması onunla bir nevi konuşmasıdır ve bu konuşma “o kişinin rabbi” ünvanıyladır. Bakın, “âlemlerin rabbi” ünvanıyla konuşmuyor; “o kişinin rabbi” ünvanıyla konuşuyor. Bu farkı çok iyi anlayalım!

Allahu Teâlâ’nın, kullarıyla farklı mertebede konuşmaları vardır. Mesela bir veli kul ilim ve irfanda yüksek mertebelere çıkıp insanlara hakkı anlatmakla vazifeli kılındığında, Allah’ın onunla konuşması “bulunduğu çevrenin rabbi” ünvanıyladır. Bakın, yine “âlemlerin rabbi” ünvanıyla konuşmuyor. “O çevrenin rabbi” ünvanıyla konuşuyor ve oradaki insanlara faydalı olabilmesi için kendisine ilim ve hikmet ilham ediliyor.

Allah’ın insanlarla konuşması -kemal mertebede- peygamberlerde tezahür eder. Bu tezahür de yine farklı derecelerde olur. Rivayetlerde yüz yirmi dört bin peygamberin gönderildiği beyan ediliyor. Bunların bir kısmı küçük bir kavmin irşadıyla vazifelidir ve Allah’ın onlarla vahiy yoluyla konuşması “o kavmin rabbi” olması ünvanıyladır. Kitap sahibi peygamberlerde bu konuşma çok daha ileri derecede tahakkuk eder ama yine de zamanla ve o kavimle sınırlıdır.

Bu noktada en geniş daire ahir zaman peygamberliği dairesidir ve zaman olarak da kıyamete kadar devam edecek bir tebliğ ve irşad söz konusudur. Bu en geniş dairenin irşadıyla bütün enbiyanın sultanı olan Peygamberimiz (a.s.m.) görevlendirilmiş ve kendisine en büyük ve en son kitap olan Kur’an’la hitap edilmiştir.

Bu izahlardan anlıyoruz ki: Cenab-ı Hakk’ın insanlarla Kur’an vasıtasıyla konuşması Rabbü’l-âlemin (âlemlerin Rabbi) olması ünvanıyladır. Elbette ki her bir insan kendi kalp telefonundan, kendi makamına göre Rabbiyle konuşup ilhama mazhar olabilir. Bu durumda da der ki: “Ben Rabbim ile konuştum.” Ancak diyemez ki: “Ben âlemlerin Rabbiyle konuştum.” Çünkü Allah’ın o kul ile hususi sohbeti o kulun Rabbi olması ünvanıyladır, Rabbü’l-âlemin olması ünvanıyla değildir.

Yine Kur’an okuyan birisi dese ki: “Ben Rabbü’l-âlemin ile konuştum.” Bu söz haktır ve hakikattir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın Kur’an’daki hitabı Rabbü’l-âlemin sıfatıyla bir hitaptır.

Şimdi aynı odak noktasıyla, Kur’an’ın tarifine dair yirmi beşinci cümleyi okuyalım:

Hem bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır. (İşârâtü’l-İ’caz)

Yukarıda yaptığımız izah bu cümle için de geçerlidir. Cenab-ı Hakk’ın, bir kulunun kalbine ilham etmesi ve o kul ile kalp telefonu vasıtasıyla konuşması “o kulun İlahı” olması ünvanıyladır. Kur’an ise “bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla” bir fermanıdır.

Yine aynı odak noktasıyla, Kur’an’ın tarifine dair yirmi altıncı cümleyi okuyalım:

Hem bütün semavat ve arzın hâlıkı namına bir hitaptır. (İşârâtü’l-İ’caz)

Ayna mana bu cümle için de geçerlidir. Cenab-ı Hakk’ın, bir kuluna ilham edip, o kul ile ilham yoluyla konuşması “O kulun hâlıkı” olması ünvanıyladır. Kur’an ise “bütün semavat ve arzın hâlıkı olması ünvanıyla” bir konuşmasıdır.

