a
Ana SayfaOn İkinci Söz8. İşte bu iki temsilin dürbünüyle Kur’an’a bak. Ta ki i’cazını göresin ve kudsiyetini anlayasın…

8. İşte bu iki temsilin dürbünüyle Kur’an’a bak. Ta ki i’cazını göresin ve kudsiyetini anlayasın…

On İkinci Söz’ün mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

İşte bu iki temsilin dürbünüyle Kur’an’a bak. Ta ki i’cazını göresin ve kudsiyetini anlayasın.

Evet, Kur’an der ki: Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup denizler mürekkep olsa Cenab-ı Hakk’ın kelimatını yazsalar, bitiremezler. (12. Söz)

(İ’caz: Mucizevîlik)

Mezkûr ayet-i kerime şudur:

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّى لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّى وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا

De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, hatta bir o kadarını daha getirip ilave etsek, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi. (Kehf 109)

Üstad Hazretleri, bu ayet-i kerimeyi Yirmi Sekizinci Lem’a’da izah etmiş ve mükemmel bir tefsir yazmış. Bizler bu makamda Yirmi Sekizinci Lem’a’dan bazı kısımları kaydedeceğiz. Tamamını okumak için Yirmi Sekizinci Lem’a’ya müracaat edebilirsiniz:

“Şu ayet-i azime, çok büyük ve çok âli ve çok geniş bir denizdir. Onun cevherlerini beyan etmek için koca bir cilt kitap yazmak lazım gelir. Onun o kıymettar cevâhirini başka zamana tâliken, şimdilik yalnız birkaç gün evvel tahattur-u hakaik noktasında, benim için ehemmiyetli bir zaman olan namaz tesbihatında, uzaktan uzağa fikrin nazarına ilişen bir nüktenin şuâı göründü. O zamanda kaydedemedik; gittikçe tebâud ediyordu. Bütün bütün kaybolmadan evvel o nüktenin bir cilvesini avlamak için, etrafında dairevâri birkaç kelime söyleyeceğiz.

(Ayet-i azime: Büyük ve yüce ayet / Cevâhir: Cevherler / Tâliken: Geciktirerek, erteleyerek / Tahattur-u hakaik: Hakikatleri hatırlamak / Şua: Parıltı / Tebâud: Uzaklaşma)

Birinci kelime: Kelam-ı ezelî; ilim, kudret gibi bir sıfat-ı İlâhiye olduğu cihetle, gayr-ı mütenahidir. Nihayetsiz olan bir şeye denizler mürekkep olsa elbette bitiremez.

(Kelam-ı ezelî: Allah’ın ezelî kelamı / Gayr-ı mütenahi: Sonsuz)

İkinci kelime: Bir zatın vücudunu ihsas eden en zahir, en kuvvetli eser, tekellümüdür. Bir zatın kelamını işitmek, bin delil kadar vücudunu, belki şuhud derecesinde ispat ettiği nokta-i nazarda, bu ayet-i kerime mana-yı işarisiyle diyor ki:  “Rabb-i Zülcelâlin vücudunu gösteren kelam-ı İlahînin adedini, denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yazsalar, bitiremezler…

(İhsas: Hissettirme / Tekellüm: Konuşma / Vücut: Varlık / Şuhud: Görme)

Dördüncü kelime: …Ayet mana-yı işarîsiyle diyor ki: Kelamullah olan Kur’an o kadar hayattar ve kıymettardır ki onu dinleyen, işiten kulakların adedi ve o kulaklara giren o kudsi kelimelerin sayısını, bütün denizler mürekkep ve melâike kâtip ve zerreler noktalar ve nebatlar ve kıllar kalemler olsa bitiremezler.

(Hayattar: Hayat sahibi)

Birinci Harf: Nasıl ki sıfat-ı kelamın kelimeleri var. Öyle de kudretin de mücessem kelimeleri var; ilmin de hikmetli kaderî kelimeleri var ki bütün mevcudattır. Hususen zîhayatlar, hususen küçük mahluklar, her biri birer kelime-i Rabbâniyedir ki Mütekellim-i Ezelî’ye, kelamdan daha kuvvetli bir surette işaret eder. Ve onların adedini, denizler mürekkep olsa bitiremezler, demek olduğu manasına dahi şu ayet-i kerime remzen bakıyor.

(Mücessem: Cisimleşmiş / Remzen: İnce işaretle)

İkinci Harf: Bütün melâikelere ve insanlara hatta hayvanlara gelen umum ilhamlar, bir nevi kelam-ı İlahîdir. Bu kelamın kelimâtı elbette gayr-ı mütenahidir. Saltanat-ı mutlakanın nihayetsiz cünûdunun mütemadiyen aldıkları ilham ve o emr-i İlahiyenin kelimâtı ne derece çok ve nihayetsiz olduğunu ayet bize haber veriyor demektir.” (28. Söz)

(Kelimat: Kelimeler / Gayr-ı mütenahi: Sonsuz / Saltanat-ı mutlaka: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki sınırsız hâkimiyeti / Cünûd: Ordular)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin