23. “Azap kıyametten sonradır.” diyenlere cevap
Kabir hayatını inkâr edenler diyor ki:
— Müşriklerin ve diğer zalimlerin azaba uğrayacağı Kur’an’da birçok ayette beyan buyrulmuştur. Ancak bütün bunlar kıyametten sonradır. Mesela Âl-i İmran suresi 56. ayette: “Küfre sapanlar var ya, işte onlara dünyada ve ahirette şiddetle azap edeceğim.” buyrulmuş. Tevbe suresi 74. ayette: “Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onlara dünyada da ahirette de acıklı bir azapla azap edecektir.” buyrulmuş. Rad suresi 34. ayette: “Onlar için dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabıysa çok daha şiddetlidir.” buyrulmuş. Bu ayetler açıkça gösteriyor ki: Allah bu dünyada ve ahirette cezalandıracaktır. Dolayısıyla kabir azabı olmamalıdır.
İşte onlar böyle diyorlar: Şu şu ayetlerde ahiret azabından bahsedilmiş, kabir azabından ise bahsedilmemiş, o hâlde kabir azabı yokmuş…
Acaba onlara göre, azabın anlatıldığı her ayette kabir azabı açıkça mı zikredilmeliydi? Eserin başında:
1. Kabir hayatını haber veren 15 ayet-i kerimeyi zikrettik.
2. Kabir hayatı hakkındaki hadis-i şerifleri naklettik.
3. Bu hadisleri rivayet eden 25 sahabenin isimlerini verdik ki bu sahabeler ashâb-ı kiramın en büyükleridir.
4. İslam âlimlerinin bu konudaki icmaını gösterip, bir kısım âlimlerin kabir hayatı hakkındaki sözlerini naklettik.
— Bütün bunlardan sonra onlar hâlâ kabir hayatına iman etmeyecekler mi?
Şimdi onlar diyor ki: Şu şu ayetlerde dünya ve ahiret azabından bahsedilmiş, kabir azabından bahsedilmemiş. O hâlde kabir azabı yoktur.
Şunu hiç düşünmüyorlar mı: Kabir azabı, ahiret azaplarından bir azaptır. Kur’an’ın bazı ayetlerinde hususi olarak zikredilir, bazı ayetlerinde de ahiret azabına dâhil olarak zikredilir. Bu şuna benzer:
Dünya hayatı dediğimizde:
– Babalarımızın sulbündeki hâlimiz,
– Annelerimizin rahimlerindeki hâlimiz,
– O rahimlerde geçirdiğimiz değişiklikler,
– Dünyaya bir bebek olarak gelişimiz,
– Gençliğimiz,
– Orta yaşımız,
– İhtiyarlığımız,
– Ve ölünceye kadar geçen süre kastedilir.
Dünya hayatı bu merhalelerden oluşmaktadır. Kur’an bazen bu merhaleleri ve hayatın bu istasyonlarını hususi olarak zikreder. Yani bazen anne karnındaki hâlimizden, bazen bebekliğimizden, bazen ihtiyarlığımızdan hususi bahseder. Bazen de hepsine birden “dünya hayatı” der.
Aynen bunun gibi, Kur’an kabir hayatını bazen hususi olarak zikreder. Bazen de “ahiret hayatı” diyerek, ölümle başlayıp cennet ve cehennemle sonlanacak bu uzun seyahatin bütün merhalelerini kasteder. Kabir hayatı bu yolculuğun sadece bir menzili olur.
Demek, ahiret hayatı ve azabı denildiğinde, ahiret âlemlerinden bir âlem ve o uzun yolculuğun bir menzili olan kabir hayatı ve bu hayatta çekilen azap bu manaya dâhil olur.
Hâl böyle iken, kabir hayatını inkâr edenler her azap geçen ayette kabir azabını hususen görmek istiyorlar. Hatta kabir hayatını inkâr edenlerden birisini televizyonda seyrettim. Kabir hayatının yokluğu hakkında şöyle dedi: Fatiha süresinde “Allah din gününün sahibidir.” buyrulmuş. Bu ayette kabir hayatından bahsedilmemiş. Demek kabir hayatı yoktur.
Onun bu sözüne karşı orada olup şunu sormak isterdim:
— Bu ayette, Allah’ın dünyanın sahibi olmasından da bahsedilmiyor. O zaman Allah dünya hayatının sahibi değil!
Yahu bu nasıl bir mantıktır ki bir ayette bir şey zikredilmemişse o şeyin yokluğuna hükmediliyor. O zaman herhâlde onlara göre, eğer kabir hayatı olsaydı Fatiha suresinin manası şöyle olurdu: Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle, kabir hayatı vardır… Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah içindir, kabir hayatı vardır… Allah Rahman ve Rahimdir, kabir hayatı vardır… Din gününün malikidir, kabir hayatı vardır…
Yani her ayetin sonunda kabir hayatının varlığı zikredilmeliydi. Onlara göre, eğer bir ayette kabir hayatı zikredilmemişse onun yokluğuna hükmedilir. Böyle bir mantık olur mu?
Şimdi size bir soru soracağım: Neml suresinin 3. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:
اَلَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُم بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
“O müminler namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler.” (Neml 3)
Bu ayet-i kerimede, müminlerin namaz kılmalarından, zekât vermelerinden ve ahirete iman etmelerinden bahsedilmiş. Şimdi ben desem ki:
— Oruç ve hac gibi bir ibadet yoktur. Çünkü Neml suresinin mezkûr ayetinde sadece namaz ve zekâttan bahsedilmiş. Eğer oruç, hac ve diğer ibadetler olsaydı onlar da zikredilirdi. Ayrıca meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman da gerekmez. Çünkü mezkûr ayette, müminlerin sadece ahirete iman ettikleri beyan edilmiş. Eğer meleklere, kitaplara ve diğer şeylere inanılması gerekseydi ayette bunlar da zikredilirdi.
Ben böyle saçmalasam siz ne cevap verirsiniz?
Herhâlde şöyle dersiniz: Yokluğunu iddia ettiğin diğer ibadet ve iman hakikatleri Kur’an’ın başka ayetlerinde geçiyor. Hepsinin peş peşe zikredilmesi gerekmez. Bazen namazdan, bazen zekâttan, bazen oruçtan, bazen de hac ve diğer ibadetlerden bahsedilir. İman hakikatleri de böyledir. Yani bir ayette hepsi yok diye yokluğuna hükmedilmez. Kur’an’ın diğer ayetlerine bakılır.
Ne güzel cevap verdiniz!
“Ahiret azabı zikredilmiş, peşinden kabir azabı zikredilmemiş, o hâlde kabir azabı yoktur.” sözüne de cevabımız aynen bu cevabınız gibidir.
Ayrıca onlara deriz ki: Kur’an’da bazen belli bir dünyevi azap zikredilir. Fırtınadan, selden, depremden ve diğer dünyevi musibetlerden hususen bahsedilir. Bazen de “dünya azabı” denilerek hepsine birden işaret edilir.
Aynen bunun gibi, kabir azabı Kur’an’da bazen tek başına açıkça zikredilir. Bazen cehennem azabı hususi olarak zikredilir. Bazen de ahiret azabı denilerek; hem kabir azabına, hem cehennem azabına, hem de mahşer meydanına geliş, hesap anı ve sırattan geçiş gibi ahiretin diğer bütün sıkıntılarına ve azaplarına işaret edilir.
Hem zaten biz 15 ayetin kabir hayatına olan delaletini başta göstermiş, peşine hadis-i şerifleri zikretmiş ve daha sonra da âlimlerin bu konudaki ittifak ve icmaını beyan etmiştik. Bunlar kabir hayatının hak olduğuna kâfi değil midir?
Eğer yetmez diyen varsa, biz de ona şöyle deriz: O hâlde sen inandığın gibi yaşa. Ölüp kabre girdiğinde kabir azabı var mıymış yok muymuş görürsün!
Yazar: Sinan Yılmaz