Yine aynı odak noktasıyla, Kur’an’ın tarifine dair yirmi yedinci cümleyi okuyalım:

Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. (İşârâtü’l-İ’caz)

Ayna mana bu cümle için de geçerlidir. Cenab-ı Hakk’ın, bir kulu terbiye edip onu insan-ı kâmil makamına çıkarması “o kulun Rabbi” olması ünvanıyladır ve bu terbiye rububiyet-i hassadır yani İlahî terbiyenin özel bir muamelesidir. Kur’an ise rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir. Yani Kur’an ile bir ferdin terbiyesi değil, bütün insanların hatta cinlerin terbiyesi kastedilmiştir. Bu cihetle de Kur’an, rububiyet-i hassa cihetinde değil; rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâleme olmuştur.

Yine aynı odak noktasıyla, Kur’an’ın tarifine dair yirmi sekizinci cümleyi okuyalım:

Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. (İşârâtü’l-İ’caz)

Cümlelerin odak noktası hep aynı… Baştaki temsili anlamışsak bütün bu cümleleri de anlarız. Şimdi, önceki cümlelerde yaptığımız aynı mütalaayı bu cümle üzerinde tekrar yapalım:

Allahu Teâlâ bir kuluyla ilham yoluyla konuşsa, o kul diyebilir ki:

— Ben sultanımla konuştum. Sultanım bana hitap etti.

Böyle diyebilir, ancak “Ben kâinatın sultanıyla konuştum.” diyemez. Çünkü Allah’ın onunla konuşması Sultan-ı kâinat olması ünvanıyla değil, o kulun sultanı olması ünvanıyladır. O kul bu mertebedeki bir konuşmaya muhataptır. İşte bu sebeple ancak “Ben sultanımla konuştum.” diyebilir.

Kur’an ise saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. Yani Kur’an, Allahu Teâlâ’nın bütün kâinatın sultanı olması ve şu gözüken saltanat-ı âmme-i Sübhaniyenin sahibi olması ünvanıyla bir hitabıdır.

Bütün mütalaayı bir daha tekrar edecek olursak:

Cenab-ı Hak her insanla ve her mahlukuyla ilham yoluyla konuşur. Bu ilhama mazhar olan insan diyebilir ki:

— Ben Rabbimle konuştum.

Ama diyemez ki: Ben Rabbü’l-âlemin ile konuştum.

Yine diyebilir ki:

— Ben İlahımla konuştum.

Ama diyemez ki: Ben İlah-ı külli şey (her şeyin İlahı) ile konuştum.

Yine diyebilir ki:

— Ben Hâlıkım ile konuştum.

Ama diyemez ki: Ben Hâlıku külli şey (her şeyin yaratıcısı) ile konuştum.

Yine diyebilir ki:

— Ben sultanımla konuştum.

Ama diyemez ki: Ben Sultan-ı Ezel ve Ebed ile konuştum.

Misalleri çoğaltabiliriz. İşin odak noktası şu: Cenab-ı Hakk’ın, bir kulu ile konuşması hususi bir sohbet olup, o kulun rabbi, maliki, sahibi vs. olması ünvanlarıyladır. Allah’ın Kur’an ile hitabı ise hususi bir ünvanla konuşması olmayıp; Rabbü’l-âlemin, İlâhu külli şey, Hâlıku’s-semavati ve’l-ard gibi ünvanlarıyla bir hitabıdır. Bu da Kur’an’ın diğer İlahî kelamlara olan üstünlüğü gösterir.

Herhâlde mesele anlaşılmıştır. Mütalaasını yaptığımız cümleleri bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:

Kur’an Arş-ı Âzam’dan, İsm-i Âzam’dan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için -On İkinci Söz’de beyan ve ispat edildiği gibi- Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelamıdır.

Hem bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.

Hem bütün semavat ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır.

Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir. (İşârâtü’l-İ’caz)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin